Fotoğraf: ABD'li ressam Edward Hicks'in "Nuh'un Gemisi -Noah's Ark" (1846) tablosu, Kaynak: https://en.wikipedia.org/
Dünden beri perdeleri kapatmıyorum. Caddenin karşısındaki evdeki komşular, böylece, karantina kısıtlamalarının beni alaşağı etmelerine izin vermeyeceğimi kolayca görebilirler.
Uzun beyaz saçlarıyla ev sahibim bahçede duruyor. Onun arkasında, elimizi artık süremediğimiz, sevimli çoban köpeği havlıyor. "Günaydın" kelimesi hiç bu kadar yeni bir anlam kazanmamıştı.
Ev sahibinin elinde çoğunlukla bazı aletler olur. Bu aletlerin ne işe yaradıklarını bilmem. Bu kez sordum. Damdaki kiremit oluklarını temizlemeye yaradığını söyledi. Akışın durmaması için arada temizlemek gerekiyormuş. Evet, kapanmaya rağmen "akış" durmamalı. Üstelik bu onun için bir çeşit meditasyon işlevi görüyormuş. Kapanma zamanlarında kiremit oluklarını temizlemenin meditatif aktivitelerden biri olabileceğini tahmin etmezdim.
Beyrut'taki kavşak...
Telefon titreşti. Kaç gündür sessize almıştım. Beyrut'taki kuzenim, penceresinden çektiği bir fotoğraf gönderdi. Evinin önündeki kavşağı biliyorum. Birçok kez oradaydım. Normalde orada trafik o kadar yoğundur ki, hava, egzoz gazları nedeniyle sarıdır, ama bugün bir tek araba bile yok.
Virüs Beyrut'u çevreleyen mülteci kamplarına ve gecekondu mahallelerine ulaştığında ne olacağını merak ediyorum. Oraların neye benzediğini biliyorum. Elektrik kabloları, birbirlerinden kaçınmanın imkânsız olduğu dar sokakları oluşturan çadır ve kulübelerin üzerinde kuş yuvaları gibi sallanır. Çektiği fotoğrafın kadrajına "Günde birkaç kez ellerinizi yıkayın" diyen bir duvar spotu girmiş. Güzel de ama elleri yıkamak için suya ihtiyaç var. Lübnan müfsit yöneticilerin gırtlağına kadar borç batağına sürüklediği bir ülke. Altyapı hak getire. Salgına karşı canla başla mücadele eden sağlık personelinin maaşları bile ödenemiyormuş.
Kuzenim, mülteci kamplarının şu ana kadar virüse karşı korunmuş olmasının, acı bir ironiden kaynaklandığını söylüyor. Mültecilerin kamp dışına çıkmaları zaten uzun yıllardır izne bağlıydı. İzinle çıktıklarında bile halkın düşmanca davranışları yüzünden bir çeşit sosyal izolasyon içindeydiler. Bu durum izolasyonu ironik olarak onlar için aniden bir avantaj haline getirdi.
Dünyanın neresinde olursa olsun mülteci kamplarına, cezaevlerine ve hastanelere hâkim üç duygu vardır: Rehinlik, yalnızlık ve kapatılma.
Roma artık görkemli bir yer değil
Bir arkadaşım aradı. Kendisi seyahat etmeye gerçekten hevesli olmayan biridir. Ancak eşinin ısrarlarıyla ocak ayında Roma'ya ailesiyle bir gezi rezervasyonu yapmıştı. Geri döndüğünde, Roma artık görkemli bir yer değil, ölümcül bir coğrafyaydı. Anlatıyor: "Şehrin en büyük hastanesinin bahçesinde çadırlar kuruldu. Sonra plastik filme sarılmış bir doktor geldi. Boğazımızı ve sinüslerimizi bir çubukla karıştırdı. Test sonuçları ne olursa olsun 14 gün karantinada kalmalıyız."
Yaşlı annemle birlikte yaşayan "kız kurusu" kardeşimi aradım. Hayatta onu çok az şey memnun eder. Yine yakınmaya başladı. "Hiçbir şey yapmamamıza rağmen, bütün gün evde yorgun geziyoruz. Artık haftanın hangi günü olduğunu bilmiyoruz. Dün kar yağdı. Şimdi yılın hangi mevsimi olduğunu da bilmiyoruz. Bulaşık makinesini iki gündür boşaltmadım. "Annemiz 'Kuzuların Sessizliği' adlı filmi kaç gündür sarıp sarıp yeniden izliyor" dedi. "Neden?", diye sordum. "Neden olacak, diğer kuzularının (çocuklarının) kaç gündür sesi sedası çıkmıyormuş, sessizlermiş de ondanmış" dedi. "Filmin ismi bunu doğrulasa da içeriği annem için korkunç", dedim. "Şimdi o ne kabuslar görüyordur", dedim. "Evet, hiç sorma, beni de uyutmuyor" dedi. "Sen ne yapıyorsun", dedim. "Karantina bitene kadar Şakira'ya benzemeye karar verdim. Yarından itibaren video antrenmanları yapmaya başlayacağım" dedi. Allah hepinize akıl fikir versin deyip telefonu kapattım.
Kitap kahramanları benimle konuşuyor
Raftaki kitapları rastgele karıştırmaya başladım. Kahramanlarının her birinin benimle nasıl konuştuklarını merak ediyorum.
Ivan Ilyich, hayatını istediği gibi yaşamadığını fark ettiğinde üç günlük bir agoninin içine düşer.
Boris Sawinkov, Beyaz Ordu'da hizmet ettiği için hapse mahkûm edilir. Dışarı çıkmasına ve ziyaretçi kabul etmesine izin verilmesine rağmen, birkaç aylık hapisten sonra, sıkıntıdan kendini pencereden aşağı atar.
Arthur Koestler, tek kişilik hücrede idamının infazını beklemektedir. Önce tahtakurularının cirit attığı yatağını inceler. Sonra musluğu açar. Biraz jimnastik yapmak, okumak, yazmak ve yabancı bir dil öğrenmek gibi yarına dair planlar yapar. Sonra aniden saatine bakar ve tam olarak sadece üç dakika geçtiğini fark eder.
Natalie Ginzburg, kadınların, sert çalışma koşulları, kötü beslenme ve en çok yalnızlık ve ıssızlık nedeniyle otuz yaşında dişlerini kaybettikleri bir sürgündedir.
Thomas Mann'ın 'Büyülü Dağ'ının zirvesindeki sanatoryumda, Castorp'un altın saatinin bile zamanı kovalamayı bıraktığı bir donma ve kapanma anı ile karşı karşıyayız. Hans Castorp'un 7 senelik sanatoryum ikametinden sonra medeniyete yabancılaşmasının, iç sıkıntısının, hedefsizlik ve bıkkınlığın laytmotif olarak kullanıldığı bir mikro kozmos. Hastaların arasında giderek artan gerilim, kavgalar ve huzursuzluk savaş öncesi Avrupa'sına çarpıcı göndermeler niteliğinde betimlemelerdir.
Gözüm en son, "Sekiz yüz sayfalık şehir tarihi" adlı kitaba ilişti. Kitap bana, salgınlardan, kuşatmadan ve bizimkinden de acı bir sefaletten sonra güneşin tekrar parlayacağını anlatıyor.
Eve kapanmanın romantikleştirilmesi bir sınıf ayrıcalığıdır
Televizyona bakıyorum, tabutları taşıyan İtalyan askeri konvoyunun geçişini görünce içim fena burkuldu.
Çoğu filmde bilirsiniz, hayaletin dünyada kalmasının sebebi, görülmemiş bir hesabı olması yüzündendir. Kara Ölüm'den beri aslında salgının hayaleti dünyadan hiç ayrılmadı.
Bilim, virüsün bulaşıcılık özelliğini çözme çabasında. Bilim soyutlayarak "şeylerin" arkasındaki kanunu bulma çabasında. Sosyoloji ise toplumu hareket ettiren güçlerin yasasını bulma çabasında. Bu Adam Smith'te piyasayı yönlendiren görünmez el iken, Marx'ta, tarihin motoru sınıf çatışması ve bu sınıf çatışmasının görünmez protagonistleriydi.
Bir yanda, korkunç zamanların içinden geçerken, sadece dışsal, pasif bir gözlemci olarak hayat kurtarmak, öte yandan canla başla çalışan sağlık ordusu, emekçiler ve yaşamın gizli kahramanları... Sosyal izolasyon zamanlarında oturduğunuz yerden şehirde gizli bir sosyal cennetin kırılgan fantezisini kurmak kolay. Eve kapanmanın romantikleştirilmesi bir sınıf ayrıcalığıdır aslında. Küçük burjuva konforundan dışarının gözlemlenmesi, bana öyle geliyor ki eksik olan sosyal angajmanı, ayrıcalıklı sosyal statüleri ve diğerlerinden kopukluğu yansıtıyor.
Nuh'un Gemisi metaforu
Hayata dair her birimizin saatte bir değişen farklı planları ve öngörüleri var. Fakat en kötüsü, bu planların sadece muhtemelen gerçekleşebilir olmaları, öngörülerin ise hiçbirinin doğru olmadığı gerçeğidir.
Doğa mutlaka burada ve orada haklarını geri alır: Paris sokaklarında ördekler, San Francisco sokaklarında dolaşan koyotlar (yaban köpekleri), güne hâkim olan sessizlik, azalan kirlilik, elbette bunlar geçici olgular. Fakat bu kapanma durumunu Nuh'un Gemisi metaforu çok iyi açıklıyor. Bir insanlık mikro kozmosu olarak gemi, yüreği yerküreyle, büyük insanlık ailesiyle birlikte atan gizli kahramanların koca gemisidir. Yaşa ve yaşat düsturunun simgeleştirildiği bir söylendir Nuh'un Gemisi. Sular çekildiğinde karaya oturacağı yeri merak ediyorum.
Nuh'un Gemisi, iklim değişikliğini önleyecek çözümlere sahip çıkanların, çözümü talep eden ve sevdiklerine yaşanabilir bir dünya bırakmak isteyenlerin gemisi olacak! Bu felaketten neyi kurtarmak isterdiniz?
Tünelden geçerken birbirimizin ellerini zihinsel olarak tutalım. Daha önce bize öğretildiği gibi devrimci bir direngenlikle, yolumuzu duyumsayarak, dikkatlice, uygarca ve sarsılmadan ışığa doğru yürüyelim. Evet, birlikte bunu başarabiliriz. (JHK/AÖ)