Ezilenler cephesinde duyguların, beklenti ve kaygıların kolektifleştiği bir süreçten geçiyoruz. Nedenler gibi sonuçlar da toplanabiliyor. Parmaklar aynı kötülüğü işaretliyor. Programın yarısını ret diğer yarısını alternatif oluşturuyor. Sınıf kardeşliği, bileşik mücadelenin mayasını oluşturuyor. Birleşik mücadele umudun meşalesini tutuşturuyor.
IŞİD, bir hedef olmaktan çok bir gerekçedir
Hükümete yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere, ABD’nin Ortadoğu’yu bir kez daha uzun vadeli çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek üzere harekete geçtiği bir süreçte, emperyalist politikalara denk düşecek biçimde güncellenerek gündeme getirildi.
ABD, bir süredir, BM’yi de devre dışı bırakarak oluşturduğu IŞİD gerekçeli fiili koalisyonla tekrar bölgeye yeni planlamalar eşliğinde yoğunlaşmış durumda. Bir taraftan sınırlı da olsa IŞİD bombalanmakta, diğer taraftan toplantılar, ziyaretler, ikili görüşmeler yapılmakta ve yarım kalan Suriye hesapları güncellenmeye çalışılmaktadır. IŞİD’in bu hesap ve planlamalar içinde bir hedef olmaktan çok bir gerekçe olduğu, tüm manipülasyon çabalarına rağmen gizlenememektedir. ABD’nin, çıkardığı tüm gürültülere rağmen yaptığı bombalamalar sembolik olmaktan öteye geçmiyor; Türkiye’nin ise, IŞİD’le iç içeliği ve ondan beklentileri devam ediyor.
Bugüne kadarki deneyimler, savaşın havadan çok karada sürdüğünü, havadan yapılan bombardımanların kara desteği olmadan etkili olamadığını göstermiştir. İşte tezkere, tam da bu amaca/ihtiyaca denk düşecek biçimde, emperyalist koalisyonun kara gücü ihtiyacının TSK tarafından karşılanmasını sağlayacak biçimde güncellendi.
ABD sözcüsünün,“Onlar da aktif bir partner olmak istediklerini söylediler,” diyerekmemnuniyetle ifade ettiği işlev, Ortadoğu’nun yeniden biçimlendirilmesinde Esad önderliğindeki Suriye rejimini devre dışı bırakacak bir sürecin parçası olarak Türkiye’nin kullanılmasıdır. Süreç, bölgede yalnızlaşan ve tehlikeli sularda arayışa yönelen AKP ile Suriye’deki tercihleri sınırlı olan ABD’nin zorunluluklar etrafında bir araya geldiğini gösteriyor. Daha önce çeşitli biçimlerde dillendirilmiş olsa da, Türkiye belki de ilk kez dış politikada bu denli radikal adımlar atmaya hazır, hatta gönüllü görünüyor.
Fiili tampondan güvenlikli bölgelere adım adım işgal
Bugüne dek, Suriye topraklarında fiziki bir işgalle tampon bölge vb. oluşturmak yerine, patriotlar yerleştirerek, angajman kurallarını değiştirerek, sınıra yaklaşan uçakları tehdit ederek, hatta sınırı geçtiği iddiasıyla Suriye uçağını düşürerek belirli bir alanda fiili olarak uçuş yasağı uygulanıyordu. Bugün artık bu fiili durumun daha da ileri boyutlara taşınması gündemde. Örneğin 13 sınır kapısını kapsayacak şekilde ceplerin oluşturulmasından söz ediliyor. Amaç, Suriye’deki taşeron çeteler için bir çeşit koruyucu şemsiye oluşturmak, hareket ve saldırı kabiliyetlerini artırarak Şam’a doğru bir kuşatma gerçekleştirmektir. Böyle bir kuşatmanın Güney boyutunu bir süredir İsrail başlatmış durumda. Golan tepelerinde belirli bir alanı işbirlikçi çeteler kontrol ediyor. Buraya Suriye güçlerinin saldırısı söz konusu olunca İsrail devreye giriyor; füze bataryalarını veya saldırı için yaklaşan uçağı vuruyor. Bu şekilde hem Kuzey’den hem Güney’den hava koruması da verilerek çetelerin işgal alanlarını genişletmesi amaçlanıyor.
Türkiye’nin bu kez kerhen değil gönüllü olarak böyle bir misyon üstlendiğini, ABD’nin bölgedeki öncelikli müttefiki konumunu yeniden kazanabilme beklentisiyle hareket ettiğini, dolayısıyla önceki süreçlere oranla daha radikal bir duruş sergileyeceğini söyleyebiliriz. Böylece Türkiye egemenleri, 1 Mart tezkeresiyle yapamamış olduğu taşeronluğu bu kez gönüllü olarak yapmış olacak, emperyalist aktörlere karşı sorumluluk telafisinde bulunacaktır.
Kriz koşullarında sermayeyle uzlaşma ve tehlikeli sulardaki arayış
Emperyalizmin kriziyle birlikte daralmaların yaşandığı bir ortamda, en kırılgan ülkelerden biri olarak kabul edilen Türkiye ekonomisinde sınırlı da olsa bir hareketlilik gözleniyor. Bu hareketliliği sağlayan, konjonktürel durum ve Türkiye’nin içinde bulunduğu stratejik konumdur. Örneğin bölgede petrol üzerinden oluşan devasa birikimin sınırlı bir kısmının dahi Türkiye’ye akması, sermaye ihtiyacını karşılamada önemli bir işlev görüyor. İkincisi, ambargo altında olan Rusya, İran vb. ülkelerin dolaylı yönden ambargonun etkilerini aşabilmesinde Türkiye kullanılıyor. Bu ülkelerle yapılan ticaret, Türkiye’nin krizin etkilerini geciktirmesine yardımcı oluyor. Bunun yanında Türkiye egemenlerinin bölgede Suriye müdahalesiyle beraber tıkanan alanları açma arayışı devam ediyor.
Hatırlanacak olursa Türkiye, Suriye müdahalesi öncesinde bölgede gerek üretim gerekse tüketim alanında emperyalist kapitalist sistemle entegrasyonda başat rolü oynamak üzere önemli adımlar atmış; Suriye, Irak vb. ülkelerle bu kapsamda ilişkiler geliştirmişti. Ancak daha sonra değişen dengelerle beraber bu avantajını yitirdi. Bugün Türkiye burjuvazisinin bölgede Güney’e doğru açılmasının önündeki en önemli engel Esad olarak görülüyor. Esad’a olan tahammülsüzlüğün altında yatan neden budur. Bu bağlamda, Esad’ın tasfiyesinde aktif rol almak, hem burjuvazinin Güney’e açılma beklentisine hem de ABD’yle yakınlaşma hesaplarına denk düşmektedir. Türkiye’nin daha radikal işlevlere talip olduğunu gösteren tezkerenin içeriği bu hesaplara bağlı olarak şekillenmiştir.
Tezkere, ABD emperyalizminin bölgedeki tercihlerine olduğu kadar, Türkiyeli sermayenin beklentilerine de denk düşüyor. Son günlerde TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer’in “Gezi Parkı eylemlerinden bu yana 15 ay Türkiye için boşa harcandı,” ifadeleriyle basına yansıyan yakınlaşma, AKP’nin Türkiyeli tekelci sermayeyle büyük oranda bütünleştiğini, bir çıkar örtüşmesi içinde olduğunu gösteriyor. Bu tür yakınlaşmaların iktisadi ifadesi daha çok kâr, daha çok rant ve talandır; bu, aynı zamanda emperyalizmle bütünleşme ve işbirliğidir; siyasal ifadesi, bölgede taşeronluk halklara saldırıdır; Türkiye’deki siyasal ifadesi ise gericiliktir, faşizmdir.
AKP, Kürt halkının değil IŞİD’in dostudur
Mevcut tablo, AKP’nin neden Kürt sorununda çözüm üretmeyeceğini, PYD’nin değil IŞİD’in dostu olduğunu ve sadece Kobanê’nin değil bütün Rojava’nın düşmesi için elinden geleni yapacağını gösteriyor.
“Bizim için IŞİD ne ise PKK odur” diyen, Süleyman Şah Türbesi’ni düşünülen güvenli bölge içinde sayan ve “Bugün Kobani’de olanlar, yarın Haseke’de, Afrin’de olacak,” değerlendirmesini yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve sınıf kini kusarak konuşan Arınç, tezkereye içerilmiş niyeti özetlemiş oldu.
Gerçekte tezkere, etnik ve dini farkları kaşıyan, halkları birbirine kırdıran emperyalizmin politikalarına göre hazırlanmıştır; bölge halklarına düşmanlığın belgesidir; genelde Suriye’yi özelde Rojava’yı işgali amaçlamaktadır.
Her yer Kobanê her yer direniş
Kobanê, tesis etmeye çalıştığı alternatif yaşam sebebiyle, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin hedefi haline gelmiştir. Onların insandan, özgürlükten, kolektif yaşamdan yana bir filize bile tahammülleri yoktur.
Salih Müslim’in “Şu anda Kobanê üzerinde uluslararası bir konsept var” sözleri, bu kolektif yaşam deneyiminin elbirliğiyle ezilmek istendiğinin işaretidir. Süreç, bu bağlam içinde değerlendirilmeli, dost-düşman ayrımı günübirlik söylemler üzerinden değil sınıfsal ölçeklerle yapılarak doğru yerde saf tutulmalıdır. Şimdi, kötülüğün mevzisinde imkan biriktiren halk düşmanlarına karşı, vakit kaybetmeden “Her yer Kobanê her yer direniş” perspektifiyle direnişi büyütme, birleşik mücadeleyi örgütleme zamanıdır.