Meşhur "filler ve çimen" benzetmesini pek severiz. Bu ülkede muktedir görünümlü hegemonik güçlerin kendi aralarındaki, bazen kavgaya dönüşen gerilimlerinin halka, topluma verdiği zararı, bu kavgalardan her daim "bizim" zararlı çıktığımızı vurgulamak için de sıkça kullanırız.
Güçlü ve güçlendikçe yalnız siyasetin değil, toplumsal yaşamın da tüm katmanlarına nüfuz etmiş yenilmez bir devlet/iktidar algısı, bir yönüyle resmi söylemin, tahakküm araçlarını kamusal mekânda rahatça oynatabilmek için habire pekiştirdiği bir algıyken ne yazık ki bir yönüyle de bizim, başat söylemi benimsemeyenlerin güçlendirdiği bir hayalet aslında. Şüphesiz bu hayaletin büyümesinde darbelerle, baskılarla, zulümle örülü bir karanlık tarihin ve aslında tartışmalı bir "yenilgi" edebiyatının payı var.
Ancak bugün artık semirmiş iktidar yapılarının üzerimize yapışmış ellerini üzerimizden çekmelerinin tek yolunun, o eli bir başka semirmiş iktidar odağını tokatlamak için kullanmaya karar vermeleri olmadığını biliyoruz. Otoriter bir hükümetin, tüm gücüne, tüm baskı ve kontrol aygıtlarına rağmen büyük bir haykırış karşısında sarsılıp sersemlediğini yakın zamanda gözlerimizle gördük. Üstelik umutsuzluğun doruğa ulaştığı, birçokları için "filler savaşı"nın, bu otoriteyi sarsacak tek ihtimal gibi görülmeye başlandığı bir dönemde kendi gücümüzle kendi algılarımızı değiştirdik; en azından üzerimizdeki tozu silkeledik. Gezi süreci sayesinde siyasetin pasif izleyicisi değil, aktif katılımcısı olduğumuzu hatırladık.
Siyaset gösterisi yeni sezona hızlı bir giriş yaptı. "Yolsuzluk operasyonu" şovu, milyonları ekran başına kilitleyebilecek güçte, doğru. Sürprizlere gebe, dramatik bir yakın gelecek bekliyor şimdi bizi. Bu şaşırtıcı ortamda tek öngörebileceğimiz, süreçlerin pasif aktörü CHP'nin ellerini ovuşturarak ekran başında, hem de en önde yerini alacağıdır. Oysa 80'li yıllarda çocuk olanlar hatırlar: Güç oyunlarının ve entrikanın dizisi Dallas başlayıp da tüm yetişkinler televizyonun karşısına yapıştırıldığında sokaklar biz çocuklara kalırdı. En özgür, en rahat oyun zamanları idi o büyük gösterinin saatleri...
Aynı özgürlüğü sokaklarda yeniden bulduk. Üstelik öyle bir renk cümbüşüyle geldik ki bütün gösteriler pek renksiz kaldı, aktörler rollerinden oldu, senaryolar değişti, her hikâye bize bağlandı. Böyle bir güç hissiyatının toplumun damarlarında dolaşmaya başladığı bir dönemde yapmamız gereken, oturup taht oyunlarını izlemek değil; ne ellerimizi ovuşturarak ne de gözlerimizi şüpheyle kısarak.
Aksine, iktidar oyunları egemenlikte boşluklar yaratır, yeni yollar açar, yeni kapılar aralar.
Prensiplere dayalı bir muhalefetin yapacağı şey, bu kavgada taraf olarak taraflardan en azından birinin yıpranmasına katkıda bulunmak değil, kendi siyaseti doğrultusunda bu yeni yolları genişletmek, aralanan kapıları sonuna kadar açmak olmalı, zira düşmanımızın düşmanı, bu kez dostumuz değil.
Gündemimiz yolsuzluk soruşturması mı?
Peki ya tecelli etmeyen adalet?
Muhaliflerle dolu cezaevleri?
Hesabı verilmemiş canlar?
Peşkeş çekilen kentler?
Giderek büyüyen sosyal uçurum?
...
Belli ki ortalık daha da karışacak. Şimdiden Bakanların, hatta Erdoğan'ın adı polisin yeni hedefleri olarak zikredilmeye başlandı. Sular dalgalanmış, rüzgâr fırtınaya çevirmişken oturup izlemenin, tahminler yürütüp bahis oynamanın zamanı değil!
Gösteri onlarınsa siyaset bizim, söz hakkı bizim, kent bizim, sokak bizim... (MÇ/HK)