Birçoğumuz yazıyoruz, Erdoğan güç zehirlenmesine uğradı. Güçlendikçe otoriterleşti. Otoriterleştikçe çatışmacı dil kullanarak toplumu gerdi vs.
Evet, doğru.
Peki neden?
Güç zehirlenmesi, otoriterlik, ayrımcı ve çatışmacı dil kullanmak vb. bütün bunlar bir siyasete (hatta bir ideolojiye) tekabül ediyor.
AKP ve Erdoğan buraya nasıl ve neden geldi? Denilebilir ki, geldiği yerin kendisi bizatihi bu kavramları potansiyel olarak taşıyordu. Olabilir. Yine de AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidar seyrine bakmadan şu güç zehirlenmesi meselesini açıklığa kavuşturamayız.
Güç zehirlenmesi, sonuçta öznel bir durumun ifadesi. Bunun altında bir nesnelliğin yatması gerekir. Bunu anlamak için AKP’nin iktidar sürecine kısaca bakmaya çalışalım.
AKP’nin biri olmadan diğerinin olamayacağı iki şeye ihtiyacı vardı: İktidar olmak ve meşruiyet kazanmak.
Bunun da iki yolu vardı. Toplumun önemli bir kesimindeki takiyye vb. tereddüdü aşmak ve ABD başta olmak üzere batıda meşruiyet kazanmak.
Bu her iki ayağın yürütülmesi, demokratik söylemleri gerektiriyordu.
AKP, ilkin “Milli Görüş” gömleğini çıkardık dedi. Kendi ayaklarına taktıkları ideolojik prangadan, en azından görünüşte de olsa kurtulmaları gerekiyordu. Bunu büyük ölçüde başardılar.
Türkiye AB ilişkilerindeki grafik eğrisi AKP döneminde hiç olmadığı kadar bir yükselişe geçti. Erdoğan’ın yanılmıyorsam 2007’de AB görüşmelerinden dönüşünde verdiği beyanat öyle umut vericiydi ki, şimdiye dek hiçbir hükümet yetkilisinden böyle güzel şeyler duymamıştık.
Büyük eksikliklere rağmen bu güzel gelişmelere bir de “Barış Süreci” eklenince, toplum rahat bir nefes aldı.
İçte ve dıştaki bu gidiş, darbeci odakları zorda bırakıyor ve istedikleri darbeyi yapmaktan alıkoyuyordu. Başta ABD olmak üzere konjonktür, darbeye uygun bir zemin sunmuyordu.
Gerek AKP’nin politik stratejik yetkinliği ve gerekse uluslararası konjonktür, AKP iktidarının meşruiyetini ve gücünü artırıyordu. Kaldı ki bu durumu AKP’nin ilk dönemki yüzde 36’lık oy oranından yüzde 50 varan oy oranları da göstermektedir.
Peki, ne oldu da Erdoğan güç zehirlenmesine teslim oldu, otoriterleşme, ötekileştirme gittikçe arttı?
Bu sorunun cevabı ideolojiden çok, ekonomide yatıyor!
AKP, iktidar gücünün nimetlerini belediyecilik dönemindeki tecrübeleriyle iyi biliyordu. Hükümet gücünü tahkim edinceye kadar sabrettiler.
Sonra…
Sonra, başta inşaat temelli alanlar olmak üzere hemen her ekonomik alanda siyaset + bürokrasi + iş adamı üçlü ilişkisini hızla inşa ettiler ve var olanları daha da büyüttüler. İhaleler, imar oyunları, çevre katliamları, kamu kaynaklarını kullanma biçimleri vs. Kaldı ki bu yapısal durum, iktidarların değişmesine göre değişiklikler içeren ancak sonuçta Türkiye’de egemen siyasetin kamu kaynaklarını talan esası üzerinde yürüdüğünün bir sonucu olarak öteden beri devam ediyordu.
Erdoğan’ın ve AKP’nin siyasetini belirleyen işte bu iktisadi ilişkilerdir. Tıpkı AKP öncesinin eski iktidar dönemlerinde olduğu gibi.
Bu ilişkiler yumağından elde edilen yalnızca hayatın tatları değildir. Çünkü bu öyle bir yapısal sorunlar içerir ki, korku, yemekten sonra tatlı yerine sunulabilir! Gerçi bu durum Türkiye’de pek yaşanmadı (Yani yapanların yanına kar kaldı) ama olsun, ne olur ne olmaz!
Bu öyle bir yapıdır ki, paylaşmazsan yaşayamazsın, paylaştıkça gebe kalırsın!
Bu durum, iktidarın bir girdabıdır!
Girdap kendine göre bir medya yaratmak zorundadır.
Girdap, başta polis olmak üzere kendine göre bir bürokrasi oluşturmak zorundadır.
Girdap, yargıyı olabildiğince kendine bağlamaktır.
Kısacası girdap, hükümeti, devleti ele geçirmeye zorlar
Bugünkü otoriterleşme, güç zehirlenmesi keyfiyetten, yönetenlerin psikolojisinden değil, egemenlerin iktisadi hayat biçimlerinden kaynaklanmaktadır!
Tipik örnek: Gezi olaylarını bir darbe olarak niteleyen (Bundan darbe umanlar elbette oldu) Erdoğan ve AKP’lilere sormak gerek: Gezi parkı protestosu olmasaydı, bugün Gezi parkında ne olurdu?
Betonla gasp edilmiş Taksim meydanının yanı başında kala kala bir avuç yeşilin üzerine Topçu Kışlası kılıfı altında AVM ve rezidance yapılacaktı.
Gezi parkı protestolarının başlarında, oraya yapılacak Topçu Kışlası projesinde vazgeçildiği açıklansaydı ne olurdu?
Erdoğan bunu fırsat bilerek, kendi seçmenini likidite etmeyi, toplumu bölmeyi ve iktidarını bu çatışma üzerinden götürmeyi seçti. Çünkü partililerinin ve çevresinin iktisadi hayatının devamı, bir düşman yaratmaktan geçiyordu.
Bunun böyle olduğu, 17-25 Aralıkla bir kısmı dağılan bohçadan ortaya çıkanlara bakıldığında daha iyi görülmekte.
AKP iktidarının niteliğini AKP’nin dünya görüşü, kültürü, ideolojisi belirliyor. Ancak bunların altında çok ciddi ölçekte iktisadi ilişkiler yapısı yatıyor. AKP’nin dış politikada “Müslüman Kardeşlerin” bir parçası gibi davranmasının Milli Görüş’ten kaynaklı bir ideolojik nedeni varken, iç politikadaki tavrını daha çok, içinde bulunduğu iktisadi ilişkiler belirliyor. Müteahhit ses düzeninden mücahit söylemin etkisi pek kalmamakla birlikte, bir yandan iktidar gücünü kullanarak bireylerin hayatlarına müdahale, bir yandan da talan devam ediyor.
Mesele yalnızca güç zehirlenmesi, ego, rekabet, nobranlık, ayrıştırıcı ve çatışmacı dilden ibaret değil. Eğer öyle olsaydı, bunun ‘tedavisi’ kolay olurdu.
Koalisyon arayışları için, “yolsuzluk konusu bir siyasi değerlendirme konusu değildir” diye açıklama yaptıranın ve yapanın ne demek istediğini de açıklayabildiğimi sanıyorum: Tahribatıma dokunma, paylaşalım!
Hükümet kurma konularına daha çok bu açıdan bakılmalı diye düşünüyorum! (HŞ/HK)