Veli'nin ölümü üzerinden tam 29 yıl geçmiş insanın inanası gelmiyor. Hrant Dink'i anarken 19 Ocak'ta, yüreğimin diğer yarısı Veli Eskili için parçalanmakta...
Veli'yi anlatmak o kadar zor ki; tıpkı Necdet'i (1), Balet Aydın'ı (2) anlatmanın zorluğu gibi. En akıl almaz zorlukları yaşarken ve anlatırken bile, şölene çevirirlerdi ortamı. Onlar gibi olmayı o kadar çok isterdim ki. Ele avuca sığmazlar, sadece hareket çevikliği değil konuşmalarıyla da hepimizin dikkatini çekerlerdi.
Ankara'ya gelişimin ilk yıllarıydı. 1975 başında Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu Derneği (Tek-Der) kurucu başkanı olan ağabeyim okulda çıkan bir çatışmada ağır yaralanmıştı. Sanıyorum ilk kez o zaman görmüştüm Veli'yi. Ondan sonra da Veli'yle ve diğer Tek-Der'lilerle hep özel bir ilişkim oldu.
Tek-Der Yönetim Kurulu üyeliğinden Devrimci Gençlik (Dev-Genç) Merkez Yürütme Kurulu üyesi olduğu günlerde karşılaşmıştım. "Abi ben de senin gibi devrimci olabilir miyim?" dediğimde, "Sende bu azim ve kararlılık olduktan sonra elbette olursun" dedi.
Ben o zaman Devrimci Liseliler Örgütü (Lise-Der) üyesiydim. Şimdinin gençlerine garip gelecek ama o yıllarda liseden başlayarak hepimiz bir örgütlenmenin içindeydik.
Benim için örnek insanlar onlardı. Ayrıca teknik lise elektrik bölümünde okuduğumdan bölümlerimiz de aynıydı Veli'yle. Daha sonra aralıklarla hep karşılaştık. Her karşılaşmamızda neşeyle konuşur, o zamanın deyimiyle mavra yapardık.
Ali Uyanık!
1978 başında yollarımız Adana'da buluştu. Annemin deyimiyle "tayinlerimiz" oraya çıkmıştı. İkimiz de çok sevinmiştik karşılaşmamıza. İlk kez Ankara dışına çıkıyordum. Çukurova'nın kavurucu sıcağına hiç dayanamıyordum.
"Çok zayıflamışsın yoksa rejim mi yapıyorsun?" dediğinde acayip bozuldum, "onu sen yap, ayrıca da bu dili hiç sevmiyorum" dedim. Başladı gülmeye. "Ufaklık seni kızdırmak ne kadar kolay, bu da çok hoşuma gidiyor" dedi.
Kızınca kendimi zaptedemediğimden soğukkanlı davranmaya, makul cevaplar vermeye özen gösteriyordum. Tabiki genellikle başaramıyordum. "Testide olan akar, kendini niye zorluyorsun ki, zaten de başaramıyorsun' dedi.
Böyle zamanlarda beni sinir etmesine rağmen yine de hep Veli'yle beraber oluyorduk. Tabii ki Adana'daki yoğun anti-faşist mücadelede Behçet (3) , Erkan ve diğer arkadaşlar gibi o da hep en ön saflarda yer aldı. O olağanüstü koşullarda bir an olsun neşesinden de, azim ve kararlılığından da asla vazgeçmedi.
Necdet bana içi dışı farklı renkli montunu vermişti. Montu birlikte giydik. Adana'da yakalandığında üzerinde o mont vardı. O mont hala onların kokusuyla bende duruyor, ailesine verilmek üzere...
Veli yaralanıyor Ankara'ya getiriliyor başka bir isim altında tedavisi olacak. Necdet başında ona sonradan da taşıyacağı ismi veriyor, "Ali Yavuz". "Anladın mı?' diyor, evet yanıtını aldıktan sonra soruyor test için. "Adın ne" diyor, cevap: "Ali Uyanık!"
Necdet çıldırıyor. Tekrar tekrar soruyor hep aynı yanıt. Sonunda "sen konuşma biz cevap vereceğiz" diyor. Bir Ankara ziyaretimde Necdet, benim nerede olduğumu bilmediği halde kiminle birlikte çalıştığımı kullandığım jargondan çıkarırdı.
Onları anlatmakta kelimeler kifayetsiz kalıyor. Bir yönlerini anlatırken, başka yönleri sanki yan gözle bana bakıyor; "beni bölüp parçalama" diye.
Çok gençtiler hatta çocuk... Hepsi 25 yaşın altındalardı. Hiçbir sistemin sınırlarını tanımadılar, buna bir de gençliğin muazzam değiştirme potansiyelini katarsanız, ancak kavrayabilirsiniz.
Sevgili Veli,
Canım arkadaşım, senin ismini yazarken bile tarifsiz acılar içindeyim hala. Birgün sizlerin arkasından yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Sizlere öldü diyenlere saldıran ben, nasıl olur da yokluğunuza onay mahiyetindeki bu yazıyı yazıyorum? Canım Veli, senin son gördüğün rengi, son düşüncelerini bilemiyorum, aynı Necdet'te olduğu gibi. Ama ben anlatayım senden sonra ne yaşadığımızı.
Cuntanın bütün azgınlığıyla üzerimize saldırdığı dönemde 19 Ocak 1981 günü Malatya'da öldürülmüşsün. Mayıs ayında Erkan Abi, "Ayşegül, Veli Malatya'da öldürülmüş. Okmeydanı'nda ismini duvarlara yazmışlar" dedi. Koşullarını oluşturup bir ay sonra Malatya'ya geldim. Necdet'i İskenderun'da aradığım gibi senin izini aradım.
Vurulduğun Çarmuzlu Karakolu'nun yakınında oturan ve olayı tüm ayrıntılarıyla yaşayan Nedim amcayı buldum. Nedim Amca yaşadığını kimseyle paylaşmak istemiyordu. Üç gün matematik yaptım. Üçüncü günün sabah seher vakti avludaki pınarın başında bir türkü tutturdum.
"Malatya'nın harmanları savrulur
Sürgüsü yok, yabası yok, yeli yok
Dediler şurada bir "Yiğit" düşmüş
Anası yok, Babası yok, arkadaşları yok!"
Acı avazım Nedim amcayı sarstı. Kendi sesim beni bile sarstı sevgili Veli. Nedim amca, sen ne istiyorsun "Burada düşen yiğidin nesi oluyorsun?" dedi.
Sonra, "gel yanıma otur, soru da sorma ben sana anlatayım" dedi ve son anlarını anlattı. Kendimi zor tuttum. Anlatılan hikayenin sarsıcılığında bir insan ne kadar duygularını gösterirse ona özen göstermeye çalışarak sonuna kadar dinledim.
"O benim abim, canımdan çok sevdiğim abim," dedim gerisini hatırlamıyorum.
Seni nasıl anlatmalıyım inan çok çaresizim. Ayağımın altından koca bir zemin kaydı. Dengemi yitirdim. Bu kaçıncı denge yitirmemdi. Aynen Necdet'te, Balet'te, Soner'de (4) (İlhan), Behçet'te olduğu gibi.
Sizlerin çok yönlülüğünüzü anlatmak o kadar kolay değil. Büyük bir orkestranın birçok enstrümanını çalan müzisyenler gibiydiniz.
Böyle durumlarda Necdet, "ustam lafı dağıtmaya gerek yok, somut anlat, amacını net olarak ortaya koy" derdi. Balet Aydın ise, "Marksizm işçi sınıfının biliminin ideolojisidir" dediğinde, ben de "hadi canım sen de, işçi sınıfının bilim yaptığı nerede görülmüştür?", dediğimde, "Ama cümlenin estetik kuruluşu güzel değil mi" derdi.
Sen ise "Bütün renkler yarışa girmişler tüm kirletilmişliğine rağmen yine de beyaz kazanmış" derdin.
Sizler bizlerin "bembeyaz"larımızsınız. Sibirya'da keman, gitar çalan, parende eşliğinde parmaklarının uçlarında dans edenlerimizsiniz. Hepsinden önemlisi kararlı, önder, militan ve bir o kadar da mütevazı, gerektiğinde başkaları için yaşamlarını ortaya koyan kızılderili kahramanlarımızsınız.
Hem de yaşamın şakaya gelmediğini, onca ciddiye almanıza rağmen. Çünkü mücadeleyi derin bir aşk gibi yaşadınız. Aşk kendinden vazgeçmek, feda etmektir. Aşk mangal gibi yürek ister o da sizde fazlasıyla vardı.
İnsanların mutluluğunu odağınıza aldınız, hiyerarşiye değil yeteneğe önem verdiniz. Herkesin kalbinde bundan dolayı taht kurdunuz. Sistem tanımayan aklı özgür bırakarak, analitik yöntemle, duygusal aklın olmazsa olmazı sanatı da işin içine sokarak düşündüklerinizi eğip-bükmeden, serbest vezin, aynı yaşamınız gibi, yaşamlarımıza derin imzalar attınız.
Onun için özelsiniz, özgünsünüz, güzelsiniz.
Sevgili Veli, son gelişimde annen Ülkü teyzem, baban Cahit amcam, kardeşin Nihal'e arkadaşlarla çok geç kalmış ziyaretimizi yaptık. Ülkü teyzem, sizlerin yanında ağlamamak için kendimi sıktığımdam dudaklarım patladı, "Patates gömmedik ki biz, bu kadar olacak Ayşegül' diyor. Senin bir mezarın bile yok!
Gökkuşağının çocukları, sizleri ana renklerde değil, bütün renklerde özlemle, sevgiyle, anacağız ve yaşatacağız.
Kaplarına sığmayan, "neden? niçin?" sorusunu sürekli sorarak, dogmalara, tabulara meydan okuyan yaramaz meraklı filozoflar, sizleri çok ama çok özlüyorum, özlüyoruz.
Can Yücel'in sevgili Deniz Gezmiş için yazdığı şiirdeki gibi:
Bu hızlı koşuda ipi önce siz göğüslediniz
Aşkolsun gökkuşağının rengarenk çocukları
Eğer sizin anınızı zerre kadar üzdüysek
Aşkolsun bana, bize...(AD/EÜ)
_______________________________________________________________________________
(1) Necdet Erdoğan Bozkurt 20 Aralık 1979'da "Maraş Katliamını Protesto Mitingi" hazırlık çalışmaları sırasında İskenderun'da gözaltına alındı. 31 Aralıkta kaçarken vurulduğu iddia edildi. Daha sonra, işkencede kalbinden vurulduğu anlaşıldı. 25 yaşındaydı, Sarıkamış'ta doğdu, Bursa Mustafakemalpaşa'da büyüdü. Devrimci-Yol liderlerindendi, Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyeliği ve Ankara Dev-Genç başkanlığı yapmıştı.
(2) Aydın Erol 24 Ekim 1987'de siyasi mülteci olarak bulunduğu Hamburg'da bir lokantada çıkan tartışmayı yatıştırmaya çalışırken öldü, 31 yaşındaydı. İlk eylemini Ankara Devlet Konservatuarı'nda öğrenciyken 11 yaşında yemek boykotuyla yaptı. İyi bir baletti de. 12 Eylül cuntası lideri Kenan Evren televizyonda konuşurken İstanbul'da sesi kesildi, yerine "Burası özgürlüğün sesi radyosu. Size Devrimci Yol savaşçıları sesleniyor" anonsu duyuldu. Bu eylemin ardındaki isim Aydın Erol'du.
(3) Behçet Dinlerer İstanbul'da doğdu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) okudu. ODTÜ'de ODTÜ-DER (ODTÜ Öğrenci Derneği) ve AYÖD'ün (Ankara Yüksek Öğrenim Derneği) aktif militanlarındandı. 1977'de Devrimci Yol örgütlenmesi için Adana'ya gitti. 1979'da sol içi bir çatışmada ağır yaralandıktan sonra kısa bir süre Gaziantep çevresinde bulundu. 12 Eylül sonrasında Cunta'ya karşı direnişi örgütleme faaliyeti içindeyken 23 Kasım 1980'de yakalandı. Ankara Emniyet Müdürlüğü DAL'da ağır işkenceler sonucunda 13 Aralık 1980'de öldü. 26 yaşındaydı.
(4) Soner İlhan Gelibolu'da doğdu. Lisede devrimci olmuştu. Lise bitince bir süre işçi olarak çalıştıktan sonra Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'na girdi. Tek-Der'in önderlerindendi. İşçi eylemlerinde, kitle gösterilerinde, mahallelerdeki faşist işgallerin kırılmasında, her yerdeydi. Veli Eskili ve Necdet Erdoğan Bozkurt'la birlikte Devrimci Yol sorumluları olarak Akdeniz bölgesine gitti. 12 Eylül askeri cuntasına karşı dağa çıkmak üzere İskenderun yakınındaki bir dağ köyünde kaldıkları evde arkadaşlaryla birlikte kuşatıldı. Çatışma'da vuruldu. 19 Mart 1981'de öldüğünde 25 yaşındaydı.