Büyürken…
Türkçenin gençlik üzerine önemli romanlarından biridir “İki Genç Kızın Romanı”. Yazarı Perihan Mağden, ergenliğindeki kadar iştahla ve tutkuyla kitap okumadığını söyler. Gerçekten de ergenlik insanın algılarının en açık, okuma, öğrenme arzusunun en fazla ve kırılganlığının en yüksekte olduğu yıllar. Bütün bunlar bu dönemi edebiyat açısından son derece verimli kılıyor.
Fransa’dan Suriye’ye kadar birçok ülkede yayınlanan ve Güldünya Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Oğlanlar adlı kitap, bu dönem üzerine düşünen ve üreten bir yazarın imzasını taşıyor. İki kitabı, genç yetişkin edebiyatı dalında, İsveç’in prestijli edebiyat ödülü August’a layık görülen Jessica Schiefauer, 15-19 Mart tarihleri arasında İstanbul’daydı.
“Kadın Yazısı: İsveç-Türkiye Edebiyat Buluşması”nda dinleme fırsatı bulduğumuz Schiefauer, kitaplarını herhangi bir kesimi düşünerek değil, kendisi için yazdığını söylüyor. Yazar bu kitabıyla sadece büyümeye dair meseleleri irdelemiyor, toplumsal cinsiyet, cinsiyet yönelimi, cinsiyet kimliği gibi konular üzerine de düşünüyor.
Oğlanlar, yakın arkadaş olan üç kızın hikâyesini anlatıyor, Kim, Bella ve Momo. Henüz 14 yaşındalar, ailelerinin gözetiminden görece uzaklaşmışlar, evleri birbirlerine yakın ve gerek okulda gerekse evde zamanlarını mümkün olduğu kadar birlikte geçiriyorlar. Büyümek sadece kafalarını karıştırmıyor, aynı zamanda hayatlarını da zorlaştırıyor. Çünkü her şeyden önce oğlanlar da onlarla birlikte büyüyor ve erkeklerin tekelindeki ergen şiddetine maruz kalıyorlar.
Bu noktada Türkiyeli okur, dünyanın en eşitlikçi yasalarına sahip olan, dışişleri bakanının, dış politikasının feminist olduğunu açıkladığı İsveç’le Türkiye arasındaki benzerlikler konusunda şaşkınlığa düşebilir.
Yazar, kadınlar ve LGBTİ’lerin İsveç’te yaşadıkları sorunları yasalarla normların birbirinden farklı olmasıyla açıklıyor. Aynı zamanda kitabın anlatıcısı olan Momo’nun ağzından bedenin cinselleşmesiyle birlikte ona yönelen bakışların algısının nasıl değiştiğini ve bunun bedenin sahibi olan için nasıl sonuçları olduğunu okuyoruz Oğlanlar’da. Birçok kadının o yaşlarından hatırladığı, kaçınılmaz gibi görünen şeyler bunlar. Ama Jessica Schiefauer kahramanlarına bir armağan veriyor ve kaçılmaz gibi görünen bu kaderi, en azından belli zamanlar için değiştirebilmelerini sağlıyor. Kitabı okuma keyfinizi engellememek için bunun ne olduğunu yazmayacağım ama şu kadarını söyleyeyim, bu büyülü çözüm Momo, Bella ve Kim’in hayatını değiştirirken bizim de cinsiyet, cinsiyet kimliği ve cinsellik üzerine düşünmemizi sağlıyor. Nitekim, Oğlanlar bugün queer edebiyatın önemli yapıtları arasında sayılıyor. Romandan uyarlanarak çekilen, Alexandra-Therese Keining’in yönettiği Girls Lost adlı film de queer film festivallerinde büyük ilgi gördü.
Kitaptaki karakterleri inşa ederken onlara farklı kadınlık özellikleri vermeye özen gösterdiğini söyleyen yazar Jessica Schiefauer’ın önemli motivasyon kaynaklarından biri trans geçiş süreci yaşayan arkadaşları. Ameliyat olmaları, terapiye gitmeleri gereken, hatta yaşadıkları acı verici süreç nedeniyle intihara bile teşebbüs eden arkadaşları. Kendisini de bu kavganın, hissettiğin kişi olabilme mücadelesinin içinde gördüğünü söyleyen Schiefauer, bedeni bir kıyafet olarak görüyor:
“Sabah uyandığımızda dolabımızı açıp o gün için bir beden seçebildiğimizi hayal ettim. Kim, Momo ve Bella’nın güvende ve kendileri gibi hissettikleri sihirli bir dünya yaratmak istedim. Çünkü onlar görünmez olmayı değil, oldukları kişi gibi görünmeyi istiyorlardı.”
Schiefauer, Oğlanlar’ı 27-28 yaşlarında yazmaya başladı, tamamladığındaysa 33 yaşındaydı. Yazar bu uzun yazma sürecini şöyle özetliyor:
“Bilirsiniz, çekici olmak için belli bir tipe sahip olmanız gerekir. ‘Ceylan kızlar’ gibi olmazsan sende bir şeylerin yanlış olduğunu düşünmeni sağlarlar. Eğer o kızlardan biri olmayı seçersen de senin asla kendin olmana izin vermezler. Okula giderken o kızlar gibi ilgi gören biri olmak istediğimi, böyle biri olmadığım için onları kıskandığımı hatırlıyorum. Aslında onların gördüğü ilgiyi görmek istemiyordum. Oğlanların özne, kızların nesne, oğlanların aktif, kızların pasif olduğu düşüncesinden kurtulmak çok zordu. Sanırım 28 yaşıma geldiğimde artık kendimi güvende hissediyordum. Geriye dönüp baktım ve bu deneyimleri yazmaya karar verdim. Bu kitabı yazarak içimdeki genç kızın intikamını bir şekilde aldığımı hissettim.”
Angela Carter’ın kendisini çok etkilediğini sık sık tekrar eden yazar, sert toplumsal gerçekliği masalsı, sihirli bir anlatımla okuruna sunmayı tercih etmiş.
Ali Arda’nın muhteşem çevirisi, bu tadı Türkçeye de taşımış. Oğlanlar, okurunun önüne yeni kapılar açan, edebiyat lezzeti yüksek bir roman. (MD/EKN)