Ergenekon davasında Şemdin Sakık, "gizli tanık" olarak dinlenecekti, açık tanık olarak dinlendi. Kimliğini kendisi açıkladı. Soruşturmada kim olduğu bilinmiyordu, yargılama sırasında anlaşıldı kim olduğu. Tanık olmasına karşın, duyduklarını ve gördüklerini anlatmak yerine yorumlar yaptı ve Taraf gazetesini, yazarlarını, birçok aydını itham etti. Artık terörist değildi, eski terörist olduğunu söyledi.
Gizli tanıklık ve birçok eski sanığın gizli tanıklığı üzerine birçok yazı yazıldı. Gizli ifadeleri nedeniyle gizli tanık olarak duruşma salonuna gelen(?) ve duruşmada(?) dinlenilen eski sanıkların kimlikleri nasıl oluyorsa oluyor ve ortaya çıkıyor...
Nasıl bir ceza usul sistemimiz var ki, gizli tanık, tanıklık yapınca sistem didik didik edildi.
Nasıl bir ceza usul sistemimiz var ki, gizli tanıklarla itham ettikleri sanıklar ve hatta itham ettiği dava dışı gazeteciler ve aydınlar yüzleşemiyor?
Ceza yargılamasında, bazı istisnalar dışında iddiaya karşı yargılamada sanık sorguları yapılırken iddia makamının, sanıkların, sanık avukatlarının ve mahkemenin "çapraz sorgulama" yapabilmesi veya soru sorabilmesi esastır. Bu yolla sanıklar haklarındaki iddiaların doğruluğunu tartışarak kendisini savunabilir. Bu yüzden sanıkların kendisini itham edenle "yüzleştirilmesi" ceza muhakemesinin antik Roma'dan günümüze kadar gelen en önemli ilkelerinden birisidir.
Ortaçağda, aykırı düşüncenin ortadan kaldırılması amacıyla gizli tanıkların, "gizlice" verdikleri ifadelere göre mahkûmiyet kararlarının verildiği Engizisyon yargılamalarında, büyük ölçüde şüphelinin gizli tanıklarla yüzleşmesine hiçbir olanak tanınmıyordu.
Yüzyılımızda ise güvenlik sorunu denildi ve sıra hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına geldi. Ulusal güvenliğe yönelik endişeler insan haklarını kısıtlayınca devlete ve hükümetlere karşı suçlamalar hakkındaki yargılamalar, gizli ifadelere, hatta mahkeme salonlarında çapraz sorguya tabi tutulmayan gizli ifadelere dayandırıldı ve gizli tanıklarla itham edilen sanıkların yüzleştirmelerinden vazgeçildi.
Gerçeğin ortaya çıkarılmasında en önemli ilkelerden olan tanıkla "yüzleşme" ve "tanığı aleni olarak sorgulama" hakkından mahrum bırakılan sanık haklarının üzeri "gizlilik perdesi" ile örtüldü.
Oysa sanık, kendisini itham edenlerle yüzleşmelidir. İtham edenlerin ithamlarını; hem sanık, hem iddia makamı, hem mahkeme ve hem de sanık avukatları sorgulayabilmelidir.
Yargılamanın tarafları, tanık ifadelerini sorgulamazsa ve şüpheli kendisini itham edenle yüzleşmezse, gerçek ortaya çıkmaz.
Daha 1791 yılında kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri Anayasasının 6 numaralı değişikliğinde "tüm cezai kovuşturmalarda sanık kendisi aleyhine ifade veren tanıkla yüzleşme hakkından yaralanacaktır" kuralı, boş bir kural değildir, adalet için gereklidir.
Tanıkla yüzleşme hakkı ve sanığın tanığı sorgulaması sağlanmıyorsa adil yargılanma hakkı yok demektir. Neden mi? Yanıtı Yeni Zelanda Mahkemesinin kararında yazılı...
Yeni Zelanda Yüksek Mahkemesi'nin, 1986 yılında verdiği (R v Hughes [1986] 2 NZLR 129) bir kararda şöyle denilmiş: "Sanığa, kendisini itham eden hakkında bu kişinin güvenilir olup olmadığını anlamasını sağlayacak yeterli bilgi sağlanmadıkça, isnada karşı gerçek ve tam bir savunma garanti edilemez." (Suç ve Ceza Dergisi. 2008. Sayı 4.Sf 143. Gizli Tanıklık Hakkında İngiltere Lordlar Kamarası Kararının Tercümesi. Okuyucu Ergün, Güneş Toroslu, Haluk Taner, Fahri Gökçen)
Bu kararın 148-149 uncu sayfalarında yazılı olanlar ise bu gün karşı karşıya kaldığımız sorunların ta kendisi...
"Mahkemelerin, devletin çıkarları ile isnat altındaki kişinin çıkarlarının dengelenmesi olarak düşünerek, savunmanın yargılamadaki bir sorunla doğrudan ilgili hususları öne sürme hakkının kısıtlanmasını kabul etmeleri halinde, toplum olarak kaygan bir yokuştayız demektir. Bugün talep edilen tanığın isminin verilmemesi gereğidir; yarın aynı mantıkla suçların soruşturulması ve kovuşturulmasına ilişkin adalet çıkarları gereği tanığın fiziksel olarak tanınması riskinin ortadan kaldırılması gerektiği talep edilecektir. Bunun için de tanığın gizli bir biçimde, örneğin bir perdenin arkasından (ki bu durumda tanığın davranışlarının gözlemlenmesi mümkün olmayacaktır) veya sanık duruşma salonundan çıkarılmak suretiyle veya her iki şekilde de ifade vermesi istenecektir. Aleyhte ifade veren tanıkla yüzleşme hakkı, uygar ve adil bir yargılamanın temelidir. Güvenilirliğin sorgulandığı bu yargılamalarda söz konusu hak, savunma için ithamcının gerçek kimliğini öğrenme hakkını içermelidir."
Tanıklar korunmalıdır, ama suçla itham edilenler gizli tanıklara karşı mutlaka korunmalıdır.
Başka bir yazının sonunda sonuç yerine yazdıklarımı yeniden okudum.
İnsan haklarının korunması konusunda yazan ünlü Mısırlı hukuk profesörü, M. Cherif Bassiouni "Küreselleşme Çağında Uluslararası Cezai Adalet" başlıklı yazısının sonunda şöyle demiş:
"Daha şimdiden 11 Eylül'den beri ABD'de kişisel özgürlüklerin nasıl bir erozyona uğramış olduğuna tanıklık etmekteyiz. İdeolojik nedenlerle insan hakları hareketlerine karşı cephe oluşturmuş olanlar, insanların korkularını arttırmak için suçun ne kadar tehlikeli olduğu fikrine dayanacak ve böylece bizim kanunun normal işleyişi olarak görmeye başladığımız ciddi ihlalleri haklı gösterebilecektir. Deneyimler bize hakkın sınırlandırılmasının hiçbir zaman güvenliğe katkı sağlamadığını ama her zaman diktatörlüğü geliştirdiğini göstermiştir."
Karanlıkta fısıldamalardan adalet çıkmaz, ama mahkûmiyet kararı verilebilir.
Karanlıkta fısıldaşmalara dayalı mahkûmiyet kararları verilmesine tanık olursak eğer, ceza usul sistemini bu hale getirenler utanırlar mı? Yarattıkları adaletsiz ceza usul sistemi ile yıllar sonra gizli tanık ifadelerinin nasıl mahkûmiyete esas alındığını gördüklerinde bile olsa, böyle bir adaletsizle yüzleşebilirler mi?
Gelecekten ve ceza usulünü bu hale getirenlerin yaptıklarından utanıyorum. (Fİ/HK)