Fonda Mahsun Kırmızıgül Arguvan Türküsü "Emmoğlu"nu söylüyor Humeyni'nin mabedinin olduğu binanın önünden Havaalanına geri giderken. Azeri sürücü otelin önünden bizleri alırken Türkçe konuştuğumuzu anlayınca hemen CD'lerinin arasından Mahsun'u bulup koymuştu.
İlk gün farkına varmıştım pazarlik yaparken sayıları bir de Türkçe söylemenin faydalarını. Farsiler konuşulanları anlamasalar dahi Türkiye'den olduğumuzu anlıyorlar daha yakın sıcak davranıyorlar, Azeriler Emmi oğullarını görmenin mutluluğu ile yardım etmek için atılıyorlar.
Üç günlük bayram tatilinin rotası aslında Şiraz ve Persepolis'ti. Ancak Tahran-Şiraz uçak biletlerini önceden ayırtmayı başaramadığımız için Humeyni havaalanına iner, oradan Mehrabad havaalanına geçeriz, Mehrabad'dan Şiraz'a uçarız diyorduk.
Tahran'a sabah 4'te indiğimizde öyle de yaptık. Ancak Şiraz'a bos uçak bulmak namümkün. 3-4 saat sonra pes edip taksi şoförüne bizi Tahran'da eli yüzü düzgün bir otele bırakmasını istiyoruz.
Devrim sonrası devletleştirilmiş büyük otel zincirlerinden birinin inşa ettiği bir otele bırakıyor bizi. Kayıt bürosundakilerin Azeri oluşu pazarlık yapmak için büyük avantaj.
Eşim nasıl giyinecek?
Kayıtlarımızı yaparlarken biz kahvaltı ediyoruz. Ardından iki saatlik bir uyku. Ve üç günlük maraton başlıyor.
Arap Şeriatını gördüm diye düşünüyorum, Şii/Farsi şeriati nasıl acaba diye merak ediyorum. İran'da hala yaşayan ciddi oranda Yahudi, Zerdüşt ve Bahai topluluklar var. Ülkelerini terketmek gibi bir düsünceleri yok, gayet de mutlular. Bu topluluklara mensup birileri ile karşılaşalabilir miyim acaba?
Eşimin nasıl giyineceğine karar veriyoruz ilkin. Kışlık kabanı, saçlarının üzerine atsın diye bir atkı yeterli. İlerleyen saatlerde atkı kafasından kayıp düşecek, Eşimde atkıyı türban gibi bağlamaya baslayacak. Mahalle baskısından çok yerçekimi baskısı diyoruz bu duruma.
Çağdaş Sanatlar Müzesi kapalı
Lale parkına gidiyoruz ilkin. Parkın içinde 20 kadar kişi satranç oynuyorlar. Yaşları 50 üzeri gibi. Park çok güzel, sonbaharın kızıllığı üzerine çökmüş. Meşe yaprakları uçuşuyor. Yaşlı bir teyze çevresine 20 kadar kedi toplamış besliyor hepsini özenle. Fotoğrafını çekmek istediğimde kızıyor bana, boynumu özür diler gibi büküp uzaklaşıyorum.
Parkın çıkışında Çağdaş Sanatlar Müzesi'ne gözümüz ilişiyor (Comtemporary Arts Museum), yenileme çalışmaları sebebiyle kapalıymış. Ancak müzenin dışında bir iki eser var.
Tahran'da bir kadınla erkeğin yanyana heykelleri, kadın çıplak olmasa dahi vücut hatları gayet ortada, saçları kapalı değil. Şah döneminden kalmış olmalı, buradakiler üzerine tükürüp kaldırmamışlar.
Her yöreden halılar Halı Müzesi'nde
Az ileride Şah Rıza'nın eşi Farah'ın yaptırdığı halı müzesi var. Müze halı sergilemek üzere tasarlanmış, duvar ve zemin eğimleri buna göre düzenlenmiş. İran'ın her yöresinden çok değerli halılar sergileniyor.
Müzede tek eksik müzenin kurucusu Şah ailesine ait hatıralar, onlara ait herşey kaldırılmış. İlerleyen günlerde Gülistan sarayını gezerken karşılaşacağız aynı şeyle. Orwell'in 1984'u gibi, İran tarihinden 60 yıl tamamen silinmiş, Şah ailesi sanki hiç yasamamış gibi. Yapıtlara dokunulmuş değil, hatta korunmuşlar da, ancak Şah silinmiş, hic yasamamıs gibi.
Tahran Üniversitesi'ne doğru yürüyoruz müze çıkışı. Arabalar çok eski, kaporta bakımları hiç yapılmamış gibi. Hemen hepsi darbeli. Yollar Samand ve Runno marka arabalarla dolu.
Amerikan arabası hiç görmedik
İran yapımı Peugeot da en çok görülenlerden sokaklarda. Amerikan arabası hiç görmedik. Yol şeritlerine uyan yok gibi, üç şeritlik yolda beş araba seyrediyor. Yolda karşıdan karşıya geçmek hüner gerektiriyor. Trafiğin yavaşlamasını yada azalmasını beklesek akşama kadar en fazla 3 metre yol alacağız. Sürücüler dikkatli, bir şekilde yayayı ezmemeyi başarıyorlar. Bir iki alıştırmadan sonra biz de alıştık yola atlamaya.
Kaldırımlarla yol arasinda sokağın büyüklüğüne göre değişen arklar mevcut. Arkların üstü örtülmüş değil. Ev yada işyeri atığı kanalizasyon için yeraltında başka bir kanalizasyon sistemi olmalı, yoksa kokudan duramazdık. Bu arklar bana çok mantıklı geliyor.
Enkelap Caddesi'nde "café"...
Çocukluğumun Malatya'sı da böyleydi. Su belli saatlerde belli sokaklara yönlendiriliyor. Kaldırımlarda ve arklardaki ağaclar, çicekler sulanmış oluyor. Kentin kaldırım çöpü, kağıt, sigara izmariti, ağaçlardan düşen yapraklar bu arklara süpürülüyor. Umarım bir çöp toplama-arıtma işletmesine gidiyordur akan suyla temizlenen kent çöpü.
Beş saattir kaldırımları karışlıyoruz. Garip bir şekilde lokanta ya da kahvehane göremedik. Artık bir çay içme vakti dediğimizde önümüzde "Cafe" tabelasını görüyoruz Enkelap Caddesi'nde. Emin değilim ben mi bela arıyorum, bela mı benimle birlikte geziyor. Girer girmez sigara dumanı gözümüzü yakıyor.
Kendimi Ankara Sakarya caddesinde Cem çayocağına girmiş gibi hissettim bir an. Yan masada top sakallı, at kuyruklu, yuvarlak artiz şapkalı biri yanındaki kıza Fransızca öğretiyor. Yada Fransızcası ile etkilemeye çalisiyor.
Çayları söylüyoruz. Arka masada Sakarya Caddesinin mudavimi şarapçılarımızdan "Semavi" abiye benzeyen saçı sakalına karışmış biri okuyor önünde ki latin harfleri ile yazılmış kıtabı. Kadın-Erkek sayısı birbirine eşit. Saçların sadece topuzları kapali. İranda yüzü kapalı kadın görmedim zaten, hatta çarşaflıların dahi kahkülleri alınlarına akıyor ve kapatmıyorlar.
Resimlerin çoğunda Samuel Becket var
Birden dikkatimi çekiyor duvardaki resimlerin çoğu Samuel Beckett'e ait. İran'da daldığımız ilk cafede bununla karşılaşmayı ummuyordum. Beklentim çay kahve ve kalloon (nargile) idi. Biz ise Tahran Üniversitesi'nin aykırılarının takıldığı cafeye dalmışız. Beckett'in resmine bakarken acaba İranın gençleri neyi "bekliyorlar" diyorum eşime.
Kadınlar mesela yönetime daha çok katılmayı mı bekliyorlar, yoksa içkinin ve kadın sesinden müziğin yasak olmadığı bir ülkede sevgilisi ile dans edebilmeyi mi?
Erkekler neyi bekliyorlar? bir Rock konseri mi?, sokakta korkmadan yürümeyi, asker yada polis görmeden bir gün geçirebilmeyi, sevgilisine özgürce sarılıp korkusuzca öpebilmeyi mi?
Buranın gençlerinin kaplarına sığamadıkları, yıkıp, yeniden kurmak istedikleri neler acaba?
Karanlık çöktü artık. Vali-Asr caddesinde yürüyoruz. Bir insan cümbüşü, insanlar gülümsüyor. Kadınlı erkekli. Kadınlar konuşurlarken gözlerinizin içine bakıyorlar, kimse kimseden gözlerini kaçırmıyor. Ya Araplar bilmiyor İslâmı ya Farsiler bilmiyor diyorum kendi kendime. Ama Farsilerin İslâmı bana daha Müslüman geliyor. (EK/EÖ)