Göğün maviliği ve Ayşegül Tözeren
Şiir,
Derinleşmek gerektiğinde düşünsel bir kazı
Uzaktan da olsa dokunmak için bir el
Toplımsal boğulma hallerinde bir nefes
Kişinin yüreği ile arasında bir sır
Yalnızlığa karşı bir yoldaştır.
Bilindiği gibi ansızın bir baskınla gözaltına alınanlar listesine şair, yazar Dr. Ayşegül Tözeren de eklendi. Bu arada doğum günü bu sürece denk geldi.
Ayşegül Tözeren, gözaltında geçen doğum gününde kendi deyimiyle ona reva görülen 6 adımlık kapalı bir hücreden avukatıyla gönderdiği mesajda “göğe bakın./Benim için./Uzun uzun…” demiş.
Tutsaklığı yazarken şairin, koşullarını ifade ederken tutsağın aklına ilk gelenler sırasında en önde gökyüzünün yer alması, bir yanıyla da tutsaklığın nasıl bir “kapatılma” olduğunu anlatıyor.
Tabii gökle kurulan bu ilişki veya göğü yanında taşımak, Halil Cibran'ın “Hepimiz mahpusuz. Ama kimimizin hücresinde pencere var kimimizinkinde yok.” demesi gibi düşü/ütopyası olanların ve tutsaklıkta o düşsel pencereyi açık tutabilenlerin işidir. Bu pencereler sayesinde en yüksek güvenlikli hücrelerden bile “düşsel firar” önlenemiyor.
En ilkelinden en “modern”ine, zindandan F tipine tüm hapishanelerin/tecritlerin ortak özelliği, görüntüde tutsak alınan beden de olsa gerçekte beynin ve yüreğin teslim alınmak istenmesidir; insanın üretemez, düş kuramaz, etrafına çizilen sınırları aşamaz hale getirilmesidir ve mümkünse biat ve itaat ettirilmesidir.
Kürtçede tutsaklığın karşılığı olan “dîlgirtin” kelimesinin “yüreğin kapatılması” anlamına gelmesi de bir tesadüf olmasa gerek. Paulo Coelho'nun, “Umutsuzluğa teslim olma, yoksa yüreğinle konuşmana engel olur” sözü bu bağlamda çok değerlidir.
“Kalbin konuşması sonsuzluktan gelir” diyor Marlo Morgan. Her zaman ama özellikle tutsaklıkta yüreğimizle konuşup gelecek düşü kurabildiğimizde ütopyalarımız bizi yalnız bırakmaz. Tabii yüreğimizle konuşabilmek için umutsuzluğa düşmemek durumundayız.
Özgür tutsak çaresiz zindancı
Zindancı, sınıfsal duruşu ve değerleri gereği yaşam alanlarını adımla ve metrekareyle ölçer. Bu nedenle de yaşam alanındaki adım sayısını ne kadar düşürürse tutsağı o denli kıstırmış, yalnızlaştırmış ve çaresizliğe mahkum ederek teslim alma koşullarını yaratmış olacağını varsayar.
Ancak sınıfsal olarak bilmedikleri, bilseler de kendilerinde olmayan nitelikler var ki tutsağı özgür, zindancıyı çaresiz kılar. Örneğin Ayşegül'ün bugüne dek hayatın içinden öykü toplarken, hekimlikte veya alternatif bir gelecek adına mücadelde biriktirdikleri, gittiği veya götürüldüğü her yerde penceresinden göğün içeri dolmasına imkan tanır. Zindanın yapıcılarının umudun yapıcıları karşısında tarihin her evresinde çaresiz kalmalarının sebebi budur. Bu, sınıfsal bir farktır. Biri tarihin akışını ters çevrimeye, insanlığın aydınlıktan, iyiden ve güzelden yana önlenemez yürüyüşünü durdurmaya çalışmakta, diğeri ise geleceğe doğru kaçınılmaz akışın motoru olmayı üstlenmektedir.
Hekimlik mesleğinin yanında yaşamın sokaklarından öykü damıtan, bireyselleşmeye karşı politik ve toplumsal olanın önemine dikkat çeken Ayşegül'ün aklına öncelikle göğün gelmesi, o kucaklayıcı maviliğin önemine dikkat çekmesi bir tesadüf değildir. “Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın” diyenlerin veya “Pencereyi kapama gök dolabilir içeri” cümlesini kurabilenlerin farkıdır bu. Değerlerle barışıklık ve içsel sevgi bu duruşun anafikridir.
Güç mü güçsüzlük mü?
Her şeyin metalaştırılmasında sıranın Kazdağları'na, Munzur Dağları'na, Salda Gölü'ne vb. gelmiş olması nasıl ki güçlülüğün değil güçsüzlüğün, bir tükenme halinin ifadesi ise; seçilmiş belediyelere kayyum atmak veya muhalif duruş ve düşünce belirten Ayşegül gibi binlerce insanın ya soruşturmadan geçirilmesi ya da göstermelik yargılamalarla tutsak alınması da bir gücün değil güçsüzlüğün ifadesidir; ellerinde zor araçlarından başka bir şeyin kalmadığının göstergesidir.
Bu türden rejimlerin varlık ve devamlılık güvencesi, insanların yalnızlaştırılması ve giderek kendi sorunlarıyla kendini boğar hale getirilmesidir. Bunun için işsizlik de yoksulluk da muhalif seslerin kriminalize edilerek susturulmak istenmesi de bir araç olarak kullanılır. Tam da bu nedenle, yalnızlaştırmaya karşı sahiplenerek çoğaltma yöntemi, tüm çeşitliliğine ve farkına rağmen saldırıların aynı merkezden/kaynaktan geldiği bilinciyle hareket edilmesi yani saldırıya ve hak gaspına uğrayanların sahipsiz olmadığının gösterilmesi büyük önem taşıyor.
Girişteki dizeler, bir yanıyla da şiirin gücünü ve şairin teciridi delebilme kapasitesini anlatıyor. Tutsağın, “ayakkabı bağı, kemer, para vb. eşyalar” gibi el konulamayacak nitelikleri arasında yer alan şairliğinin (bağrından taşıdığı potansiyel dizelerin) diğer niteliklerinin yanında çoğaltıcı bir avantaj olduğuna inananlardanım. Ayşegül, bugüne kadarki emeğinin ve mücadelesinin yanında bu avantajıyla da yalnız değildir. (MY/RT)