* Fotoğraf: Pixabay
Yağmurlu bir günde haberleri okuyorum. Bütün haber sitelerinde kasvetli manşetler var yine. Artık yüreğimizde yer kalmadı iyi bir cümleye. Dağarcığımız değişti. İç burkan ve isyan ettiren çocuk, kadın istismarları ve ölümlerdir gözlerimize kazınan. Beynimiz allak bullak. Midelerimiz sancıyor ıstıraptan. Ya bu ardı arkası kesilmeyen ölüme uğurlamalar; ölüm yıldönümü anmaları.... Hüznümüzü ve öfkemizi zinde tutan nedenler oluyor adeta. Mazoşistçe dönüp dönüp bu tür haberleri okumaktan kendimizi alamıyoruz. Ölümlerle besleniyoruz gün boyu ve ölümlerle yatıyoruz uykusuz gecelerimize. Buna sebep olanlar gün yüzü görmesinler, diyor yaşlı anam. Yüreği yanıyor çünkü.
Geçen gün mesafeli olarak görüştüğüm bir arkadaşım “İşte budur bizim gerçeğimiz” dedi. Elimde kahve fincanımla yüzüne bakakaldım bir süre. Ve devam etti: biliyor musun, hastalığımdan dolayı aldığım ilaçlar gibidir bu haberler. Yani onlarsız yaşayamıyorum. Hiç sevmesem de almak zorundayım bir avuç ilaç her Allah’ın sabahı. Sonra da haberlerimi okuyorum. Haber okurken ki öfkem ve hüznüm ilaçlarım ile bir ikiz oluvermişler. Paradoksal olan da bu iste! Ben artık kötü bir haber olmaksızın bir gün bile yaşayamıyorum. Tıpkı ilaçlarımsız yaşayamayacağım gibi. Okuyacak kötü bir haber bulamasam, ki hiç mümkün değil bu, sanki bir anormallik varmış duygusuna kapılıyorum, dedi.
Düşünsenize bir, bu kötü yürekliler nasıl da alıştırmışlar bizi bu pis hayata...! “Dün” usumuzdan bile geçiremediğimiz anormallikler, ilkellikler simdi hayatimizin bir parçası haline geldi. Kötülüklerin hükmettiği sürreal bir yasama sürükleniyoruz her geçen gün. Dostoyevski`nin dediği “çünkü (...) yüreğiniz kötülük batağına gömülmüş; oysa yüreği temiz olmayanın anlayışı da kıttır. Ya o küstahlığınız, sırnaşmanız, kırıtmalarınız! Yalan, yalan, hepsi yalan!” dediği insanlıların hükmüne maruz kalarak yaşanıyor hala.
Bir de dönüp gözlerimizi çemberimizin dışındaki dünyaya dikersek eğer, boğulmalarımız daha derin ve bulanık sularda oluyor. Hani hep “yeni bir kuşak yetiştirilsin; daha iyi bir hayat yaşasınlar ve yaşamalılar” diye uğraşılır ya; “nafile” diyesi geliyor insanın! Umudu yitirmeyelim diyoruz, ama umut verecek çok iyi şeyler de olmuyor bu köhne dünyada.
Sizler de zaman zaman umudu yitirme noktasına gelmiyor musunuz? İkilemlerimizle cebelleşirken yeniden, yeniden dirilmiyor muyuz- her ne hikmetse. Ve hatta, hayatımız pahasına da olsa, vazgeçmiyoruz inandığımız doğrulardan.
Hak, eşitlik, barış ve adalet, diyoruz yasaklanmış dillerde ve sokaklarda...
Yakında sosyal medyayı da kapatacakları söyleniyor! Bir çemberin içine iyice sıkıştırılmış insanlar olarak yaşamamızı öngörüyorlar galiba... Modern toplumların robotlaştırılmış ve köleleştirilmiş insanları olarak “yaşayalım” istiyorlar. Dante`nin İlahi Komedya’sına döndü her şey!
Rousseau “İnsan özgür doğar, ama hep prangalarda yasar...” der. Sahi, hepimiz prangalarda yaşadığımızı kanıksamıyor muyuz? Peki kurtulmak için çok mu geç? Yoksa “böyle gelmiş böyle gidecek” mi diyelim, ha?
Çok merak ediyorum ne zaman biter bu hayhuylar, dalavereler ve adaletsizlikler, diye. Bir tarih mi saptamalı, ne!
“Ölmek bir şey değil: zamanında ölmek gerekir.” der Jean-Paul Sartre. Evet, zamansız ölmemeli insan. Bu diyalektiğe aykırıdır çünkü. Hele hele çocukların, gençlerin ölümü kendinden önceki kuşakları her gün milyonlarca kez öldürür. Onun için anaların ve babaların yüreklerini kanatmayın tekrar tekrar, ey zalimler!
Bırakın adalet işlesin, görevini yapsın. Bu gezegen hepimizi kucaklayacak kadar bereketli ve büyük. Tıkamayın kulaklarınızı, dinleyin! Çokça paranız olsa ne fayda: bal ve kaymak içinde de yüzseniz gün boyu; çıplaklığınızı yalanlara bürüseniz de, öleceksiniz siz de bir gün. Yani bu gezegen hiç kimseye kalmaz, çünkü hepimizindir, hepimizin!
Klişe sözler belki, ama adil insan olunmalı; ivedilikle bakılmalı yarınlara, diyorum. Sadece sevinç gözyaşları dökmeli insan. Artık gözyaşlarıyla tanışıklığımız böyle olmalı! Bırakın taşıdığımız yürekleri sevgiyle renklendirelim. Puslu gökyüzünün altındayız hepimiz. Aynı oksijeni soluyalım. Temiz olması şartıyla: Bu üç günlük dünyada herkes kendi kaderini kendi tayin etmeli, bırakın.
Ve diyorum ki, sevgiyle el uzatalım yarınlara. Ve güzel gözlü çocuklarımızın yaşamlarını karartmayın bir daha, ey zalimler! Yoksa karabasan olur geceleriniz; o çok inandığınız “öbür dünya” da cayır cayır yanacak olan siz olursunuz. Bırakın yarınlar çocuklarımızın, torunlarımızın olsun. Rahat bırakın onları: onlar bizim kuşakların yaşadıkları acıları, hüzünleri ve öfkeleri yaşamasınlar bir daha. O süreçleri sadece literatür de ibretle okusunlar. Yeter, diyorum. Hele ağaçlara, ormanlara ve bir tek karıncaya bile hiç dokunmayın. Talan etmeyin. Katletmeyin bu gezegenin döşündeki hayatları ve renkleri. Yeterince katledildik, yeter! (HK/AS)