Önce Sur tarafından patlama sesleri geliyor, derken yoldan slogan sesleri yükseliyor. Yolla aramda park var, ancak sloganlar uğultu halinde de olsa bana kadar ulaşıyor. Karanlık çökmüş, çalışanların işten, çocukların okuldan çıkış saati… Okul kapısında kadınlar çocuklarının çıkışını bekliyor. Çocuğunu kapan hızla evinin yolunu tutuyor.
Sloganlara patlayan bir-iki molotofun patlama sesi karışıyor. Trafik kitlenmiş parkın öte yanındaki yolda.
Okul kapısındaki çocuk cıvıltısı yerini korkuya bırakmış. Kadınlar çocuklarını çekiştirerek, adeta peşlerinden sürükleyerek hızlı adımlarla yürüyorlar. Çocuklardan biri merak ediyor, durup ne olduğuna bakmak istiyor. “Savaş mı çıktı anne” diyor. Savaşa bakmak istiyor, belki savaşın nasıl bir şey olduğunu öğrenmeye çalışıyor. “He, he, savaş çıktı” diyor annesi, sesi tedirgin, peşinden sürüklüyor çocuğu.
Güneşli gün
Diyarbakır’da çok güzel, insanı dışarıya davet eden bir güneş vardı bugün. İşsizler, yaşlılar, mahallenin kadınlar fırsatı değerlendirmiş, güneşe çıkmışlardı. Cizre ve Silopi’de birinci ayını dolduran sokağa çıkma yasağı, birkaç yüz metre ilerideki Sur’da ikinci ayına girmek üzere. Ama güneş, doğayı ve bilumum güzellikleri hatırlatarak yaşamaya davet ediyor insanı. Trafik gürültüsünden başka ses yok. Günler sonra ilk kez Sur’dan ne silah, ne de patlama sesleri geliyor.
Yolda karşılaştığım gazeteci arkadaşım Sur’a benden daha yakın oturuyor. “Sakin bir gün” diye onaylıyor beni. Arada duyduğu silah seslerini ise ciddiye almıyor. “Önceki gün bütün Sur’u yıkmak, yerle bir etmek üzere saldırdılar.” Önceki gün, hiç dinmeyecek gibi patlama sesleri gelmişti.
Şimdi akşam. Güneş battı, hava serinledi ve kadınlar okuldan aldıkları çocuklarını peşlerinden sürükleyerek evlerine doğru koşturuyorlar.
Az önceki yol kapatma eylemine müdahale edecek iki Akrep siren çalarak yanımızdan geçiyor.
Sur’dan silah sesleri geliyor.
Cizre’de iki çocuk daha ölmüş.
Sur’da dört gencin cenazesi alınmayı, defnedilmeyi bekliyor. Aileleri bu en temel hakkı kullanabilmek için günlerdir açlık grevinde.
Cumhurbaşkanı akademisyenlere “alçak” demiş, “hain” demiş, “karanlık” demiş. Akademisyenler hakkında soruşturma açılmış, kimi evinden gözaltına alınmış.
Akademisyenlere destek olan edebiyatçıların listesi dolaşıyor sosyal medyada. İl Milli Eğitim Müdürü okulları tehdit ediyor, bu listede yer alanları okula almayın, suçtur, diye.
Her şey karanlık sahiden. Eve sığınmanın çare olmadığını bildiğimiz halde evlerimize koşturuyoruz kadınlarla, çocuklarla. Çocuk, “Savaş mı çıktı” diye sormuştu annesine. Annesi, savaşın çoktan çıktığını, savaşta kadınların, çocukların, yaşlıların vurulduğunu kızından nasıl saklamıştı acaba?
Kürtçenin ve Türkçenin yüzakı şairler, yazarlar akademisyenlere destek olduklarını duyurdular. Sonra sinemacılar, tiyatrocular, öğrenciler, gazeteciler…
Şairler açlık grevinde
Sonra ta Hollanda’dan haber geliyor. Şair dostlarım Mehmet Çetin ve Hüseyin Şahin, oyun yazarı Murat Gür ve onlara katılan diğer insanlar barış için açlık grevine girmişler. Süresiz dönüşümlü açlık grevinin üçüncü gününde Flemenkçe yazdıkları bildiriyi dağıtıyorlar Amsterdam’da. Böyle diyor Hüseyin. Fotoğraflarına bakıyorum, ama göğüslerine astıkları sloganları okuyamıyorum.
Mehmet Çetin ve Hüseyin Şahin eski mahpus, açlık grevlerine alışıklar, biliyorum. Ama şimdi o kadar genç değiller, açlık grevi ağır gelecek onlara. Böyle düşünüyorum, içim acıyor ve ama onlara “vazgeçin açlık grevinden” diyemiyorum. Beni dinlemeyecekler, biliyorum. Onlar eski mahpus, onlar ellerindeki tek silah bedenlerini aylarca açlığa yatırmış insanlar. Açlık grevleri ile ilgili düşüncelerini biliyorum ve fakat şimdi açlık grevine girmişlerse vardır bir bildikleri.
Mehmet Çetin, 12 Eylül zindanlarında, “biraz da savunanı kalmayan günler adına açlığımız/düşleri şiirle yazdık direnişin alnına” demişti Ömrümüz şiirinde. Yıllar sonra aynı şiiri benzer bir nedenle, bu kez Hollanda’da yazıyor olması moral bozucu.
Sur’dan, Cizre’den, Silopi’den, Van’dan, Siirt’ten, Mardin’den, Çınar’dan, her taraftan ölüm haberleri geliyor. Ölüm haberleri moral bozucu, günleri kurşun gibi ağır hissetmemize neden oluyor…
Ama direnenler, itiraz edenler, hayatı savunanlar da var ve bu geleceğe dair umudu diri tutuyor. (VE/NV)