“Sinema yapmayı düşünüyorum, sinema yapmayı düşünüyorum, sinema yapmayı düşünüyorum…”
(Ahmet Uluçay, Tepecik Hayal Okulu).
Güliz Sağlam’ın yönettiği A.İlker Berke’nin yapımcılığını üstlendiği 2014 yılı yapımı Tepecik Hayal Okulu isimli belgesel film yönetmen Ahmet Uluçay’ın düşlerini, sıkıntılarını, sevinçlerini kısaca dünyasını anlatan bir film. Filmi yöneten de yapımcığını üstlenen de onun çok yakın dostları, yoldaşları. Uluçay’ın 2002 yılında beyninde tümör olduğu teşhisi koyulduktan sonra İstanbul’daki zorlu hastane sürecinde ve sonrasında onu hiç yalnız bırakmayanlar. Bu dostluğun olması filmdeki içeriden bakışı, Uluçay’ın dünyasını anlama isteğini ve samimiyeti izleyiciye yakından hissettiriyor. Uluçay ile yakınlaşmamamıza/ kaynaşmamıza vesile oluyor. Uzun kuyruklarda bekleyip muayene numarası almaktan, hastane odasına, ha bugün ha yarın olacak diye ameliyat günü saymaya, hastalığın belirsizliği ve hastane ortamının karmaşasının Uluçay’ın iç dünyasında yarattığı çalkantılara, film çekebilme arzusunun nasıl daha da güçlendiğine refakat ediyorsunuz filmle birlikte.
Biz Uluçay’ı uzun metrajlı filmi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’la tanımıştık. Metin Erksan’ın Kuyu filmini on dört yaşında izledikten sonra sinema yapmaya karar veren, başta Optik Düşler olmak üzere birçok kısa filmi olan, kamyonculuk, inşaat işçiliği gibi işler yapsa dahi gönlü ve aklı hep sinemada olan bir sinema insanı olduğunu öğreniyoruz Uluçay’ın Tepecik Hayal Okulu’nda.
Kütahya’nın Tavşanlı ilçesi Tepecik köyünde doğan, daha ilkokul üçüncü sınıfta iken gezici bir sinemacının gösterdiği sinema filminden oldukça etkilenerek aklı sinemayla çelinen, resimleri kımıldatmaya kafasını takan bir hayal insanı Uluçay. Bitirdiği köy ilkokulundan sonra okumayan ama sinemadan ve sinema üzerine okumaktan hiç kopmayan bir sinema tutkunu.
Güliz Sağlam’ın belgeselinden yola çıkarak Uluçay’ın kısaca yaşamına göz attığımızda aklında sinema yapmak dışında bir şey olmayan birisiyle karşılaşıyoruz. İzlediği ilk filmden sonra bütün filmleri “Bu film nasıl yönetilir?” diye izler Uluçay. Kafasında görüntülerle, hikâyelerle dolaşır ve bunları kırıldı kırılacak bir yumurtanın çocuksu özeniyle taşır. Köyde ise başta ailesi olmak üzere, köy ahalisi onun sinema filmi yapacağına inanmaz, sinemayla kurduğu tutkulu ilişkiyi küçümser. Adeta köyün delisi olarak görülür. Diğer yandan bozkırın ortasındaki bu köyde tamamen de yalnız değildir aslında. Onu anlamaya çalışan, ona inanan, sabahlara kadar anlattığı projeleri dinleyen Ahmet Tepe vardır yanında. Bir de kendine benzeyen sinemayı kafaya takmış arkadaşları İsmail Mutlu ve Şerif Akarsu. Onlarla birlikte “Arkadaş Sinema Grubu”nu kurarlar ve ilk kısa filmleri olan Optik Düşleri (1993)Almanya’dan gelen bir gurbetçiden satın aldıkları VHS kamera ile çekerler. Bu film için iki yıl maket yapmakla uğraşırlar. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Dekanı’na filmi izlettirirler ve onun filmi beğenmesi kendilerine olan güvenlerini, yaptıkları işe olan inançlarını artırır. İkinci kısa filmleri Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak’ı 1994 yılında daha gelişmiş bir kamerayla (High 8) çekerler. Bu arada Ahmet Uluçay ailesinin baskısından kurtulmuş, evlenmiştir ve iki çocuk babasıdır. Artık kısa filmleri aile üyelerinin katkılarıyla yapılır. Mekânın oluşturulmasından oyunculuğa kadar hep eşi Ayşe, oğlu İdris ve kızı Hatice yanındadır.
Ahmet Tepe’ye göre Uluçay’ın hayal gücü dört boyutludur; “Tek başına ümitsizlik ağacından meyve yemek isteyen bir insan gibidir.” Uluçay kendi deyişiyle “Çocukluğuna takılıp kalmış bir sinemacıdır.” Çocukluğunda ocak başında anlatılan hikâyeler hiç aklından çıkmaz; sinemayla anlatacakları için birikir durur. Cinleri, şeytanları gördüklerini söyleyenler, geceleri bazı sokaklardan geçmeyenler ona çok şey anlatır; sinema dilini bunlar üzerinden oluşturur. Gölgelerle oynar çocukluğunda Uluçay, tepelerin ardını merak eder, köyden geçen trenler düş gücünü kışkırtır. “Gölge varlığın süsü”dür diyen bir ressama karşılık Uluçay “O zamanlar gölge varlığın kendisiydi” der. Sinemayı tanıdıktan sonra gölgeyi dünyasından çıkaramadığını anlatır.
Filmde Uluçay’ın ailesine karşı muhafazakâr bakış açısını, feodal değerlere saplanıp kalışını da görüyoruz bir yandan: Kızının okumasına izin vermeyişi, karısı ve kızını köyden dışarı çıkartmayışı gibi. Karısı Ayşe hem ev içinde çalışması, hem ailenin geçim derdiyle boğuşması hem de Uluçay’ın filmlerine destek vermesi anlamında tam bir görünmez emektir. Uluçay, 2004 yılında, 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde iyi film ödülü aldığında bunun farkında gibidir. Ödülü karısına adar; onun emeğinin ödenmezliğinden söz eder: “Bu ödülü karıma armağan ediyorum, çünkü gerçek yönetmen o, ben sadece sinema yapmak için onu buradaki insanların asla bilemeyeceği yoksulluklara ittim ama o hep benimle oldu.’’ Tepecik Hayal Okulu’nunafişinin fikri de Ayşe Uluçay’ındır bir bakıma. Hıdırellez’de ağaca film şeritleri asar filmleri olsun diye Ahmet’in.
Uluçay, epilepsi öncesi gördüğü rüyalardan etkilenerek çektiği Epileptic Film (1998) ve köylülerden duyduğu hikâyelerden yola çıkarak kurguladığı Excorcise (2000) isimli kısa filmleri de yapar. 2002’de geçirdiği ilk beyin ameliyatından sonra çocukluğundan izler taşıyan Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ı tamamlar. Temmuz 2004’de bir beyin ameliyatı daha geçirir. Uzun süre Bozkırda Deniz Kabuğu adlı filmini gerçekleştirmek için çabalar ancak beynindeki tümör izin vermez.
30 Kasım 2009 yılında aramızdan ayrılan Uluçay söyleyecekleri/ meselesi olan ve bunları “çocuk gözüyle” aktarmak isteyen bir sinema insanıydı. Yaşadığı dar çevrede bireyselleşmeyi başarabilmiş, kendinin farkında olan, kendini tanıyan birisiydi. Daha pek çok çocuk gözüyle filmler yapmak istiyordu.. Tepecik Hayal Okulu bize tutkuyu ve söyleyecek sözümüzün olması için bu tutku ve heyecanın vazgeçilmezliğini anlatıyor. Bir de düşlerimizden asla vazgeçmemeyi… (FS/ÇT)