* Bu yazı Güncel Hukuk dergisinin Aralık 2015 sayısında yayınlanmıştır.
Yargılamaya konu olayın olduğu yıllarda genç bir araştırmacı iken bugün Fransa’da sürgünde yaşama mecbur bırakılmış gençliği çalınmış bir aydın.
Toplumun en hassas olduğu konulardan biri olan Kürt sorununu incelemeye kalkışması hayatının karartılmasına yol açtı. Kürt sorunu üzerine başladığı çalışmaları nedeniyle dönemin sorunu şiddet yoluyla çözüm arayan askeri bürokrasisinin etkin olması sonucu hedef haline getirildi.
Yargılamaya ilişkin dava 28.07.1998 tarihinde açılıp Mısır Çarşısı Patlamasına konu dava birleştirilerek görülmeye başlandı. Yargılama, ülkemizde görülen en çarpıcı davalarından olma sebebi masum bir insanın devlet içindeki bir özel ekip tarafından nasıl mahkum ettirilmeye çalışıldığının belgelerinden biri olmasıdır.
Soruşturma süreci kısaca bu şekilde işlemiş ve yargılama ayrı bir usulsüzlükler ve müdahalelere konu olmuştur. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 08.06.2006 tarihinde Savcının ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis’ cezası verilmesini istemesine karşın Pınar Selek hakkında kesin ve inandırıcı delil elde edilememesi nedeniyle Mısır Çarşısı patlaması ile ilgili ‘ceza verilmesine gerek olmadığına’ karar vererek yargılamayı sonlandırmıştır.
Ancak, Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 17.04.2007 tarihli kararıyla ceza verilmesine gerek olmadığına ilişkin hükmü ‘hüküm kurulmadığı’ gerekçesiyle usulden bozdu. Ancak İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Mısır Çarşısı iddiası ile ilgili kesin ve inandırıcı delil bulunamaması nedeniyle eski kararının tekrar ederken Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin olarak 23.05.2008 tarihinde 9. Ceza Dairesi’nin eksik bulduğu hususu gidermiş ve ‘ceza verilmesine gerek olmadığına’ şeklinde önceki kararını ‘beraat’ kararı şeklinde ikinci kere beraat hükmü kurmuştur. Ayrıca Mahkeme kararında, Pınar hakkında örgüt üyesi olduğuna dair iddiaları da inandırıcı bulmamıştır.
İkinci beraat kararı sonrasında da Duruşma savcısı, Pınar Selek’in beraat kararının bozulması talebinde bulunarak kararı temyiz etti. Ancak Savcı soruşturma aşamasında Pınar Selek aleyhine dosyadaki tek beyan olan ve daha sonra bu beyanını reddeden Abdülmecit Öztürk hakkında verilen beraat kararını temyiz etmeyerek esasen düzmece davanın hedefinin Pınar Selek olduğunu bir kere daha ilan etmiş oldu. Böylece Mısır Çarşısı ile ilgili açılan davada Pınar Selek’i suçlamak için tek dayanak yapılan, sonradan reddettiği “eylemi Pınar ile birlikte yaptık” şeklindeki polis ifade tutanağının sahibi A. Öztürk’ün beraat kararı kesinleşmiş oldu.
‘Kürt sorununa batıdan duyarlı olunmasını engellemeye yönelik’ kamuoyunda Batı Çalışma Grubu olarak anılan ekipçe başlatılan komplo ortada kalmıştı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, beraat kararını 10.03.2009 tarihinde bozarak GODOT’nun gelmeyeceğini açıklamış oldu. Aynı daire kararında, beraat kararı temyiz edilmeyen Öztürk hakkında kazanılmış haklarının saklı kaldığını kararlarına yazarken Pınar Selek için tekrar yargılama yapılmasına hükmetti.
Ancak Yargıtay Başsavcısı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin beraat kararının bozulması kararına karşı Y.C.G.K’da itiraz ederek, “patlamanın bombadan kaynaklandığı kanıtlanamamıştır” gerekçesiyle beraat kararının onanmasını istedi. Bu talebin incelenmesi sonucunda Y.C.G.K. kararında, “Y. Başsavcılık ile Yargıtay 9.ceza dairesi arasında bomba patladığı konusunda herhangi bir şüphe yoktur” şeklinde bir açıklamada bulunarak, esasen dosyayı incelemediğini ilan etmiş oldu. Zira Başsavcılık ‘bombadan kaynaklı olduğu kanıtlanamamıştır’ itirazında bulunmuş ve fakat Y.C.G.K. bu itirazı tam tersinden okuyarak skandal bir kararla 17’ye karşı 6 oyla, Yargıtay Başsavcısı’nın itirazını 09.02.2010 tarihinde reddetmiş oldu.
Dosya tekrar İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine geldi, Mahkeme 09.02.2011 tarihinde Pınar Selek hakkında daha önce verdiği ‘beraat kararında direnme kararı’ verdi. Mahkeme savcısı beraat kararını yedi gün içinde yeniden temyiz etti. Ancak Mısır çarşısı davası ile birleştirilen Mısır Çarşısı dışındaki diğer davalardaki usul eksikliklerinin tamamlanmasına ilişkin yargılama devam ettiğinden Mısır Çarşısı dosyası Pınar Selek yönündeki beraat kararındaki direnme kararı Yargıtay’a gönderilmeyerek diğer yargılama konularının bitmesiyle birlikte göndermek üzere Mahkemede bekletildi.
Yargılama Pınar Selek dışındaki kişiler üzerinde devam ederken mahkeme başkanın izinli olduğu dönemde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geçici olarak başkanlık yapan yeni bir hakimle oluşan heyet, 22.11.2012 tarihinde hukuka aykırı biçimde Pınar Selek’in beraati konusunda verilen nihai direnme kararını Yargıtay’a gönderilmek üzere bekletilirken bir ara kararla geri aldığını açıkladı.
Mahkeme daha önce hüküm vermiş olduğu ve el çekmiş olduğu bir davada usul ve yasaya aykırı olarak yetkisi olmadığı halde, ikinci bir karar vererek, kendisini ‘temyiz mercii’ yerine koymuş, kendi beraat kararını geri almış oldu. Duruşma Savcısı aynı gün, daha önce temyiz ettiği dosya hakkında Pınar Selek yönünden karar verilmemiş gibi tekrardan Pınar Selek hakkında esas hakkında mahkumiyet talepli mütalaa vermiş diğer yandan da aynı mahkemede daha önce vermiş olduğu ‘direnme’ kararına ilişkin temyiz dilekçesini de geri çekmeyerek aynı yargılama içinde iki ayrı temyiz talebinde bulunmakta beis görmemiştir.
Mahkeme Başkanının izinden dönmesi sonrasında karar koyduğu muhalefet şerhine rağmen, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi oy çokluğuyla Pınar Selek hakkında 24.01.2013 tarihinde üç kere verilmiş beraat niteliğindeki mahkeme kararına aykırı şekilde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi ve yakalama kararı çıkardı. Mahkemenin Ayrıca Pınar Selek hakkında kırmızı bülten çıkarılması ve Fransa’dan iadesinin istenilmesi için talepte bulunmasına karşın İnterpol, talebi kriterlerine uygun ve yeterli bulmayarak reddetti ve talep dosyasının imha edilmesine kararlaştırdı.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde Pınar Selek’in avukatları olarak yapmış olduğumuz temyiz başvurusu üzerine temyiz duruşması 30.04.2014 tarihinde gerçekleşti. Bu duruşma Pınar Selek’in avukatları olarak Yargıtay’da savunma yapabildiğimiz ilk duruşmadır. Duruşma saatlerce esas ve usul yönünden temyiz sebeplerimiz anlatılarak yapıldı.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi temyiz incelemesi sonucu Pınar Selek’e verilen müebbet hapis cezası kararını 11.06.2014 tarihinde usulden bozdu.
Dava dosyası, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Mahkeme heyeti, Pınar Selek hakkındaki yakalama kararını 03.10.2014 tarihinde kaldırdı.
İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasını sundu. 16 yıldır devam eden davada yargılamaya yeni katılan savcı somut herhangi bir delile dayanmadan ve herhangi bir gerekçe de göstermeden Pınar Selek hakkında ağırlaştırılmış müebbet talebini yineledi.
19 Aralık 2014 tarihinde İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Mahkeme Yargıtay 9.Ceza Dairesi’nin bozma kararına uyarak duruşmada Pınar Selek hakkında önceki verilen beraat kararında ‘direnme’ şeklinde hüküm kurarak 4. kere beraat kararı vermiş oldu. Savcılık bu kararı da gerekçesiz bir şekilde temyiz etti. Dosya Mahkeme kararındaki hükme dayanılarak Yargıtay Ceza Genel Kurul’una gönderildi. Ancak kanaatimiz Mahkeme Kararının eski kararda direnme olmayıp ‘bozmaya eylemli uyma’ dediğimiz bir yolla kurulan yeni bir karar olması sebebiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne gönderilmesinin de ihtimal dahilinde olduğudur.
17 yılda hüküm mahkemelerinin dört kere beraat kararına konu olan yargılama, daha önceki kararında görüldüğü üzere dosyayı yeterli incelemeyen ve özellikle savunma imkanımızın elimizden alındığı Yargıtay Ceza Genel Kurulunda tekrar görülecektir. Y.C.G.K.’da yapılacak olan söz konusu yargılamanın 17 yıl sürmesini mi problem edinelim yoksa adil yargılanma hakkımızın elimizden alındığı savunma hakkımızın kısıtlandığı süreci mi problem edinelim karar veremedik.
Yargılamaların bir insanın ömrünü alıp götürmesinin ne kadar sakıncalı olduğunu biliyor olmamızın yanı sıra geciken adaletin de, adalet getireceği konusunda da şüphelerimiz vardır. Problem sadece yargılama sürecindeki gecikme olmayıp kararında adil olup olmamasında yatmaktadır.
Yargılama faaliyetinin temelinde yargının ‘bitaraf’ olması zorunludur. Oysa günümüzde yargının bitaraf olduğunu söylememiz mümkün değildir. Özellikle politik davalarda yargı üçüncü kişi konumunda değil doğrudan yargılama konusunun tarafı olarak durmaktadır. Sorunun temel noktalarından biri yargının kendinin devlet zannetmesinden kaynaklanmaktadır. Birinci sorun bu nedenle Yargının bağımsız olmamasında yatmaktadır. Ayrıca yargının aynı zamanda tarafsız olması da gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında yer verildiği üzere tarafsız olması da yetmez. Aynı zamanda yargılama faaliyeti sırasında tarafsız olduğunu da hissettirmesi gerekir. Adaletin gecikmesi yargılanan kişi üzerinde ve geleceğinde yarattığı telafisi mümkün olmayan tahribatların yanı sıra bu faaliyetten beklenilen toplumsal yararı da ortadan kaldırmaktadır.
Kanaatimiz ne olduğu belirsiz olan Godot’yu gelme ihtimalinin Adalet’in gelme ihtimalinden daha çok olduğudur. (AE/ÇT)