Manşet haberlerden dış haberlerdeki çeviri-aktarma yazılara kadar neredeyse her yerde, Türk medyası savaş propagandası yapıyor. Amerikan saldırganlığını haklı ve meşru göstermeye çalışıyor, barış girişimlerine kulak asmıyor. Dönüp dolaşıp savaşın kaçınılmazlığını kanıtlamaya çalışıyor. Musul-Kerkük rüyalarını canlandırmak istiyor.
Sürekli olarak askeri terminoloji kullanarak, gücü, şiddeti övüyor. Askeri perspektifi benimsemiş olan Türk medyası, Kara Şahin, akıllı füze, teknolojik savaş reklamı yapıyor.
Tahrifat, gizleme, manipülasyon
Tabi tüm bu yayın politikalarını uygularken kaçınılmaz olarak haber tahrifatından, haber gizlemeden ve çeşitli manipülasyon yöntemlerinden yararlanıyor. Çünkü Türk medyasının sunmaya ve kabul ettirmeye çalıştırdığı gerçek (Medyatik Gerçek) ile bugünkü dünyadaki siyasal, toplumsal gerçek (Hakiki Gerçek) birbirine neredeyse tamamen zıt.
Bugün dünyada, Bush yönetimi, İngiliz hükümetinin üçte biri ile İsrail devletinin dışında kalan herkes Irak'ta barışçı çözüm istiyor. ABD'de savaş isteyenlerin oranı azalıyor.
Amerikan Pew Centre'ın yaptırdığı kamuoyu araştırması bile Türkiye nüfusunun yüzde 74'ünün savaşa karşı olduğunu gösteriyor. İşte zaten tam da bu Hakiki Gerçeğin barış yanlısı olması nedeniyle, Türk medyası bu Hakiki Gerçeği tahrif ederek seslendiği kitleye savaş propagandası yapmak zorunda kalmış durumda.
Meseleye biraz daha geniş açıdan bakmaya çalışalım ve "Türk medyası neden savaş propagandası yapıyor?" sorusuna yanıtlar arayalım. Bu sorunun yanıtları arasında ideolojik, tarihi, yapısal, ve siyasal boyutlar var.
Kore savaşından bu yana
Türk medyasının savaş konusundaki sicili pek parlak değildir. 2. Dünya Savaşı dönemine kadar gitmiyorum ama - ki o dönemde para karşılığı Nazi yanlısı yayın yapan gazeteler bugün hala ayakta - Kore Savaşından bu yana, Türk medyası hep savaş propagandası yapmış, üstelik savaşlarda da hep saldırgandan yana saf tutmuştur.
Tek istisna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin (SSCB) Afganistan saldırısı... Onu da anlamak kolay, çünkü saldırgan "Komünist", mağdur Müslüman, üstelik de ABD mağdurdan yana. Son Afganistan saldırısında bu hatasını (!) düzeltti Türk medyası...
Türk medyası, baştan beri Amerikan yanlısı, militarist ve milliyetçi olmasaydı, -ki hikmeti sebebini oluşturan ideolojik temeldir- Kore Savaşı'nda, ABD'nin değil, saldırıya uğrayan Kore halkının yanında olurdu. Kore Savaşında kahramanlık öykülerini abartacağına, Behice Boranların Barış Derneği'ni ön plana çıkarırdı. Türkiyeli gençlerin binlerce kilometre uzakta, Türkiye ile hiç bir ilgisi olmayan bir ülke ve konuda, Amerikan ordusuna hizmet edip hayatlarını neden kaybettiklerini sorgulardı.
Atatürk rozetli direnişçilere destek yok
Cezayir Savaşında, göğüslerinde Atatürk rozeti ile çarpışan Cezayirli direnişçilere karşı Fransız sömürgecilerini destekledi Türk medyası. Zaten hükümet de, Birleşmiş Milletler (BM) oylamasında Fransız sömürgecilerine oy vermişti.
Türk medyası, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yer aldığı tüm savaş ve askeri operasyonlarda, Kıbrıs, Güneydoğu, Somali, Kosova, Bosna ve Afganistan'da ordunun basın ve halkla ilişkiler bürosu gibi çalıştı.
Türk medyası savaşı seviyor. Türk medyasının barış geleneği, kültürü yok denecek kadar az.
Ve Kıbrıs
Kuşkusuz bugün Türkiye'de yayın yapan onlarca gazete, TV kanalı, radyo ve İnternet sitesi içinde nadir de olsa olumlu örnekler var: Mesela 1974 Kıbrıs Harekatı sırasında haftalık Aydınlık dergisi, "İşgale Nihayet, Kıbrıs'a Hürriyet" sloganını savunduğu için yasaklanmıştı.
Bugünkü Aydınlık ise "Kıbrıs'ı veren, Türkiye'yi de verir" sloganını savunuyor. Kıbrıs kimin ki? Lefkoşe'deki kitlesel gösterileri de mi Süper NATO örgütledi yoksa? Neyse, konumuz patoloji değil!
Belki de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetine yakınlığı nedeniyle Akit, Zaman ama özellikle Yeni Şafak gazeteleri, egemen medyanın savaşçı propagandasına yüz vermiyor. Keza Yeniden Özgür Gündem, ve Evrensel gazeteleri de savaş karşıtı bir çizgi izliyor. SKY TV'de gün boyunca belki 15-20 kez çok hoş barış yanlısı klipler yayına giriyor. Hem öğretici, hem de etkileyici...
Savaş reyting mi getirir?
Türk egemen medyası, gazeteciliğin en basit ilkesi olan "şiddete ve savaşa" mesleki nedenlerle karşı çıkılması zorunluluğunu bilerek çiğniyor. "Etraf kızışırsa daha çok satış yaparız, reytingimiz artar" anlayışındalar.
Çünkü insanlık kaçınılmaz olarak, anormal, garip, doğadışı alan ve konulara ilgi gösterir. Mesele sokakta yürürken, evlerinin önüne oturmuş, sakince sohbet eden insanlar kimsenin dikkatini çekmez. Bu, normal bir durumdur.
Ama aynı sokaktan geçerken, kapının önünde tokat sille birbirine girmiş, bağıra çağıra küfreden iki insan herkesin ilgisini çeker. Yurttaşlık bilinci olan yaya, gider müdahale eder ve kavga edenleri ayırmaya çalışır. Aralarındaki anlaşmazlığın konuşarak çözülmesi için arabuluculuk yapar.
Bush'u kim cesaretlendiriyor?
Uzun zamandan bu yana gazetecilik, doğru habercilik yapamayan Türk medyası, kavgaya az kala, iki tarafı da kışkırtmak, özellikle de saldırganı provoke etmek için elinden geleni yapıyor. Bu arada Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen'in Bağdat gezisini karalarken, Tüzmen'in Saddam'ı cesaretlendirdiğini (!) öne sürüyor.
Bush'u kim cesaretlendiriyor acaba? Bu yapısal bir neden... Türk medyasının yanıldığı önemli bir konu var: Savaş, önce insanları öldürüyor, aynı zamanda gerçekleri de öldürüyor ve tabi ki ekonomiyi, toplumsal hayatı da felce uğratıyor.
Hangi savaşta hangi gazete, hangi TV, hangi radyo ayakta kalabilmiş ki? Savaş propagandası yapmak, kendi mezarını kazmaktır.
Türk medyasındaki savaş propagandasına bakınca insanın aklına bir sürü şey geliyor:
* Bu büyük medya holdinglerinin milyarlarca dolar borcu var sağa sola. Savaş çıkarsa acaba bu borçlar ertelenir mi?
* Bu büyük medya holdingleri bayındırlık işlerinden inşaata, cep telefonundan elektrik dağıtımına, bankacılıktan ticarete kadar bir sürü sınai, ticari ve mali alanda da faaliyet gösteriyor. Acaba, "Irak yıkılsa da savaştan sonra bir kaç ihale alsak" diye mi düşünüyorlar?
Washington'dan doğru Irak
Türk medyasının yapı künyesinde, milliyetçilik ve militarizmin yanı sıra, Amerikan yanlılığı gibi bir başka olumsuz faktör daha var. Amerika nerede biz orada... Çünkü Türk medyasının benimsediği Amerikan medya modeli, propaganda, güçlülerin övülmesi, yoksulların ideolojik olarak ezilmesi temeli üzerine inşa edilmiştir. Bu modelin formülü "reklam-eğlence-iktidar övgüsü"dür.
Türk medyasının çalışma tarzında yanlılık yani meseleye sadece bir tek tarafın gözünden aktarma illeti de vardır. Medya üçüncü göz olmak zorunda iken, yani çatışan taraflara eşit uzaklıkta durması zorunluluğunda iken, Türk medyası tamamen Amerikanca yayın yapmaktadır. Öyle ki Irak'la ilgili haberler bile CNN ya da Washington kaynaklıdır.
Türk medyasında kaç yönetici, kaç muhabir İngilizce bilir, Amerika'ya gitmiştir, Amerikan kültürünü tanır ve sever? Kaçı Arapça bilir, Irak'a gitmiştir ve Arap kültürünü tanır ve sever?
91'deki körfez savaşı
Bugünkü Amerikan saldırı hazırlıkları ile 1991'deki Körfez savaşı arasında bir çok önemli fark var. Bir kere o zaman Irak, Kuveyt'i işgal edip ABD saldırısına nispeten meşru bir zemin hazırlamıştı.
ABD o zaman bölge ülkelerini, yani Arap ve Müslüman ülkeleri ittifaka dahil edebilmişti. Üstelik BM Güvenlik Konseyi kararları da vardı. Türkiye açısından bakıldığında ise Özal'a mal edilen ünlü "Bir koyup, üç alacağız" yaklaşımı egemendi. Dolayısıyla medya ile siyasi iktidar hemfikirdi.
Bugün ise global düzeyde ABD neredeyse yapayalnız. Türkiye düzeyinde ise, tereddüt etse de doğrudan savaşçı olmayan bir AKP yönetimi var. Biraz çarıklı erkanı gibi davranıp Washington'u oyalamaya, komşularla iyi geçinmeye çalışıyor.
Medya ile AKP arasındaki balayı dönemi ise sona ermek üzere. Ne var ki Genel Kurmay bile medya kadar savaş yanlısı değil. AKP hükümetinden gayrı memnun olan egemen medyanın savaş çığırtkanlığı, kendi akıllarınca biraz da AKP'ye muhalefet...
200 milyon dolar?
ABD'nin Irak'a yönelik saldırı hazırlıklarında, özellikle bölge ülkelerinde, fikri düzeyde zemin hazırlamak, meşruluğu kabul ettirmek ve rıza üretmek amacıyla 200 milyon dolarlık bir bütçe ayırdığı ve bunu çeşitli medya organlarına ve gazetecilere dağıttığı yolunda haberler var.
Bu aslında eski bir uygulama. Amerikan Temsilciler Meclisi ve Senato'sunun kayıtlarına bakacak olursanız Soğuk Savaş döneminde ve izleyen dönemlerde de ABD'nin bazen açık bazen gizli bir şekilde bu yöntemi kullandığını görmek mümkün.
Radio Liberty ve Radio Free Europe bu uygulamanın somut ürünleridir. Keza son olarak El-Cezire televizyonunun kazandığı prestij karşısında, ABD, Ortadoğu'da El-Cezire'yi batırmaya yönelik, Arapça yayın yapan bir televizyon istasyonu kurmak için kollarını sıvadı. Neo-liberalizme göre en yüce değer para olduğu için, ABD egemenlerine göre, paranın açamayacağı kapı yoktur.
Çek defteri gazeteciliği
Anglo-sakson gazetecilik terminolojisinde 'check book journalism' (Çek defteri Gazeteciliği) diye bir tarz var. Para, habercilikte aslında ikili bir şekilde kullanılıyor. Çek defteri Gazeteciliğinde, muhabir, oturup inceleme-araştırma yapıp haberi çıkaracağına, elinde haber olan bir kaynağa para verip bilgiyi alıyor.
Böylelikle iyi gazeteci, iyi haberci olmuyor. Zengin gazete iyi haber yayınlayabiliyor. Bu işin bir yanı....
Bir de zengin kaynak, lehinde bir haber yayınlaması için gazeteye ya da gazeteciye para veriyor. Ya da aleyhindeki bir haberi yayınlamaması için bir çek kesiyor...
Vietnam savaşında medya dersleri
ABD, Vietnam savaşı sonrasında, "Savaşı askeri alanda kazanabilmek için önce medya savaşını kazanmak gerekir" dersini çıkardı. Çünkü Amerikan Genel Kurmayı'na göre, ABD, Vietnam Savaşını liberal medya yüzünden kaybetti.
Ki, bu tahlil tabi ki doğru değil...Vietnam Savaşını, Vietnam Halk Kurtuluş Cephesinin mücadelesi, Amerika'daki savaş karşıtları kazandı. Medya bu kadar güçlü iki akım karşısında çok fazla direnemedi.
Amerikan medyası, Amerikan saldırganlarını sonuna kadar desteklemeye devam etse de, ABD, Vietnam savaşını kaybedecekti. Medya aslında sanıldığı kadar güçlü bir organ değildir. Özellikle de toplumdan uzaklaştıkça ve egemenlere yaklaştıkça, yani hakiki gerçekten uzaklaşıp medyatik gerçeği aktardıkça güç kaybeder.
Thank you yani
Bu 200 milyon dolarlık iddia hakkında Türkçe mizahi yaklaşımlar da var:
* Bizde ayda 10-20 bin dolar maaş alan gazete, TV yöneticileri var, bu 200 milyon dolar Türkiye için yetmez. Özel bir ek bütçe isterük! Tamam Apoletli Medya'yız, Sivil Generaliz ama kendimizi de o kadar ucuza satmayız yani!
* ABD boş yere masraf etmesin, bize 5 sent vermeseniz bile biz yine de savaş propagandası yaparız. Thank you yani...
Öncelikle tüm gazeteciler kendilerini itham altında hissetmesin. Ama Amerikan yanlısı gazeteciler kaçınılmaz olarak töhmet altında.
* 5 bin dolara köşe yazarım.
* 3 bin dolara kısa haber yazılır...Bin dolar da haber müdürüne komisyon vermem lazım...
Rüşvetin belgesi
Bu tür ilişkileri kanıtlamak imkansız olmasa da güçtür. Rüşvetin, haysiyetsizliğin belgesi olmaz. Ama yine de son olarak bir örneği hatırlatmakta yarar var:
Fransa'da beton ve inşaat holdingi Bouygue'in sahibi olduğu TF1 televizyon kanalının anchorman'ı Patrick Poivre d'Arvor (PPDA, diye anılır) bundan yaklaşık 5-10 sene önce, Bouygue'in ödediği özel gezilere, tatillere gitmekle suçlanmıştı.
Bouygue'in damadı da bir takım karanlık işler nedeniyle mahkemeye düşmüştü. Sonuç olarak PPDA da sanık oldu mahkemede. Ve duruşmalarda, "Bilmiyordum, haberim yoktu..." demesine rağmen, özel hayatındaki bazı harcamaların Bouygue tarafından karşılandığı kanıtlandı.
PPDA daha önce de Fidel Castro'nun bir basın toplantısında çektiği görüntüleri teknik olarak maniple edip özel söyleşi olarak yayınladığı için mesleki olarak sabıkalı idi.
Hiçbir yemek bedava değildir
Fransa'da, 1789 İhtilalinin önemli bir mirası olarak çok sıkı bir vergi sistemi vardır. Vergi kaçakçılığı da büyük suçtur. Fransız Maliyesinin müfettişleri PPDA'nın gelir ve harcamalarını mikroskop altına alarak kayıtsız, faturasız yapılan özel seyahat harcamalarını açığa çıkardı.
Mali polis başarılı idi. İşin bizi ilgilendiren kısmı ise, o dönemde, Canard Enchainé gazetesinde bir muhabir, PPDA'nın açıktan para aldığı dönemdeki haber bültenlerini taradı ve son derece anlamlı ve ilginç bir sonuca ulaştı: PPDA, Bouygue'dan bedava uçak bileti ve tatil köyü kuponları aldığı dönemde, ki yaklaşık 2 yıl, Bouygue konusunda aslında hiç de haber değeri taşımayan yaklaşık 20 haber yaptırıp yayınlamıştı.
PPDA, anchorman olarak aynı zamanda haber bülteninin baş editörü...
Bu örnek, bize bir anglo-sakson deyimini hatırlatmalı: Hiç bir yemek bedava değildir!
Gazeteci bu nedenle kesinlikle para işlerine girmemeli. Ama tabi bu önlem bile tek başına yetersiz. Çünkü 5 sent para almamışsanız bile, savaş propagandası yapıyorsanız, kamuoyu sizden haklı olarak kuşkulanır. Gazetecilik barış mesleği olduğu için, her koşulda şiddete ve savaşa karşı çıkmalıyız. (RD/NM)