2025 yılı içinde çıkan ve devasa bir belgesel niteliği taşıyan, 16. yüzyıldan bu yana Koçgiri’yi masaya yatıran 700 sayfalık "Koçgiri Tarihi" kitabı, bize bir özlü sözü yeniden hatırlatmış oldu: “Sefer olur ama zafer olmaz”ın coğrafyası ve hikâyesi.
Kitap, bir kolektif çalışma örneği. Koçgiri entelijansiyası elbirliğiyle, gönül birliğiyle muhteşem bir iş ortaya koymuş. Kitabı Diyarbakır Kitap Fuarı’na gelen Gültekin Uçar’a imzalattım.
Ardından bir saatlik panelde kendisini dinledim. Daha sonra YouTube’da Namık Kemal Dinç’in yönettiği kanalda, kitabın editörü Alişan Akpınar ile birlikte yapılan, bir buçuk saat süren programı izledim. Sonrasında kitaptan bazı bölümleri de okudum. Şu kanaate vardım ki Koçgirililerin artık gururla dünya âleme gösterip “Biz buyuz işte” diyebilecekleri bir kitapları var.
Kızılbaş Kürtler
Elbette konuyla ilgili olarak Koçgiri Kültür Derneği’nin çaba ve emeklerini baş köşeye koymak gerekir. Dernek, pandemi koşullarında sahaya inerek devlet görevlilerinin “bölücü faaliyet” suçlamalarına rağmen bilimsel yöntemlerle hazırlanmış Koçgiri Aşiretleri Toplumsal Yapı, Kültür ve Tarihi Coğrafya Değerlendirmeleri Saha Çalışması Veri Derleme Formu ile başlı başına çok, ama çok önemli bir işe imza atmış.
Koçgiri’ye dair 16. ve 19. yüzyıllar arasındaki bu çalışmayla; Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Kızılbaşların yurdu olarak tescilleniyor Koçgiri bölgesi. Bugünkü resmî idari yapıya göre Dersim (Tunceli), Erzincan, Elazığ, Bingöl, Erzurum, Sivas, Malatya ve Muş’un bazı bölümlerini içine alan ve genel olarak “Koçgiri” adı verilen bir coğrafya üzerinde konuşuluyor, çalışılıyor.
Ancak şunu da unutmamak gerekir: 15. yüzyıla ait bir eser olan, 1470–71 yıllarına tarihlenen Ebubekir Tıhrani’nin Kitab-ı Diyarbekiriyye’sinde “Koçgiri” adına ilk kez rastlanıyor.
Çok özel bir başka tespit de şu: Coğrafi bölge, oraya yerleşenlere kendi adını veriyor. 15. yüzyılda Ermenilerin yaşadığı bölgeye 17. yüzyılda Kızılbaş Kürtler yerleşiyor ve bölgenin adını alarak “Koçgiri Aşireti” adıyla ünleniyorlar.
Ekoloji mücadelesinin öncüleri

Nitekim Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Osmanlı Tapu Tahrir Defterleri, Nüfus Arşivleri, Şer’iye Sicilleri (mahkeme kayıtları), fermanlar ve askerî–idarî yazışmalara ulaşıldığında, Koçgiri adına ve kimliğine dair dayatılan “Türkmen” kimliğinin aslı astarının olmadığı, bir nevi karşı-tarih ispatı olarak netleşiyor.
"Koçgiri Tarihi", bir anlamıyla “ilişkisel tarih” çalışması olarak hikâyenin vuku bulduğu günden bugüne kadar çok ciddi veriler sunuyor ilgilisine. Belki de kitabın en çok üzerinde durulması gereken yönü, “Maden-i Hümayun Emirliği” bölümüdür. Koçgiri adıyla anılan bölgenin, hatta daha sonra çeperi genişletilen mıntıkanın neredeyse tek karar verici kudretli gücü olması dikkat çekici. Emirliğin büyük bir askerî gücü var; adeta başlı başına bir devlet gibi. En üst ve tek karar verici yargı mercii. Koçgiri ve çevresinden çıkarılan veya çıkarılacak altın ve gümüş o denli önemli ki Osmanlı toprakları içinde adeta bir “iç sömürge” idaresi tesis edilmiş.
Bundan üç yüz yıl önce bölgedeki madenlerdeki çok ağır çalışma ve çalıştırılma koşullarına karşı direnen halk “eşkıya / şaki” olarak addedilmiş. Onlara karşı ordu düzeninde yürütülen katliamlar da eşkıyalığı bertaraf etme olarak resmî tarih belgelerinde kayıt altına alınmış.
Oysa o madenlerde zorla çalıştırılan ve her yıl on binlerle telaffuz edilen tebaanın tüm çabası, hem kendi coğrafyalarının doğa tahribatına karşı durmak hem de zalimane zorunlu çalıştırma koşullarına direnmekti. Bugün, ekoloji ve çevre muhalefetinin üç asır önceki ilk öncülleri olarak kabul edilmelidir Koçgirililer.
Evet, "Koçgiri Tarihi" için çalışma esnasında vefat eden Rıza Duran’a; Ali Haydar, Burak Bektaş ve Gültekin Uçar’a teşekkür ederken, kitabın önemli bir boşluğu doldurduğunun altını çizmeliyim. 1990’lara kadar “1921 Koçgiri İsyanı” olarak tanımlanan hikâyenin üç hatta beş asır öncesine giderek asıl köklerini bize anlatıyor bu kitap.
(ŞD/EMK)
Koçgiri Tarihi, Dipnot Kitap, 2025







