Biz Kürtler güne ölüm ile uyanıyoruz. Bu cümleyi yazmamak için kendimle çok çatıştım. Günün sabahından bu yana bir iç çatışması içindeyim. Yazmalı mıyım, ne kadarını yazmalıyım, içimdekilerin tamamını mı, bir kısmını mı, yoksa öfkemin geçmesini mi beklemeliyim ?
Dışarılara çıktım, dağ tepe dolaştım, nehir kıyısında yürüdüm, ama olmadı, içim sakinleşmedi, öfkem de geçmedi. Sizler sabah uyandığınzda neler yaparsınız?
Odanızın penceresini açar dışarı bakar, derin bir nefes çeker, ulaşabiliyorsa en uzaklardan ufuğa doğru gözleriniz uzanır belki içinizde bir sıcaklık, yüzünüzde tebessüm ile güne merhaba dersiniz. Bir gün daha dersiniz, hayatınızda sakin, güzel bir gün daha.
Dünyanın herhangi bir şehrinde ben ve bir cümle bildiğim, tanıdığım, güne aynı atmosfer ile girdiğim biz Kürtler daha güne gözlerimizi açmadan elimize aldığımız telefonumuzda, ya da bilgisayarda ilk haberlere bakarız. Zaman güne evrilirken gece neler oldu acaba?
Nazım Daştan ve Cihan Bilgin
Ne zamandan beri böyleyim bilmiyorum, ancak hemen hemen günün ilk ışıkları ile anfhaber, özgür politika, yeniyaşam, artıgerçek, gazeteduvar, bianet, evrensel...dokunmadan edemiyorum. En çok da anfhaber’e bakarken içim burkulur. Tıpkı bu sabah olduğu gibi; “ Özgür basın emekçileri Nazım Daştan ve Cihan Bilgin dün saat 15.20 sularında Tişrîn Barajı ve Sirîn beldesi arasındaki yolda işgalci Türk devletine ait silahlı insansız hava aracı (SİHA) saldırısında şehit düştü. ”
İki güzel insan, iki basın emekçisi, iki yürekli insan...Ape Musa’nın torunları, Gurbetteli Ersöz’ün yoldaşları. Savaşlarda hakikati yazmak, söylemek, kameraya almak devrimci bir eylemdir.
George Orwell, İspanyol İç Savaşı’nda Barcelona’da bulunur ve bir POUM (Birleşik Marksist İşçi Partisi) milisi olarak cepheye gider. Sadece İsyan Ordusu’na karşı verilen savaşı değil, Halk Cephesi içerisindeki anlaşmazlıkları da içeriden biri olarak gözlemler. İsyan Ordusu’na karşı savaşırken boğazından aldığı ağır bir yara sebebiyle ülkesine dönmek zorunda kalır.
Orwell ülkesine döndükten kısa bir süre sonra da Barcelona Franco tarafından ele geçirilecektir. Nisan 1938’de yayınladığı ‘Katalonya’ya Selam’ kitabı, cephede bulunduğu dönemde tuttuğu günlüğüdür. Günlüğünde; “ Aslında İspanya’da olan şey, yalnızca bir iç savaş değil, bir devrim başlangıcıydı. İspanya dışındaki anti-faşist basın, özellikle bu durumu örtbas etmeyi kendine iş edinmişti. Dava giderek ‘demokrasiye karşı faşizme’ indirgendi ve olayın devrimci yönü olabildiğince gizlendi” diye yazar.
Kendisi savaşa katılmasa bile, gözlemci gazeteci olarak İspanya’da bulunan ünlü ABD’li romancı Ernest Hemingway’in, ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ romanının konusu İspanyol İç Savaşıdır: “Valladolid’deki bir sürü insan gibi ailem de solcuydu. Faşistler kenti solculardan temizlerken, ilkin babamı vurdular. Sosyalistlere oy vermişti o da. Sonra anamı vurdular. O da oyunu onlara vermişti, ilk kez oy kullanmıştı. Kız kardeşlerimden birinin kocasını vurdular sonra. Tramvay sürücüleri sendikasına üyeydi. Besbelli ki, sendikaya üye olmasa tramvay falan süremezdi. Ama siyasetle uzak yakın ilgisi yoktu adamın.”
Ünlü Fransız romancı André Malraux, savaşın hemen sonrasında İspanya’ya gelir ve Cumhuriyetçi cephede pilot olarak görev yapar. Medellín, Madrid, Toledo ve Teruel dâhil 65 operasyona katılır, ikisinde yaralanır. Umut isimli kitabını daha savaş bitmeden 1937 yılında yazar. Savaş daha bitmeden kaleme alınmış bir roman olması dolayısıyla, Cumhuriyet Ordusu’nun galip geleceğine olan “umut” satır aralarında okuyucuya aktarılır.
Aynı zamanda bir pilot olan Küçük Prens’in Fransız yazarı Antoine de Saint-Exupéry, 1936 yılında İspanya’ya gelir ve İspanya İç Savaşı boyunca çalıştığı Fransız gazetesi adına muhabir olarak görev yapar. Devletler devrimcileri sevmezler.
Devletler kirlidir, şiddet ve öfke doludur. Devletler en örgütlü ve profesyonel ölüm makineleridir. Devletlerin vicdanı olmaz, devletlerin ahlaki değerleri de olmaz. Ama o devletlerin yurttaşı gazetecilerin, yazarların, şairlerin, bilim insanlarının bir vicdanı olmalıdır. “Ama onlarda terör örgütü gazetecileriydi” dememelidir, diyememelidirler. Devlet kirletir, onlar kirlenmeye koşaradım gitmemelidirler. Hakikat bir gün onlarada gerekebilir.
Bu topraklara da elbette bir gün barış gelecek. Basın emekçileri olarak Cihan ve Nazım da yüreklerinde komcan bir barış özlemi taşıyorlardı.
Barış içinde bir coğrafyada haber yapmanın özlemini yaşıyorlardı, kimbilir yüreklerinde ne kocaman hikayeler taşıyorlardı tıpkı Ape Musa gibi, tıpkı Gurbetelli Ersöz gibi.
Ölümleri değil bizi tanıştıran, yüreklerindeki kahkahaların sesi olmalıydı. Her birimizin en büyük çabası ve mücadelesi devletlerin bütün baskı ve şiddetlerine rağmen barışı hayata karıştığımız sokakların bir parçası haline getirmektir. Güne, yüzlerinde kocaman tebessümleri, yüreklerinde bütün bir insanlığı taşıyan güzel insanların gidişleri ile değil onların kahkahaları ile girmek için hepimize dünden daha çok sorumluluklar düşüyor.
Ve doğacak tüm buğdaylar için barış olsun!
Çayır çimen arayan bütün aşklar için,
Ve bütün yaşayanlar için;
Bütün sular, bütün topraklar için
Barış olsun!
Pablo Neruda
(EJA/EMK)