Hrant Dink Vakfı'nın, Diyarbakır ile başlayıp Mardin ile devam ettiği Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Tarih konferanslarının üçüncüsü “Van ve Çevresi Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Tarihi”, 11-12 Kasım tarihlerinde Anarad Hığutyun binasında gerçekleştirildi.
Toplam altı panelde, dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş katılımcıların yanı sıra, Van coğrafyasında doğup büyümüş panelistler, biz dinleyenlere iki gün boyunca birbirinden farklı başlıklarla sunumlar yaptılar. Tüm bu panellerden sonra Ayhan Aktar’ın yaptığı muhteşem bir genel değerlendirme ile tüm konuşulanlar ışığında ilaveler yapıldı ve sorular eklendi.
2011 yılında, Diyarbakır’da yapılan ilk konferans aynı sene restorasyonu biten Surp Giragos Kilisesi'nin açılışına yakın zamanlara denk düşmüştü. Diyarbakır’da bir bayram havası…
Panellerin ikinci gününde, öğle yemeğini Surp Giragos Kilisesinin bahçesinde yiyecektik. Ben de bu vesileyle daha az kalabalık varken kiliseyi detaylıca gezebilecek olmanın heyecanıyla kiliseye doğru yollandım. İhtişamlı Surp Giragos’a girince aklımdan Anto Dayı geçti, yıllarca yıkık dökük duvarların arasında bir başına yaşamaya çalışmış kilisenin gönüllü bekçisi, bu günleri göremeden gitti diye içlenip bir kenara tünedim. Etrafındaki herkesin birer birer dağılıp gittiği, Diyarbakır’ı terk etmemeye ant içmiş, sevgili Şeyhmus Diken’in deyimiyle “Son Mohikan”, Anto Dayı...
Hiç tanışmamış olsam da tüm taşlarda, bahçede ruhu hissediliyordu. Sanki her an bir köşeden dönecek, gelip bu kadim yapının hikâyesini satır satır anlatacak gibiydi. 2011’in sonlarında Surp Pirgiç Hastanesinde sessizce ölümünün ardından Rober Koptaş’ın Agos’ta yayınlanan yazısında, “Bir garip Anto ölmüş diyeler” diye anlattığı Antranik Zor, benim için Diyarbakır’ın sessiz kahramanlarındandı.
Dopdolu geçen iki günün ardından, konferans sonunda herkese hoşçakal deyip vakıf binasından çıktığım anda aynı sokaktaki bir apartmandan benimle eş zamanlı çıkan kısa boylu, siyah hırkalı ağır aksak yürüyen yaşlı teyzenin eliyle beni yanına çağırmasıyla şaşırdığımı hatırlıyorum.
Acaba beni mi çağırıyor diye emin olamadığım halde yanına yaklaştığımda “Ne oluyor burada?” diye sorunca, klasik komşu merakı sandığım için sonradan kendime de hayıflanacaktım. Ben heyecanla Hrant Dink Vakfı’nın konferansından bahsederken o ise bana dönüp “Tarih bunlar” deyince içimden “sanırım baltayı taşa vurdum” diye geçirirken birlikte yürümeye başlamıştık bile. Üstelik bu öyle bir yürüyüştü ki, sanki her akşam bu saatlerde bu sokakta buluşur ve yürümeye başlarmışız gibi birbirine eş ve tanıdıktı. Sohbet ilerledikçe bana kendisinden bahsetmeye başladı.
“Ben bu mahallenin her köşesini avucumun içi gibi bilirim, 33 sene öğretmenlik yaptım, Anarad Hığıtyun Okulunda” dediğinde kısa bir an afallamış olacağım ki sağ eliyle hafifçe beni silkelediğini fark ettim.
Sœur ( Fransızca, rahibe öğretmenlere verilen isim), Mardin’in günümüze az ulaşabilmiş, Katolik Ermenilerinden. Kim bilir belki de, Mardin’in hemen her binasına eli değmiş –Mardin’in Mimar Sinan’ı- diye anılan Mimarbaşı Lole Serkis’in torunlarından. Yıllarca farklı ülke ve okullarda çalışmış en nihayetinde de emekliye ayrılmıştı.
Bu emeklilik halinden sıkıldığı her halinden belli olan Sœur, “Yaptığımız bir şey yok, işte böyle her gün 20 dakika ayin sonra hep boş” derken uzaklara attığı üzgün bakış oldukça manidardı. “Herkes gitti ama ben buradayım, burası benim mahallem artık bir yere gidemem” dediği an aklıma Anto Dayı düştü. Herkese inat gitmeyenlerin, gidemeyenlerin bir yerlerde olduğunu anımsayıp gülümsedim.
Sonrasında kendimi, 6 dil bildiğini öğrendiğim Sœur ile daha önce hiç görmediğim (ya da fark etmediğim) Cumhuriyet Caddesi üzerindeki Saint Esprit Kilisesinin bahçesinde İtalyanca sohbet ederken buluyorum.
Yalnızlığına ortaklığımdan oldukça memnun kalan Sœur, beni ertesi gün kahve içmeye evine çağıracak kadar heyecanlanıyor.
Yıllar evvel bir kilise bahçesinde hiç tanımadan hasretle andığım Anto Dayı’nın, arkalardan bir yerden göz kırptığını görür gibi oluyorum.
Bu iki sessiz kahraman bir oluyor da, gidenlerin döneceği günler umuduyla, bana “Gitmeyenlerin, gidemeyenlerin” hikâyesini usulca fısıldıyor...(DÖ/NV)