İki yıl kadar önce üniversite kütüphanesinde Einführung in die Militärsoziologie (Askeri Sosyolojiye Giriş) kitabını görünce çok şaşırmıştım. Sosyolojinin böyle bir bölümü de mi varmış, hiç duymamıştım!
Kalın kitabı karıştırınca ilgim daha da arttı: modern çağdan başlayarak ordu ile toplum arasındaki ilişkiyi inceliyordu. Ordu toplumu nasıl etkiler, toplum orduyu nasıl etkiler? Kitap tarihsel olarak bu çerçevede değişik yazarlara ait yazılardan oluşuyordu. Kitabı hemen ödünç aldım, biraz okudum, sonra fotokopisini yaptım; bu arada da Goethe Üniversitesi'nde konuyla ilgili hiçbir öğretim görevlisinin bulunmadığını öğrendim. Olsaydı, konuyla daha yakından ilgilenip, Türkiye Cumhuriyeti ordusu hakkında aynı çerçevede bir çalışma yapmak için fena halde heveslenmiştim.
En az araştırılan kurum: Ordu
Konu hakkında biraz düşününce, bir toplumun tarihini ve bugününü bu kadar etkilemiş bir kurum hakkında ne kadar az araştırma yapılmış olduğunu daha iyi görüyorsunuz. Tıpkı halkın kültüründe önemli yeri bulunan İslamiyet konusunda olduğu gibi ordu konusunda da yaklaşımlar ve değerlendirmeler güncel politik ortamın gereklerini yerine getirmenin ötesine geçemiyor. Bunun da sağlıklı bir yaklaşım olduğu söylenemez. Bu gibi konulardaki tutumlar önemli araştırmalara dayandırılmak zorundadır, aksi durumda günlük olarak yapılır, daha sonra da unutulup giderler. Oysa ki silahlı kuvvetler konusu, bu toplumda unutulacak bir konu değildir. Siz unutmak isteseniz bile o kendisini unutturmaz...
1980'li yıllarda Mehmet Ali Birand'ın "Emret Komutanım" adlı ve orduyu içerden anlatmak iddiasındaki kitabı yayınlamıştı. Kitapta içerik olarak pek bir şey yoktu, ama bu alan o kadar boştu ki, bir dönem için de olsa önemli bir kitap oldu.
İki yazı, bir konuşma...
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili olarak analize dayanan iki yazarın yapıtlarını ve yine bu bağlamda beni çok etkileyen bir konuşma dinlemiştim.
Tarih sırasıyla gidersek, konuşma 1970 yılının son aylarında ODTÜ Mimarlık Anfisi'ndeki tartışmalı bir toplantıda İrfan Uçar tarafından yapılmıştı. İrfan, bu toplantıda yaptığı uzun konuşmada, ordunun 27 Mayıs 1960 öncesi ordu olmadığına dikkat çekmiş, OYAK'ın kurulması ve işlevini anlatmış, subayların gittikçe toplumdan uzaklaşan bir zümre haline geldiklerinden söz etmişti.
O yıllarda TSK'nın ilerici özellikleri fazlasıyla tartışılırdı. İrfan, 1960'lı yıllardaki gelişmelerden hareketle bu tartışmanın artık anlamının kalmadığını anlatmıştı.
Yine o dönemde yayınlanan ANT Dergisi de OYAK hakkında tanıtıcı yazılar yayınlıyordu.
Sonraki yıllarda Hikmet Kıvılcımlı'nın Türk ordusunun tarihsel ilericiliğini konu alan kitaplarını okudum. Kıvılcımlı, gerçek bir ordu teorisyenidir. Hiç kimse, bu ordunun "ilericiliği" kurgusunu onun kadar tarihin derinliklerine giderek savunmamıştır.
Daha sonra Serdar Şen'in "Silahlı Kuvvetler ve Modernizm" kitabını okudum ve yazarın bir belirlemesi özellikle dikkatimi çekti: "Silahlı kuvvetler, devletin ideolojik aygıtlarından bir tanesidir."
İdeolojik aygıt olarak ordu
Yazar, her yıl onbinlerce kişinin askerlik yapması ve bu süre içinde ordu tarafından "eğitilmesi"nden hareketle, TSK'nın düzenin yeniden üretilmesindeki ideolojik işlevine dikkat çekiyordu.
Gerçekte bu işlev daha kapsamlıdır ve basından değişik toplumsal kurumlara kadar uzanmaktadır. Ordunun kurmay yüzbaşı ve daha yukarı kademesini "üniformalı aydınlar" olarak görmek gerekir. İyi bir eğitim görüyorlar. Harp Akademileri'ndeki eğitim ülkedeki en iyi üniversitelerin düzeyindedir. Toplumun he kesimiyle -kimisiyle uyum kimisiyle çatışma içinde- temas halindeler. Sivil kesimde oldukça iyi örgütlenmiş durumdalar.
Berlin'deki büyük bir federasyonun genel kuruluna kısa süre öncesine kadar genelkurmaydan sivil subayların da katıldığını düşünürseniz, TSK'nın toplumsal ilişkileri ve örgütlenmesi hakkında küçük ama önemli bir fikir sahibi de olursunuz.
Son 30 Ağustos törenlerine baktığımda bu işi yürüten kadroyu takdir etmekten kaçınamıyorum. Bir anlayışa temelden karşı olmak, onu hayata geçirenleri takdir etmeyi engellemez.
Her yıl tekrarlanan tarihsel olaylara ilişkin törenlerin ortak toplumsal kimliğin oluşmasında ve geliştirilmesindeki rolünü bir kenara bırakalım. Yeni olan ne var, ona bakalım...
30 Ağustos törenleri, TSK'nın, "Kürt açılımı", "demokratik açılım" gibi adlar taşıyan açılım konusunda öne fırladığını gösteriyor. Düşünün, Kürt illerinde askeri bando Kürtçe müzik icra ediyor. Sembollerin bir toplumun yaşamındaki psikolojik rolünü bilmeyen bir anlayış böylesi bir "açılımı" düşünemezdi.
Yine bu 30 Ağustos'a önceki yıllardaki törenlerden daha fazla asker ve savaş aracı katılıyor. Aynı zamanda, bir yıl sürecek "Güçlü Ordu-Güçlü Türkiye" kampanyası açılıyor.
Bu kampanyanın değişik "sivil açılım"larla süreceğine kuşku yoktur...
Sosyalistler araştırmanın başını çekmeli
İnsan ister istemez şunu sormadan duramıyor: Bir toplumu sosyalist yönde değiştirmek iddiasında olanlar, o toplumun önemli bileşenlerine karşı bu kadar ilgisiz olabilir mi? Ya da bu ilgileri güncelliğin gereklerinin içine bu kadar hapsolmuş kalabilir mi?
TSK'yı esas olarak "hakim sınıfların baskı aracı" olarak görüyorsanız, meseleye çok dar bakıyorsunuz demektir. TSK, bu toplumun şekillendirilmesi ve yönlendirilmesinde bugün eskisinden daha da etkin konumdadır. Bunu daha az üniformalı ve daha fazla sivil görünümde yapabilir... Burada değişen görünümdür, öz değil...
Bize acele olarak bu toplumun önemli bileşenleri, yönlendiricileri hakkında araştırma yapacak insanlar gerekli... Türkiye toplumunda islamı, orduyu ve devleti yeterince bilmiyorsanız, neyi yeterince bildiğiniz de önemini önemli oranda kaybeder. Burada bilmek, zaman alır, araştırma gerektirir ve bu araştırmalar da klasiklerden alıntılar yapılarak olmaz.
Araştırma bir sürü bilgiyi alıp üst üste yığmakla da olmaz. Araştırmak ve çıkan sonuçları anlaşılabilir kılmak, kavramsallaştırabilmek ile yakından ilgilidir. Bu da başlı başına bir yöntem meselesidir.
Bu büyük çaba her şeyden önce bir ekip işidir ve bakalım ne kadar yapabileceğiz.... (EE/EK)