Görmenin aldatıcılığı karşısında dokunmak

“Hetaeralar” vurgusu yaparak en kutsal meslek fahişeliktir derim şimdi duyumsuz modern insana. Dokunmaktan, sevmekten korkarak içi boş, doyumsuz insana dönüştü duyumsuz insan yığını. Teslim edilen duyularımızın yoksunluğunun acısıdır bu.
Dokunma duyusu en özel; iyileştirici, geçirgen hissedici, evrenle dolaysız bağımızdır. Ve sonra koku ki tatma da zaten bir yerde yancısıdır kokunun. Oysa yeni sanal kurgusal düzende görme ve duymanın aldatıcılığından faydalanılarak “dokunma” ihtiyaç ötesine geçirilir. Sosyal ilişkilenme, eğlenme, aidiyet, onaylanma, cinsellik vs. psikolojik gereksinimlerinin çoğunu sosyal medya-ekran üzerinden gidermeye çalışan insan sistemin ikame sunumlarıyla kolaylıkla yeniden inşa edilir. Kuşkusuz bu sanal mecrada kullanılan duyumlarımız ise sadece görme ve işitmedir. Koku üzerinden ise bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bir nebze başarılı olduğuna dair, gerçekliğini henüz bilmediğimiz bir haber, önceki yıllarda yayılmıştı bile. Şayet kokunun sanal ortamda duyumsaması mümkün olursa tatma duyusunun da başarıyla bu alanda kullanabilmesi kolaylaşacaktır.
Dokunmayı sanal mecrada kullanmak imkan dahilinde olmadığından, sistem tarafından uzun yıllardır dışlanarak, çekirdek ailede de ebeveynlere verilen rollerle gelecek nesil üzerinde bu duyum önemsizleştirilmektedir. Nitekim artık kimse kimsenin çocuğunu sevip okşayamamakta, sistemin yapı taşı aile dışardan gelen her dokunsal eylemi “cinsel istismar” gibi ağır bir kavramla ilintilendirerek reddetmektedir. Bu bağlamda bireyler de dokunmayı oto sansürlemiştir artık. Buna yönelik algılar sosyal medyada, haberlerde, sokak ağzında zihinlere çoktan yerleştirilmiştir.
Toplum algısını anlamak için “reels” diye tabir edilen videoların altındaki yorumlar çok ilgi çekicidir. Bir videoda, 50’li yaşlarda bir erkek kuaföre saçını kestiren minik bir kız çocuğu, kesim işlemi sırasında kuaför tarafından sevecenlikle öpülüp yanakları sıkılıyordu (şayet “sevecenlikle” sıfatını eklemesem algı doğrudan istismara çekilebilirdi). Şefkatli bir sevgiden ötesini algılamamıştım ve belli ki kuaförün tanıdığı bir aileydi; annesi de yanında neşeli sohbetleri yer yer duyuluyordu. Ancak bu görüntünün altına yapılan yorumlar korkunçtu. “Ne biçim ailesi var”, “anne nasıl izin veriyor, ya adam istismarcı ise”, “zaten hep böyle masum dokunuşlarla istismar ediyorlar çocukları” vs. Tabi bu yorumlara karşı çıkan “nasıl insanlarsınız ki siz aklınız başka şeye çalışmıyor, bu adamın da bir ailesi olduğunu düşünmüyor musunuz” vs. şeklinde yorumlar da vardı. “Dokunmanın” doğrudan “istismar” ile ilintilendirilmesinin açık bir örneğiydi bu.
Anaokulunda, ilkokulda bazı öğretmenler artık çocukları sevemediklerini, dokunamadıklarını serzenişle anlatırlar. Sistemin kurgusunun ilk oluşturulduğu metropollerde kuşkusuz bu daha da yerleşiktir. Çocuk duyarlılığı kasarak muhalefetini de yaratıyor sistem. Kurgusal muhalefet ve kurgusal sivil toplum nefer yapılarak yeni toplum daha özenli inşa edilir. Tez de antitez de kurgulanarak zihnimize yerleştiriliyor. Bilinç de bilinç dışı da birer çöplük yığınıdır artık.
Şefkatin ve merhametin temsili kadın bile bu hislerini geçirmek için izin ister karşı taraftan. “Çocuğunuzu sevebilir miyim, öpebilir miyim?”. Bazılarımız aldatıcı-dar yorumla “birey” kavramına sığınarak idealize eder bu durumu. Burda izah etmeye çalıştığımız konu esasen bireyi, çocuğu önüne gelenin kollarına teslim etmek değildir. Artık ayırt edilmeden ve irade gösterilmeden, ağır kavramlarla yönlendirilmiş bir zihinle “dokunma”yı, fiziksel teması ve sevgiyi reddetme tutumudur. Bahsedilen bu ağır kavramlar “istismar, ihanet, aldatma, güven, sadakat, mülkiyet” gibi toplum ahlakının soyundan gelen ve her dönem revaçta olanlardır. Böylece günümüzün tek gerçekliği haline gelen sanal-yapay ortamda duyumsanamayan fiziksel temasın reddedilerek ortadan kaldırılması dil ile daha kolaylaşmaktadır. Oysa bir köpeği, kediyi severken aynı duyuyu kullanır da nasıl ahlaki ve maksatlı değişken kavramların tasmasıyla sıkmayız boğazımızı. Canlı türünü sevmekten neden bu kadar uzaktır insan? Sanal ortama kaydırılan cinselliğin yeniden kurgulanmasının uzun yıllardır ön hazırlığıdır bu kuşkusuz. Ve nihai hedef de insanın içindeki boşluğu büyütüp totaliter rejimlere alan yaratmak ve toplum üzerindeki her türlü yeni dizaynın kabul edilebilirliğini sağlamaktır. Kendileri de adeta birer kurgu halinde ilerleyen entellektüel ve muhalif kesim bu ilişkilendirmenin peşine de düşmemektedir haliyle.
“En önemli şey, en gizli tutulandır” der Guy Debord “Gösteri Toplumu” adlı kitabında. “Artık doğrudan doğruya algılanamayan dünyayı uzmanlaşmış farklı dolayımlarla ‘gösterme’ eğilimi olarak gösteri, görmeyi doğal olarak insanın ayrıcalıklı duyusu kabul eder”. Görme duyusunun en soyut ve en aldanabilir duyu olduğunu ve güncel toplumun genelleştirilmiş soyutlamasına denk düştüğünü savunur. Eski dönemlerde “dokunma” duyusunun insanın en ayrıcalıklı duyusu olduğunu bize hatırlatır.
Zihinlere yerleştirilen algılarla olumsuzlanan ve bir ihtiyaç olarak görülmeyen dokunma duyusu böylelikle arzulanmayacak ve mavi ekrandan uzaklaşarak dış mecrada arayış içinde olmayacaktır insan. İnsan insana dokunamamakta, öpememektedir. Dokunmak ellere içkin değildir sadece, dudaklar ve bütünen bedenin isteğine cevap vermektir. Dokunmayı ve teması kesme ön hazırlığıyla cinselliği sanal düzleme çekmenin sonucu doyuma ulaşamayan insan türü kitlesel olarak hastadır artık.
Tinsel anlamda da görme/gösterilen ile aldanıp dokunma duyusunun gücünden mahrum bırakılırız. Bu bağlamda “dokunma” duyusu ahlakın çarpıtılmış dogmalarıyla hissizleştirilerek duyumların doğrudanlığı karşısında kurgusal muhataplara kilitler insan kendini. Yalnızca ekranda değil gerçek hayatın içinde de dolaysızlığın karşısına kurgulanmış kavramlar, semboller ve imgelerle dolaylı bir ilişki içerisine girer. Bu kurgusallık ve yanılsamaların farkındalığına varan insan ise yalnızlaşacağı endişesiyle ya genele teslim eder kendini ya da toplumun “delilik”, “hastalık”, “asosyallik” gibi olumsuzlama isimlendirmeleriyle görmezden gelinir. Buradan çıkışın en iyi yolu çoğu düşünürün vurguladığı gibi yaratım sürecine girmek ve kendini her gün yeniden inşa ederek özgürleştirmektir.
Reels videolarla duygular da anlık zıt hislerle yüklenmiştir. Öte yandan bedeni zihinden ayırarak işlevsizleştirme, komut üzerine yaşayan robot insanı da daha kolay hazmedilir kılacaktır. Sadece görme ve işitme ile, moddan moda sokuyor sistem değersiz kurbanlarını. Bazen olumsuz bir hissi zihinde uzun süre tutmamanın konforu gibi görünse de esasen sahte eğlenceyle boşlukları suni arzu ve değerlerlerle maskeliyor. Anı yaşamanın keyfi gibi görünen şey deneyimlediği ve duyumsadığı gerçekliği öteleyip bilinç dışına süpürmek, orda bomba ve imha alanları yaratmaktır. “Dokunmatik ekran” kavramı da çok basit gibi görünen anlamı dışında temel duyumun sanal dizayna dil ile de transfer edildiğini gösterir. Tıpkı koronavirüs pandeminin henüz başında ilk kavramın “temassız” olması gibi. “Temassız kargo”, “temassız teslimat” yanısıra muhteşem(!) “mesafe” kavramı. Hatırlanırsa kısa bir video ile belleğe yerleşen en korkunç görüntülerden birisi şuydu; virüs taşıyıcısı bir el başka bir el ile tokalaşıyor ve anında virüs karşı tarafın vücudunu istila ederek öldürüyordu. Böylece dokunmak ölümcül bir tehlike olarak yerleştirildi belleklere.
“İnsan zaten kurgulanmış bir varlıktır ve şu an yeniden kurgulanıyoruz, nesi kötü. Kısacık ömrümde ben mi derdine düşeceğim” şeklinde çok da popülerleşen konformist bir düşünce de tehlikeli bir şekilde yaygınlaşıyor. Ama dişil doğa kabul etmez bu eril rasyonelliği. Tüm acılarımızın kaynağı değil midir ki Tanrıça kültünü kendine mal edinip yeni kurguyla inşa eden Tanrısal eylemler. Algoritmalarla yığın yığın değil birey birey ele geçirilip güdüleniyoruz artık. Bir şeyi net ve duyumsadığımız gibi algılamanın ve zihni temizlemenin yollarını bulamaz mıyız? Maksatlı saptırmanın dolaylamayla ilişkisine Camus’nun o muhteşem “Düşüş” eserindeki şu cümleler ne güzel örnektir: “Neden giyotine giden bir mahkum için ‘kellesi kesildi’ denmez de topluma borcunu ödedi denir”. Sosyal statü ve sınıf ayrımı gayesini görerek “kravat” yerine “bez parçası” demeyi tercih etmesi de iyi bir örnektir. Duyumsayarak kişisel algıları oluşturmak kendiliğimiz ve evrenle dolaysız bağımızdır. Bakmanın ötesine geçerek dokunmalı insan gördüğüne, öpmeli gülümsediğini; sarılmalı diğerine, hayvana, ağaca ve kendine. Bu bedava ve tükenmeyen eylemlerin pozitif sonuçlarını her gün deneyimleyerek sahte arzuların sınırlarını aşmalı. Sadece görmenin ve işitmenin yanılgılarıyla değil dokunarak hissetmenin aşkın bir eylem halini alması trajedimiz değil midir?
(YPT/RT)