Yani ucuz malla vuran Çin'e, Hindistan'a karşı rekabet gücü sağlanacak. Peki neden ille de vergi ile koruma. Mesela neden gümrüklerde bir koruma önlemi dile getirilemiyor? Neden sanayicinin ihracatçının aleyhine işleyen döviz kuru politikası sorgulanmıyor?
Birincisinin cevabı Gümrük Birliği, yani Avrupa Birliği (AB) ile, ikincisinin cevabı Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilgili. Kimse AB ile IMF ile ilişkileri sorgulamayı göze alamıyor.
Varsa yoksa, "benden sonrası tufan" anlayışı ile "bana vergi kolaylığı sağla" ağlaşması...Beyhude bir ağlaşma, çünkü karşılığı yok. Şunu göremiyorlar ki, IMF ile sürdürülen program, 2008'e kadar "mali disiplin" taahüdünde ve hedeflenen faiz dışı fazlayı tutturmak için, hükümetin kimseye bağışlayacak vergisi yok. Bir eliyle bağışlamış görünse de öteki eliyle bindirecek, telafi yolu bulacak.O nedenle, bu zirveler vakit kaybı. Dönüp dolaşıp gerçeklikle yüzleşmek kaçınılmaz.
Nedir kaçınılan yüzleşme?
Onuncu yılını dolduran Gümrük Birliği, özellikle son beş yıldır Türkiye'nin aleyhine işliyor.
Enflasyonu düşürmeye yaradığı söylenen ucuz döviz, Türkiye'nin bünyesini kemiriyor.
Önce Gümrük Birliği'nden (GB) başlayalım. 2005 sonunda AB ile Gümrük Birliği onuncu yılını doldurdu 1995'te Çiller'in koalisyon hükümeti Gümrük Birliği'ni uygulamayı kararlaştırmıştı. Çiller'in erken seçime girmesinde bu kararın etkisi büyüktü ve 1 Ocak 1996'da Gümrük Birliği fiilen devreye girdi.
10 yıllık sürenin sonunda AB ile dış ticaret nasıl gelişmiş. Avro olarak hesaplandığında görünüm şöyle:
On yılda AB'ye ihracat 8 milyar Avro'dan 31 milyar Avro'ya çıkmış, ithalat ise 12 milyar Avro dan 39 milyar Avro'ya yükselmiş.Böyle olunca ticaret açığı da 4 milyar Avro'dan 8 milyar Avro'ya çıkmış.
On yılda Türkiye'nin AB'ye ihracatı 3.8 kat, ithalat ise 3.2 kat artmış , dış açık ise 3 katına çıkmış. Sonuçta AB ile dış ticarette ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 66'dan yüzde 78'e tırmanmış.
10 yılda AB dışında kalan ülkelerle dış ticarete bakıldığında ihracatın 3.6 kat, ithalatın da 3.9 kat arttığı, dolayısıyla dış ticaret açığının 5.3 kat büyüdüğünü görüyoruz. Türkiye'nin AB dışı ülkelerle dış ticaretinde ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 56'dan yüzde 52'ye gerilemiş.
Kim kazandı?
Bu resme bakınca, 10 yılda Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde ihracatını daha çok artıran taraf olduğu, buna karşılık AB dışı ülkelerle ticarette Türkiye'nin daha ithalatçı bir ülke olduğu izlenimi ediniliyor. Bu durumu "Türkiye Gümrük Birliği'nin kazanan tarafı olmuştur" diye yorumlayanlar var.(Örnek, Asaf Savaş Akat, 9.2.2006, Vatan)
Görüntüye aldanmamak gerekir. AB ile dış ticarette daha ihracatçı bir ülke durumuna geçmek, AB'ye ihracatımızı daha çok artırmış olmamız matah bir sonuç değil. AB dışı ülkelerle dış ticarette neden daha ithalatçı durumuna düştüğümüz sorusunun yanıtı da AB'nin "tedarikçisi" (ihracatçısı) olmamızla ilgili.
Türkiye, özellikle son yıllarda AB dışı ülkelerle, Çin ile Hindistan ile olan dış ticaretinde, onların yıkıcı rekabetine karşı bir şey yapamıyor. Neden? Çünkü GB'ye göre, AB, bu ülkelere ne tarife uyguluyorsa Türkiye de ona uyuyor.
AB, Asya girişli ithalata dayanıklı ve toleranslı. Ya Türkiye? Türkiye, aynı ücret malı ürünleri üreten bu ucuz emek ülkelerine karşı rekabet edemiyor ama gardını da alamıyor, çünkü GB elini kolunu bağlıyor. Türkiye gardını alamadığı gibi, bu ülkeler, AB üyesi olmayan Türkiye'ye karşı çok daha yüksek koruma oranları da uygulayabiliyorlar.
Ucuz kur...
Bu sefil manzaranın üstüne bir şey daha biniyor. O da ucuz kur politikası. Aşırı değerli kur, birçok ürünü içeride üretmek yerine dış ülkelerden ithalini cazip kılıyor.
Türkiye, sözde sanayi ürün ihracatçısı ama sanayi ürün ihracatı ile imalat sanayinin büyüme tempoları aynı değil. Aralarındaki kayış iyice zayıflamış, ihracat, sanayiyi harekete geçirmiyor. Peki ne oluyor ? Sanayici birçok girdiyi ithal edip içeride ucuz emekle son ürün haline getirip çoğunu da AB'ye satıyor.
AB'ye karşı ihracatçı görünüyor ama Asya'nın ithalatçısı aslında. Bunu yaparken kendi ara malı sanayicisini, iplikçisini, kumaşçısını, onların yanında çalışan işçileri işsiz bırakıyor.
Böylece GB, Türkiye'yi daha ihracatçılaşmış gösteriyor ama o ihracatın üstünü kazıyıp baktığınızda "ithalata bağımlı bir ihracatçı" görüyorsunuz. Hem öyle bağımlı ki, ortalama ihraç ettiği her yüz birimlik ihraç ürününde yüzde 66 ithal girdi kullanıyor. Bunun da adı ihracatçı oluyor.
GB ile 10 yılda, Asaf Savaş Akat'a göre, "Türkiye Gümrük Birliği'nin kazanan tarafı " olmuş!... Bunun neresi kazanç ? Kendi sanayicini, işçini işsiz bırakmak bahasına, kendi üretim eşiğini eritmek bahasına, IMF buyruğuyla düşük tuttuğun ucuz dövizle Asya'nın girdilerini kullanıp AB'ye mal ihraç etmenin nesinden kazanç sağlarsınız? Bu yoksullaştıran bir ihracatçılık !
AB'nin böyle bir "ihracatçı" Türkiye'ye hiç mi hiç itirazı olmaz. Hatta daha "ihracatçı" olması işine bile gelir ve onu yapmaya çalışıyorlar. Ama, bir dakika durup soralım: Böyle bir ihracatçılık enayilik değil mi?
Ne yapmalı ?
Bu ülkenin ayakta kalmış ve kalmaya niyetli sanayicilerinin hükümetten vergi medeti ummak yerine, sanayiye yıkıcı etki yapan ülkelere AB'nin dayattığı gümrük tarifelerini uygulamak zorunda bırakan GB'yi masaya yatırmalarında büyük fayda var, bu bir.
Üzerine cesaretle yürünmesi gereken ikinci konu ise, malum ucuz kur musibeti. 1998-2005 arasında dövizin reel fiyatı, 2001'deki yüksek devalüasyona rağmen yüzde 25'e yakın oranında ucuzlatıldı.
Bu ucuz dövizi, enflasyonla mücadelenin biricik aracı olarak gören at gözlüklü IMF ve takipçisi Merkez Bankası'nı sorgulamadan, bu kur politikasının Türkiye'nin üretim gücünü nasıl erittiğini, bütün gelişme potansiyellerini nasıl körelttiğini görmeden sorunlarla baş etmek mümkün değil.
Bu "ucuzluğa" kaynaklık eden sıcak para girişine imkan veren sermaye hareketleri serbestisini masaya yatırmadan, bu hovardalığı sorgulamadan sorunlara çözüm bulunabileceğini kimse aklından geçirmesin. (MS/KÖ)