Aslında çıkarılan bir kanun hükmünde kararname ile uygulamaya konulan bu girişimi öğrendiğimden bu yana, beni gerçekten yaralayan, sarsan, düşündüren bu konu hakkında hissettiklerimi yazmak için derin bir borçluluk duydum. Ancak ülkenin yaşadığı akıl almaz süreç, terör olayları ve sınırlarımız ötesi gelişmeler karşısında belki de çoğunluğu pek ilgilendirmeyen, önem sıralamasında belli ki kendine pek yer edinemeyen bu konuyu dillendirmek istemedim. Bunun yanında, konunun gereği hiç istemesem de, hiç hoşlanmasam da, olduğunca az yer vermeye çalışacak olsam da kendimden konu etmek kaçınılmazlığı bir yerde duraksamama neden oldu.
Aslında konu bir iki gazetenin pek okunmayan iç sayfalarında, benim izleyebildiğim kadarıyla bir televizyonun tartışma programında kendine bu uygulamadan rahatsızlık duyan Gülhane Askeri Tıp Akademili (GATA) bir iki kişinin gayretiyle yer bulabilmiş olsa da halen genel bir izlenim yaratabilmiş değil. Öyle ki, kendilerine sosyal medyada grup kuran, bir dernek kurmuş bulunan eski Askeri Tıbbiye'liler tarafından dile getirilse ve halen tartışılsa da kamuoyunu aydınlatabilmede istenilen seviye yakalanabilmiş değil. Ancak 12 Eylül uygulamalarıyla asker hekimlerin örgütümüz Türk Tabipleri Birliği (TTB) ne üye olmaları yasaklandığından ya da TTB'nin gündeminde çok daha önemli konular olsa gerek, gündemine hiç gelemedi. Oysa hekim örgütümüzün, neresinden baksanız bir sağlık sorunu ve organizasyonu olan, belli ki mağduriyetler yaratan ve yaratacak olan bu konuda söyleyecekleri olmalıydı; olmadı!
Ben 1965 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden asker hekim olarak mezun olmuş bir eski hekimim. Mezuniyet sonu bir yıl GATA 'da intörnlük ve İzmit 15.nci Kolordu'da iki yıl kıta hizmetinden sonra Gülhane 1.nci Hariciye Kliniği'nde dört yıl süreyle genel cerrahi ihtisası yaptım. Uzman olarak 1973-77 yılları arasında Erzincan Asker Hastanesi'nde çalıştım. 12 Mart'ın antidemokratik uygulamaları kapsamında, meşhur "makabına şamil" geriye dönük işlerliği olmak üzere çıkarılan yasayla mecburi hizmet yükümlülüğünün uzatılmasını kabullenmeyerek binbaşı rütbesinde ordudan istifa ettim. Üzerimden kendi isteğimle çıkardığım yalnızca üniformam oldu. Ancak ruhuma işlemiş, yaşamımı şekillendiren Askeri Tıbbiye'li ruhunu ve duruşunu hiç değiştirmedim, hep gururla taşıdım. Kalan yaşamım boyunca da taşımaya devam edeceğim.
Dile getirmeye çalıştığım, GATA'nın kapatılması ve asker hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devri ile yaşananları, doğabilecek sakıncaları, olumsuzlukları ya da işin varsa eğer olumlu yönlerini irdelemek değil. Bu konu, işin teknik yönleri az çok Prof. Ali Şehirlioğlu tarafından dile getirilmeye çalışıldı. Yapmak istediğim bir siyasi polemik açmak, ya da baştan ne olursa olsun bir karşı çıkış sergilemek de değil. Yapmak istediğim işin beni en çok yaralayan yanını, anlamını dile getirmek... Varsa eğer ve birileri için değer taşıyorsa evet, anlamını dile getirmek.
Bilinmesini isterim ki biz önce hekim, sonra askeriz. Tüm uygulamalarımızda öncelik hekimliğin evrensel değerlerinde olmuştur ve hep öyle olacaktır bundan sonrada. Kuşkusuz hekimliğin askeri sivili özde bir fark yaratmaz. Ama düşünebiliyor musunuz, bir sabah uyanıyorsunuz üzerinizdeki gözünüz gibi koruduğunuz üniforma çıkarılmış, neredeyse zorla; özenle, içiniz titreyerek sahiplendiğiniz, hizmet yaptığınız hastaneniz el değiştirmiş danışılmadan, fikriniz bile sorulmadan ve neredeyse zorla! Bir belirsizliğe yuvarlanıyorsunuz, hoyrat bir el ileriye dönük planlarınızı, düşüncelerinizi acımasızca yaşamınıza dalarak yok ediyor, bu yetmezmiş gibi sizi ayakta tutan anılarınızın bir büyük bölümünü de koparıp atıyor.
Aslında 15 Temmuz'dan bu yana olup bitenlerle, yaşananlarla, çıkarılan KHK’lerle benzerlerini, bir kısmı da belki daha ağırlarını yaşayanlar karşısında haksızlık olarak görülebilir bu yakınmalar ve benim işin anlamı diye tutturmam. Ancak, demek istediğim bu toplumun yaşam felsefesinde büyük bir yer kaplayan "ahde vefa" duygusunun hırpalanması ve bunun karşısında sessizliğe bürünmenin yarattığı kabullenmezliktir. Resimde görülen binaya Gülhane benim ikinci ihtisas yılında 1971 de taşındı. O binanın ameliyathanelerinde ilk ameliyatları bizler yaptık. Evimizde geçirdiğimiz zamandan daha çoğu o binada geçti. Bize cerrah olmayı, hekimliği, paylaşmayı, sevmeyi işini, dürüstlüğü, vatan sevgisini bir yeni baştan işlediler. O insanlara, o binanın daha ilk gün kaçırırcasına adının üzerine bezden yeni bir pankart astığınız o binanın ruhuna, belki inanmazsınız ama borcumuz var bizim, Bu yüzdendir isyanımız. Akşamın ilk karanlığında başlayan, sabah gün ışıyana kadar devam eden peşpeşe ameliyatlarda akıtılmış terlerimiz, duvarlarına asılı kalmış uykularımız, gözyaşlarımız belki, gülücüklerimiz, bitmek bilmez nöbet geceleri karanlığında uzakta göz kırpan Ankara ışıklarına takılı bakışlarımız var bizim. Bizim için dünyalar değer, sizin için ne ifade eder bilemem...
Evet; kapattığınız, devrettiğiniz 1898 yılında kurulmuş bir kurumdur, bir ocaktır. Bir tarihtir dağıttığınız. Hoyratça daldırdınız elinizi anılarımıza. Şimdi gecenin üçünde içinden çıkamadığımız bir zor ameliyat için Hızır gibi çıkıp gelen Hocam Prof. Necati Kölan geliyor aklıma ve onun bir sözü: “Zorda kalacağınız durumlar olacaktır, o zaman hekimliğinize kulak verin; o ne diyorsa onu yapın" deyişi. Prof. Necmi Ayanoğlu hocam geliyor aklıma Büyük Tiyatro fuayesinde bizleri görmekle mutlu ışıyan gözleri. Daha niceleri, isimleri buraya sığamayacak olanlar. Şimdi en büyük haksızlığın çoğu artık sonsuzluğa karışmış o insanlara, hepsi bu ülke hekimliğine yıllarca hizmet etmiş, tıp fakülteleri nüvelerini oluşturmuş yüzlerce hekim yetiştirmiş onlara yapıldığını düşünüyorum.
Evet; bir ocağı dağıttınız. Külleri sıcak hala ve biz küllerimizden yeniden doğarız! Gülhane'yi kapattınız, hastanelerimizi devrettiniz, üniformalarımızı aldınız ama Askeri Tıbbiye'liliğimiz duruyor hala. Onu alamazsınız. Ve ben bir Askeri Tıbbiye'liyim... (AY/HK)