Fransa'da göçmenlik ve ulusal kimlikten sorumlu Devlet Bakanı Eric Besson tarafından ortaya atılan ve Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından da desteklenen "ulusal kimlik" tartışmaları can sıkıcı bir hâl almaya başladı. Sıkıntı, bizatihi böyle bir bakanlığın kurulmuş olmasından kaynaklanıyor.
Sarkozy ilk olarak France2 kanalına yaptığı bir açıklamada sarfettiği "Göçmenlik ve ulusal kimlikten sorumlu bir bakanlığın kurulmasını istiyorum. Çünkü bugün Fransa'da göçmenlik dosyası üç ayrı bakanlık tarafından ele alınıyor" sözleriyle bu bakanlığa yeşil ışık yakmıştı. Öte yandan böyle bir bakanlık fikrinin anti-demokratik olduğu gerekçesiyle, başını aydınların çektiği bir çevre internette imza kampanyası başlattı. 'Pour la suppression du Ministere de l'Identité Nationale' adlı bu toplumsal girişim internette şu ana dek 40 binin üzerinde imza topladı.
Tartışma yaratan kritik nokta, ulusal kimlik ile göçmenlik arasındaki ilişki. Bakanlığın isminden yola çıkılarak, bir "ulusal kimliğin" yaratılmaya çalışıldığı ve göçmenlerin de bu kimlik altında asimile edilmeye çalışıldığı eleştirisi yapılıyor. Bakan Besson'un "ulusal kimliği" tartışma konusu haline getirmesi ve bir de internet sitesi kurup Fransız halkına "Sizce Fransız olmak ne demektir?" sorusunu yöneltmesi bu konudaki eleştirileri haklı çıkarıyor.
Konuşmalarına bakılacak olursa, Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin tahayyülündeki Fransa; kadın ve erkeğin eşit olduğu, "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı", tüm inançlara saygı duyulan eşitlik ve özgürlük toprağı.
Ve tabii burkaya, kadının köleliğine vs. yer olmayan bir ülke. "Cumhuriyeti'nin değerlerine" atıfta bulunan Sarkozy, yükümlülükler yerine getirildiği ölçüde haklardan yararlanmanın talep edilebileceğini savunuyor. Örneğin işsizlik sigortasından para almak isteyen bir kimsenin gerçekten de tüm samimiyetiyle(!) iş araması veya ücretsiz eğitimden yararlanmak isteyen bir öğrencinin hocalarına ve eğitim binasına saygı göstermesi(!), derslerine düzenli devam etmesi gerekiyor.
İlk bakışta makul gibi görünen bu istekler, Fransa gerçeğiyle karşılaştırılınca biraz havada kalıyor. Çünkü Fransa yasalarda eşitliği sağlayan bir ülke olsa bile uygulamada göçmenler iş bulma konusunda pek şanslı değiller. Kaldı ki bu imkânları etik gerekçelere sığınmadan tüm yurttaşlara eşit ölçüde sunmak sosyal devletin gerektirdiği bir nitelik. Bu da demek oluyor ki; ücretsiz eğitim ve işsizlik sigortası, devletin vatandaşlarına lütfettiği şeyler olmanın çok ötesinde, sosyal devletçe yerine getirilmesi gereken yükümlülükler.
Türkiye tarzı laiklik!
Başbakan François Fillon da konuşmalarında "ulusal kimliği" açıklarken sık sık Fransa'nın "şanlı tarihine" atıfta bulunuyor ve "cumhuriyetin değerlerini" savunduğunu söylüyor. Fransa'nın laik bir cumhuriyet olduğunu hatırlatma ihtiyacı hisseden Başbakan Fillon'un da aslında Cumhurbaşkanı Sarkozy gibi -en kibar ifadeyle- kafa karışıklığı yaşadığı, "Fransa laiktir ama topraklarımıza sonradan gelen dinlerin göz ardı edemeyeceği biçimde, kadim bir Hıristiyanlık mirasına da sahiptir" sözünden anlaşılıyor. Başbakan'ın laiklik anlayışı dinler arasında bir hiyerarşiye izin verebiliyor. Bu mantığa göre Hıristiyanlık Fransa'nın en eski dini olma niteliğiyle dinler arasında en üst sırada yer alıyor.
"Ulusal kimlik" tartışmasını gündeme getirmek; ekonomik sorunlarda bir ilerleme kaydedemeyen iktidarın, başarısızlığını örtmek için yaptığı bir hamleye benziyor. Sarkozy'nin sözleri dikkatli okunduğu zaman ekonomik başarısızlığı göçmenlere usta bir dille mal ettiği görülüyor. Daha önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne dâhil olmasına karşı çıkarak sükse yapan Sarkozy, şimdi de yerel seçimlerin öncesinde göçmen karşıtı söylemleriyle gündemi meşgul ediyor. Olan biteni nüfusbilimci ve tarihçi Emmanuel Todd şöyle yorumluyor: "Eğer iktidardaysanız ve ekonomiye dair hiçbir şey yapamadıysanız, kendinize ne pahasına olursa olsun bir takım şamar oğlanları bulmanız çok önemli hale gelir."
Fransız halkını uzun vadede sonu görünmeyen bir karışıklığın içine çektiği danışmanları tarafından Sarkozy'e söylenir mi bilemeyiz. "Fransız olmak ne demek?" gibi bir soruya verilebilecek cevap kaç kişiyi ne çerçevede kapsayabilir ki? Hele ki Fransa gibi çok-kültürlü bir ülkede!
Değişen ekonomik, kültürel, toplumsal ve politik determinantlar ele alındığı zaman donmuş bir "millet"ten söz edebilmek mümkün müdür? Ya da farklı inançlara ve yaşam biçimlerine sahip, farklı soylardan gelmiş insanları barındıran bir milletin içinde tek bir kimlik söz konusu olabilir mi? Elde edilecek yapay bir tanımlama ötekileştirmekten ileri gidemeyeceği gibi, hâlihazırdaki yabancı aleyhtarlığını körüklemekten başka da bir şeye hizmet etmeyecek elbette.
Sol, "ulusal kimliğe" karşı sokakta
Fransa'nın her yerinde "ulusal kimlik" tartışmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Halkın, ama özellikle de akademisyenlerin ve öğrencilerin tepkileri gün geçtikçe artıyor. Sosyalist Parti ve Yeni Antikapitalist Parti gibi siyasi partilerden oluşan Sol Partiler Platformu ve Fransız 'İnsan Hakları Derneği' de bu gösterileri destekliyor. Mediapart adlı bağımsız haber sitesinde yayınlanan bir yorumda siyasal iktidar tarafından hazırlanan soruların ve yine aynı iktidar tarafından kontrol edilen cevapların demokratik bir tartışmanın doğasında olması gereken özgürlüğe, ulusal çeşitliliği tek bir ulusal kimliğe indirgeme girişimininse çoğulculuğa aykırı olduğu dile getiriliyor.
Fransa'da son olarak Bordeaux şehrinde sol partilerin ve öğrenci sendikalarının organize ettiği bir yürüyüş gerçekleştirildi. Öğrenciler ve akademisyenler bir araya geldi, "Gitmesi gereken göçmenler değil, Sarkozy'dir" ve "Birinci, ikinci, üçüncü nesil; hepimiz göçmen çocuklarıyız" sloganları eşliğinde "ulusal kimlik" tartışmalarına cevap olarak "bizim kimliğimiz enternasyonal" dediler.(EE/EÜ)
* Esin Eğriboz, öğrenci, Bordeaux Siyasal Bilgiler Enstitüsü