“Hayatın, kendi bildiği gibi akışını seyretmek yerine, kendi bildiğim gibi yaşamak istedim ömrümü. Geçmişe, geleceğe ve şimdiki zamana aynı anda dokunarak, kendi içime ya da dışıma yaptığım yolculuklarda gezdikçe gezesim geldi. Bayraksız ve pasaportsuz bir dünya özlemekten vazgeçmedim hiç. Geri dönmemek üzere akıp giden zamanın mırıldandıklarından duyabildiklerimi bu kitabın sayfalarında biriktirdim…” diyerek başlıyor Gönül İlhan’ın “yol hikayelerini” anlattığı yeni kitabı. “Bir Çift Kanat Bütün İstediğim”.
Gönül İlhan, aklına düşen bir dizenin kışkırtmasıyla bile sırt çantasını kapıp çıkabildiği yolculuklarda, kimi yerde çadır kurarak, kimi yerde küçük otellerde kalarak, zaman zaman şehirlerarası otobüslerde, gemi güvertelerinde, trenlerde uyuyarak dolaştığı yerleri anlatıyor bize. Gezdiği yerleri hem fotoğraflamış hem yazmış; bildik gezi yazılarından farklı bir tat veriyor okuyana. Yazıların başrolünde yerler yok, yerler oralarda yaşamış, yaşamakta olan insanlarla var, insanlara dokunuyor. Asıl olarak da yolculuğu kendine yapıyor, gezip gördüğü her yerde, rastladığı her insanda kendine yaptığı yolculuğu anlatıyor.
“Kendi yüreğinize gidiyorsunuz önce, kendi içinize. Kimsenin bilemediği, göremediği, sizin de yıllardır el değdirmediğiniz, kapısını çalmadığınız gönlünüze...
“Geçmişe dönüyorsunuz sonra. Yaşadıklarınıza az biraz, yaşamadıklarınıza en çok da. Yaşamayıp da, gizli bir mabede dönen yüreğinizin en derininde yıllar yılı gizlediklerinize.
“Çıkarıp, denizin mavisinde yıkıyorsunuz onları bir bir, güneşin sarısında kurutuyorsunuz.
“Eski taş binaların merdivenlerinde, pencere kafeslerinden sarkan ada çiçeklerinde, taş döşeli ince uzun sokakları güzelleyen akşamsefalarının renginde yeniden tanıyorsunuz onları. Kendinizi yeniden tanıyorsunuz.”
Yolculuklar çoğaldıkça kendine yapılan yolculuklar da çoğalıyor.
Gönül İlhan, yolculuklarını anlatmaya Kars’tan, Sarıkamış’ın soğuğundan, “Askeri kırdıran Enveri Paşa”dan başlıyor. Ardından okuyucuyu pek bilinmeyen bir toplulukla tanıştırıyor. Kars civarında eriyip yok oluşlarını anlatıyor bu topluluğun, siz suçluluk duygusuna kapılıyorsunuz.
Sonra birden, İstanbul Boğaziçi’nde nöbet tutan şairleri ararken buluyorsunuz kendinizi. İzmir’de yağmur altında Alsancak Garı’nda hiç gelmeyecek bir treni yaşlı bir kadın omzunuzda ağlarken bekliyorsunuz. Tirilye’de Haydar Amca’nın kaybettiği eşini anlatırken “onunla sandalımız hep limana girdi, dalgaya yakalanmadı hiç” deyişini aklınızın bir kenarına yazıyorsunuz, uygun bir söz arasında kullanabilmek için.
Bozburun’da yeniden şair oluyorsunuz. Hüzün garson suretinde gelip duruyor yanı başınızda. Kunduracı Çınarı’nın altında çay içerken zaman içinde kendinizin ne kadar önemsiz bir ayrıntı olduğunuzu düşünüyorsunuz.
Gece trenlerine biniyorsunuz Gürcistan’da. Büyük ninesi Kars’tan, büyük dedesi Muş’dan, Azeri ağzıyla konuşup Gürcistan ’da yaşayan Ermeni Margo’yu dinlerken Hırant’ı anıp içinizden insanları birbirine düşman edenlere, doğdukları ya da istedikleri yerde yaşamaya ve ömrünü tamamlayıp ölmeye izin vermeyen iğrenç ırkçılığa saydırıyorsunuz.
Küba’da sizi evine davet eden çiftçinin ikram ettiği kahve ve puroyu içerken onca yoksulluğa rağmen mutlu yüzlerin, ışıltılı gözlerin sırrına ulaşmaya çalışıyorsunuz.
Ah İspanya! Zil, şal ve gülden ibaret değilsin! Ellerinde yerli kanı, uzak ülkelerin altın ve incilerine duyulan şehvetle katile dönüşmüş bir kaşifin heykeline bakarken yüzünüz kızarıyor. “Gümüş olmak istiyorum” diyen şair taht kurarken kalbinizin başköşesine, ömrü bir yana savruluyor Dali’nin, sanatı öte yana. Başı öne eğiliyor gitar ve kastanyetin, siz lanet okuyorsunuz Lorca'nın katledilmesine.
Çok hüzünleniyorsunuz, yetişkin olmak ağır geliyor, bir çocuk oluyorsunuz. Sırtınızda taşıyabileceğiniz kadar bir konforla komşuya gidiyorsunuz, seksek oynar gibi “o ada senin bu ada benim” Yunanistan’da anakara ve adalar arasında günlerce süren yolculuklara doyamıyorsunuz.
Birbirinden değişik tam 38 yolculuk anlatmış kitabında, yalnızca yazmamış, bir de her yolculuktan fotoğraflar koymuş sayfalara. Şaşırtıcı bir anlatımı var her yolculuğun, her biri ayrı bir duygu yoğunluğu, çoğunlukla bir şiirin içindeymiş gibi hissediyorsunuz kendinizi.
“Tarihin tanığı yapıların kimsesiz duruşundan hüzne bulanıyor üstüm başım. Hava kararıyor, sokak lambaları yanıyor, kuş sürüleri kanatlanıyor ağaçlardan.”
“İntiharına göz yumulduğu hayli belli olan taş merdiven üst kata doğru tırmanarak, dökük mavi boyalı han duvarlarının arasında gözden yitiyor.”
“Aklınız anlamsızlıktan uzaklaşıyor, yakın geliyorsunuz kendinize.”
Okuyup sona geldiğinizde tekrar başa dönmek gereğini duyduğunuz yığınla cümleyle karşılaşıyorsunuz kitap boyu.
Yol sorduğu, pansiyonunda kaldığı, alışveriş yaptığı insanların, hatta aynı dili konuşmayanların bile bir şekilde anlatabildikleri sıradan insanların öykülerini yazmış Gönül İlhan. Birkaç cümlelik küçük, ama samimi öyküler. Neredeyse herkesin öyküsünde yerinden yurdundan göç etme var, göç ettirilme var, zamanla kabuk bağlamış, acılı öyküler.
“Rumlar geliyor Yunanistan’dan. Evlerini arıyorlar, temellerini öpüyorlar, toprak alıp götürüyorlar. Bir gün 83 yaşında Rum bir kadın geldi. 23 yaşında buradan ayrılmış. Türkçeyi senden benden iyi biliyor. Biri kız, biri erkek iki çocuğu var yanında. Birkaç paket kahve verdi kahveciye, arkadaşlara pişirirsin, dedi.”
Bunun gibi öyküler çıkıyor her yerde karşısına. Bu yüzden olsa gerek bayraksız ve pasaportsuz bir dünya özlüyor, bu yüzden olsa gerek kendisi için bir çift kanat diliyor.
Eduardo Galeano, Aynalar’da “Belki de ortak kökenimizi hatırlamayı reddediyoruz. Çünkü ırkçılık hafıza kaybına neden oluyor ya da o çok eski zamanlarda dünyanın tümünün bizim krallığımız olduğuna, üzerinde sınırlar olmayan uçsuz bucaksız bir harita olduğuna ve bize şart koşulan yegane pasaportun ayaklarımız olduğuna inanmak bize zor geliyor” diye yazmış, hepimizin aynı kökenden geldiğimizi anlatırken.
Sınırların insanları düşmanlardan korumak için değil dostlukların yayılmasını engellemek için var olduğunu bir kez daha düşündürüyor Bir Çift Kanat Bütün İstediğim.
Kitapta yerlerin, yapıların, anıtların adlarının yanı sıra karşılaşılan, öyküsü olan insanlar da adları ile anılıyor. Kars’tan Rasim Kaya, çocukları Azad ve Dilan, Trilye’den Pervin Hanım, Hikmet ve eşi Hasan, Haydar Amca, Saffet Hanım, Maria, Kaynaklar’dan öğretmen Mustafa Balcı, Gürcistan’dan Margo, Küba’dan Alfred, İspanya’dan Sivaslı Mehmet, komşudan faytoncu Stavros, İki Maria, “cık” diye cevap verince gelenin nereli olduğunu gülerek söyleyen Yanis, Mihalis, Perulu Antonyo, Kostas, pansiyoncu Anki, Deli Maria...
Gezi yazılarını okumayı ya da gezmeyi seviyorsanız gezmekten beklentiniz broşürlerle, paket tur programlarıyla sınırlı, yemek, içmek, yatmak, eğlenmek ve alışverişten ibaret değilse, çıkmak isteyip de çıkamadığınız, bir sırt çantasıyla yola koyulmaya cesaret edemediğiniz bütün yolculukları Gönül İlhan kitabıyla hediye ediyor.
Ruhsuz turizm görevlilerinin, terbiyeli garsonların yapay dilleri değil, otobüs şoförünün, bakkalın, pansiyoncu kadının, çadır komşunuzun birkaç kelime ve eliyle koluyla samimi iletişim kurma çabalarını seveceksiniz. Ülkeleri, toplulukları, şehirleri sıradan insanlarıyla tanıyacaksınız.
Yolculuklarınızı seyrederek değil yaşayarak, gittiğiniz yerlerdeki hayata karışarak yapacaksınız. İnsanları tanıdıkça kendinizi tanıyacaksınız. Hem hüzünlü hem insana dair umut veren kitabı bitirdiğinizde en azından, şehrin meydanından geçerken çocukların yem attığı güvercinlerin içinde diğerlerinden fırsat bulup kırıntı kapamayan tek bacaklı bir güvercinin olup olmadığına bakacaksınız.
İşyerinize girerken çay ocağından yayılan kahve kokusuyla, bu topraklardan gitmesine neden olanların torunlarına içmeleri için kahve getiren Maria’dan utanacaksınız. Lezzetli Kars peynirlerini yerken Molokanlara buruk bir teşekkür göndereceksiniz. Bir gümrük kapısındaki sıkıcı pasaport kontrol sırasında beklerken, geldiğiniz yönden gideceğiniz yöne doğru, üstünüzden gaklayarak uçup giden kuşları görünce, bir çift kanat da siz isteyeceksiniz.
Bir Çift Kanat Bütün İstediğim Gönül İlhan’ın dördüncü kitabı, 2015 Mart ayında Notabene Yayınları’ndan çıktı. (MH/YY)