Nereden başlamalı anlatmaya… Ne anlatsak, ne yazsak eksik kalır bütün zamanların insafsızlığında.
6 Haziran günü, buraya “güneşli pazartesimiz olsun” diye cümleler düşürdük, içinde gönlünce, nefes nefese kalacağı, her şeyiyle sevip dokunabileceği, koklayabileceği ölesiye zamanlarında ısınmak için “Bahar nerede?” diye baharını arayan yaşlı kadının haykıran sesiyle birlikte.
Düşürdük ki, 7 Haziran günü, yanı başımızda hiç tanımadığımız, yüzlerini görmediğimiz, adlarını bilmediğimiz, belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz insanların bana, sana, size, hepimize yani ‘Biz'lere bir başka hayatın olabileceğini, o başka hayatın mavi gökyüzünde yıldızların kayabileceğini, “Mutlu Çocuklar Ülkesi”nin de olabileceğini göstermek isteyenlerin sesine ses verelim demiştik.
Çok şey istenmiyordu, kısacık ömrünü bitirmek istemeyen kelebek misali bahar isteniyordu; bizim için, sizin için, hepimiz için.
Sonrasında ölümler oldu, ölümler altında kalbimiz çarpmaya başladı.
Ölümlerle kalbimiz çarpmaya başladığı anlarda, Engin Ceylan hocam, Diyarbakır’da soruyordu:
“Öksüz kime denir?”
“Yetim kime denir?”
Jean-Luc Godard, İsrail ile Filistin savaşını barış için ölmek isteyen sinema tutkunu Olga'nın çığlığı üzerinden anlatırken, "Çek ve tersine çevir, film yapımında iyi bilinen terimlerdir... Göreceğiz ki aslında gerçeğin iki yüzü vardır... Örneğin; İsrail 1948'de 'vaat edilmiş ülke'ye doğru suya girdi... Filistinliler ise suya boğulmak için girdi... Çek ve tersine çevir... Çek ve tersine çevir... Yahudi halkı kurguya dönüştü... Filistin halkı belgesel oldu..." demişti.
Zamanın ve mekanın önemi yok ki: "Çek ve tersine çevir...”
Engin Hocam sorduğu sorusuna gözündeki yaşlarla “öksüz, artık çocukları savaşta ölen babalara denir”, “yetim, artık çocukları savaşta ölen annelere denir” diye yanıt vermişti.
O an tüm ağırlığıyla çöküverdi sözcükler elimizin üzerine... Sözcük mezarlıkları açıldı toprağa… İnsan mezarlıkları çoğaldı, o günden bugüne ve yarına.
Kolay değil hani; o zamanlar, şu zamanlar, ta bu zamanlara kadar bütün zamanların insafsızlığında yaşananları, öksüz kalan babalar ve yetim kalan anneleri anlatmak.
Yüreğimiz, gönlümüz, acımız, gözlerimizdeki yaşlar, sözcüklerimiz ve cümlelerimiz; oğulları, kızları, çocukları savaşta ölen insanların neler hissettiğini, neler çektiklerini ve yaşadıklarını anlatabilecek ve anlayabilecek yaşta değiller.
Kaç canın, cananın, çocuğun toprağa düştüğünü sayacak sözcüğümüz de yok... Aslı Erdoğan'ın sözüyle "Artık ölüler her yerde, her sözcükte..."
Her yerde ve her sözcükte olan ölümlerden bize kalan tek şey unutmamak ve hatırlamak.
Zor ve çetin günler yakın olsa da, aylardan kasım olsa da inanın pazartesilerimiz güneşli olacak.
Güneşli Pazartesilere... (KT/YY)