Yargı ürkütücüdür. Bir kez pençesine geçirmeye görsün, doğduğuna pişman etmezse insanı, ömür boyu silinmesi güç bir lekeyle damgalar. Eskiden mimlenmek denirdi buna. Başına konduğu adı kuşkuyla dağlayan işaretler vardır,öylesine uğursuz bir çizgiyle işaretlenmek.
Çünkü yargı, açgözlü kadıların geğirmesi değilse bile modern zamanlarda, "bir nefes sıhhat"idir hala devletin. Yüksekte oturan çatık kaşlı adamlardır. Anlaşılmaz terimler, makam arabaları ve dipçiklerle toplumdan ayrılmıştır. Bizimle aynı iskemleye koymaz kıçını asla. "Mekanı devlet olsunlar"ın hizasında arz-ı endam buyurur.
Bireyin kuşkulu kılındığı bir devlet geleneği içinde yargının işlevi, sanıklar yaratmaktır daha çok. Bugün dahi her türlü yargısız infazların altında bu insafsız yargı geleneğinin şiddeti duyulur. Yargıdan doğar, yargısız infaz.
Sanıklık telaşesi
Yargı, kaba burjuva tanımıyla "toplumun vicdanı", rüşvetçi kadıların vicdansızlığını anımsatan bir keyfilikle öylesine yabancılaştırıldı ki topluma, bağımsız toplumsal davranış yeteneklerimiz, kendi kendimizden duyduğumuz kuşkulara boğuldu. Bir bakıma o yüzden, şiddetin çarpıttığı düşünme ve yargı gücümüz, toplumsal bir kişilik yetersizliğini, kolektif suçluluk duygularını gizler. Yönlendirilmiş kamuoyu eğilimlerinde derinden derine sancılı bir vicdanın gerilimlerini, futboldan siyasete bütün kitle hezeyanlarında öz itkilerine yabancılaştırılmış insanların sanıklık telaşesini bulgulayabiliriz.
Hakim, hüküm, hükümet üçlüsü
İlginçtir, Türkçede yargı sözcüğü çifte anlam taşıyor. Hem toplumsal hukukun kurumlanışını, hem de kavramsal düşünce yetisini ifade ediyor. Hukuksal anlamıyla bir mahkeme kararını, felsefi anlamıyla düşünsel veya vicdani bir muhakemenin (akıl yürütme-yargılama) sonucunu (hüküm) aynı zamanda...
Arapçadan dilimize geçmiş, hepsi de aynı kökten türeyen bu çok ciddi sözcükler, ne kadar da manalıdırlar.
Hakim:Hukuksal hükümler verme yetkisine sahip kişi... Ya da belirli bir konuda fikir yürütmek, sonuca varmak için gerekli bilgiye ve deneysel donanıma sahip olan. Yargıç ve egemen...
Hükmetmek: Hüküm vermek ve bir topluluk ya da ülke üzerinde egemenlik yürütmek.(Yine baskıcı çağrışımlar.)
Hükümet: Toplum adına hüküm veren ve egemenlik güçlerini temsil eden kurum.
Uzatmaya gerek var mı? Sözcüklerin bilinci, neredeyse ikiyüz yıldır bir türlü içinden çıkamadığımız bir tarihsel yapılanmayı olduğu kadar, kültürel algımızın iç sınırlılıklarını da yansıtmaktadır.
Bir konuda hüküm verme hak ve yetkisinin hükmedenlere ait olduğu bir hukuktur bu. Düşünsel ve vicdani kararlarımızın mahkeme hükümlerinin kesinliğini, genel geçerliliğini, buyurganlığını taşıdığı bir kültür... Düşünmenin yaratıcı ilişkiye değil, infaza yöneldiği bir ahlak.
Geçmişin yükü, dilin gözeneklerinde
Kültürün radikal bir eleştirisini, kavramsal konseptlerimizin demokratik bir dönüşümünü gerçekleştiremediğimiz sürece, tarihsel geçmişin baskısı ve çağdaş gereksinimlerimiz arasında çırpınıp duracağız. Konuştuğumuz dilin gözeneklerine yerleşmiş geçmişin ağır yükü, ondan sıyrılmadıkça, öteki ile insanca bir buluşmanın yeteneğinden yoksun kılacak bizi.
Düşünmenin iktidar terimleriyle birleştiği kültürel koşullanmalarımız, iktidara uygun düşünmek, insansal yetilerin egemenlik dürtüleri tarafından bozulması ve ötekinin infazıyla sonuçlanıyor. Düşüncemizin tahakkümcü biçimleriyle insanca yaşama özlemlerimiz arasındaki gerginlik değil mi hep vicdanımızı sorunlu kılan?
Suçlu, mahkemeyi kendine çeker, der Kafka, Dava adını taşıyan romanında. Suçluluk duygusu, suçun yaratılmasında bulur, Babanın yasasıyla özdeşleşme yolunu. Sapkınlıkla damgalanmış bilinçsiz güdülerin içerdiği tehlike, baştan verilmiş bir yargıyla özdeşleşilerek bertaraf edilir görünüşte. Ben, başkasına yönelik asılsız hükümlerinde kendisini yine kendi yaşamından doğan korkulara,sınırlılıklara mahkum ederek temize çıkmaya çabalar.
Suçlusun öncesiz ve sonrasız, der kürsüdeki Baba, karar baştan verildi. Suçluyum, der sanık sandalyesinde oturan Çocuk. Ama bunu ben değil, öbürü yaptı. Nerede o, diye sorar Büyük Yargıç hışımla. Dışarıda, der pişkin pişkin, Düşmüş Melek. Birlikte ötekini aramaya giderler.
Toptan yargı, içerideki gerilimin dışa yansıtılmasından gelir. Birleştirici insanal özdeneyim yerine, egemenlik yapılarından alır dayanaklarını. Dıştalar ve mahkum eder. Yargıç ve sanığın bilinçsiz özdeşliği, suçu ortada bırakır hep, bütün insanlık suçları gibi... Yoldan geçen Kafka değilse eğer, kim üstlenir sahipsiz bir vicdanın yükünü?
Lanete bir şeytan gerekir. İnfaz, çoğaltır suçu. Yargısında ele verir kendini yargıç.
Dava deyince aklıma geldi. Kafka'nın sarsıcılığını hala koruyan yapıtlarının Alman dilinden doğmuş olması, bir rastlantı sayılabilir mi sahi? Sakın, yanıtın da Auschwitz'le bir bağıntısı bulunmasın?
Die Deutschen und die Türken.Wir sind ja gute Partner in der historischen Hinsicht. Almanlar ve Türkler. Tarihsel açıdan güzel bir eşleşme oluşturuyoruz doğrusu biz. (NU)