Nuri Bilge Ceylan'ın "Bir Zamanlar Anadolu'da" filminden bir sahne: Çorak bir coğrafyada bir cinayeti çözmek için akşam saatlerinde başlayan keşif, ertesi gün sabah saatlerine kadar sürer. Araçla yollar katedilir, polis memurları, şoförler, savcı, doktor, katil zanlısı yorgun, bitap düşmüştür.
Gece bir yerde durulur, doktor işemek için ekibin yanından ayrılır ve uzak bir yere gider. Ürpertici ve tekinsiz bir hava vardır. Hava bozmaya başlamıştır, sarı uzun otların rüzgarda salınma sesi vardır sadece. Doktor, bir kayanın dibinde işini halledecekken bir anda bir şimşek çakar ve bir saniyeliğine kayayı aydınlatır. Doktor, gecenin boşluğunda tarih öncesi bir kalıntı gibi duran kayayı bir insan yüzü gibi görür ve ürperti o an doktorla birlikte izleyiciye de geçer.
İspanyalı fotoğrafçı Isabel Muñoz'un Pera Müzesi'nde açılan Göbeklitepe fotoğraflarından oluşan sergisini gezerken aynı his dolanıyor etrafta.
Yapay ışık kullanılmadı
"Bir tepenin üzerindeki tapınaktan fazlası" olan Göbeklitepe'de yer alan taş duvarları, yapıları özellikle gece fotoğraflamayı tercih etmiş Muñoz. "Komünel binalar ve ruhani anlamı olan bu yapılar gece kutlamaları, buluşmaları için kullanılıyordu" diyerek bu tercihini açıklıyor sanatçı.
Hiç yapay ışık kullanmadan yaptığı çekimlerde, aydınlatma için meşalelerden faydalanmış.
Bir şölene, bizi atalarımıza bağlayan toplu bir anma törenine davetliyiz. Onlar peşimizi bırakmazlar ve sırrına ermeye çalıştığımız, bizi hâlâ etkileyen o değişmez kuvvetleri, o kozmik güçleri anımsatırlar. Megalitler arasında, devasa taşlar arasında gezinelim ve bizlere zerk ettikleri o bambaşka gücü kazanalım. Atalarımızla birlikte taştan kadehlerde içip av ganimetlerini paylaşalım.
Bir hikâyeyi anlatma biçimiyle ilgili takıntılı olduğunu söyleyen Muñoz, genelde her şeyi stüdyosunda yaptığını ancak Türkiye'deki baskı kalitesinin ise "nefes kesici" olduğunun altını çiziyor.
Isabel Muñoz'un fotoğraf pratiği arkeolojik sit alanlarının maddi verilerinin ötesine geçiyor. Arkeoloji sergisi değil gezdiğimiz, insanlık, kadim uygarlıklar ve evrene dair uzak ve gizemli meseleleri anlamaya dair bir proje bu aslında.
"Bizi uzak atalarımıza bağlayan bir kutlama"
Serginin küratörü, Mougins Fotoğraf Merkezi Direktörü François Cheval ise sanatçıyla ilgili olarak, "Bilinmeyeni, gizem ve sanat eseri arasında gidip gelen sanrılı görüntüleri, sersemletici kalıntılar ve anıtsal megalitleri kaydetmekle yetinmiyor, bu görkemli sahnelerin önünde adeta eğiliyor. Isabel Muñoz'un fotoğrafları davetli olduğumuz bir şenlik, bizi uzak atalarımıza bağlayan toplu bir kutlamadır" diyor.
"Ben göçüp gittiğimde..."
Muñoz, sadece tarihi paylaşmakla kalmıyor, yoğun bir merak da duyuyor. Bu sergisi için bölgeden esinlenerek yeni bir teknik de geliştiriyor. Kadim zamanlarda kullanılan yöntemlerden ilhamla geliştirdiği "Tepetype" tekniğini ilk defa kullandığı fotoğrafların yanı sıra Karahantepe'deki insan başı figürüne EEG yardımıyla beynindeki elektrik dalgalarını yansıttığı bir otoportresi de sergide görülebilir.
"Ben göçüp gittiğimde, Karahantepe'ye aşık bir insanın beyninden neler geçebileceğini yansıttık" diye eserini anlatıyor.
Ateşi, şimşeği, suyu
Sanatçı bu sayede, ruhu ve toprağı birlikte yansıtıyor. "Göbeklitepe'de bana hitap eden manevi bir unsur buldum" diyerek 12000 yıl öncesine uzanan ve "tarihin sıfır noktası" diye de adlandırılan bu arkelojik alana yeniden davet ediyor bizi: "Bu harika eserleri yaratanların seslerini yansıtmak istiyorum. Doğayı yansıtmaya çalıştım. Ateşi, şimşeği, suyu yansıtmaya çalıştım."
Göbeklitepe ve bölgedeki Taş Tepeler'i konu alan çalışmalara ev sahipliği yapan "Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye - Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar" sergisi, 17 Eylül'e kadar Pera Müzesi'nde gezilebilir.
Isabel Muñoz kimdir?
Profesyonel fotoğrafçılık kariyerine 1979'da başladı. Pek çok uluslararası ödüle değer görüldü. Farklı coğrafyalardan insanları ve kültürleri konu alan monokromatik portreleriyle tanınan Isabel Muñoz, ilk kez 1992'de İstanbul'da açılan sergisiyle Türkiye'den sanatseverlerle buluşmuştu. Sık sık ziyaret ettiği Türkiye'de semazenlerden zeytinyağı işçilerine, yağlı güreşlerden Sulukule Romanları'na farklı konular üzerine eğildi.
Göbeklitepe hakkında
Göbeklitepe, ilk kez 1963'te İstanbul ve Chicago üniversitelerinin ortaklaşa yaptığı yüzey araştırmasıyla gündeme geldi. Tarlasını süren bir çiftçinin 1986'da bulduğu heykelin ardından Göbeklitepe'de somut bulgulara ulaşıldı.
Bulduğu taşın tarihi bir değeri olduğunu düşünen çiftçi, bulduğu heykeli Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi yetkililerine verdi ve heykel, müzede koruma altına alındı.
1994'te bölgeyi ziyarete gelen Prof. Dr. Klaus Schmidt ise Göbeklitepe'deki üst kısımları görünen taşların neolitik döneme ait olduğunu fark etti.
2007'de ören yerinde sürdürülen kazı çalışmalarının başkanlığı Prof. Dr. Schmidt'e verildi. 2011'de Göbeklitepe "UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi"ne alındı. 2014'te Prof. Dr. Klaus Schmidt Almanya'da hayatını kaybetti. Göbeklitepe Schmidt'ın ölümünden dört yıl sonra 2018'de "Dünya Miras Listesi "ne alındı.
(AÖ)