“Herhangi bir dili en iyi şekilde öğrenmek için o dilde aşık olmanız gerekir” der dilbilimciler, yeni bir dil öğrenmeye başlayanlara ve bir dil kadar, o dilden bir insanı da öğrenmenin evrensel mutlakıyetine gönderme yaparlar. Her ne kadar bir dili öğrenmek yıllar sürse de, sabırla uğraştığınızda süreç tamamına erer ve öğrenmek istediğiniz dili hakkıyla öğrenerek başarı sağlayabilirsiniz kuşkusuz, o dilde kimseleri tanımadan da.
Çok iyi İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve hatta günümüzün ‘yeni heves dilleri’ Java dili ve Doğu Endonezya yerlilerinin dilini bile öğrenebilirsiniz. İyi gramer ve kelime bilgisiyle muazzam bir ‘native speaker’ (her ne kadar ana dil demek olsa da, ben ‘yerli konuşan’ anlamıyla kullanıyorum ironik bir biçimde) da olabilirsiniz şansınız yaver giderse. Hele bir de, o dilde başka konuşan kimseler kalmamışsa ya da kalmıyorsa zaman içinde sebepsizce.
Gramerin, fonetiğin, kelime bilgisi ve kitap okumanın yanı sıra o dili duymak, ama o dili aşık olduğunuzdan duymak başkadır çünkü. Ama bir dille bir insanı öğrenmek; insan için o dili öğrenmek ise, bambaşkadır. Bir gramer hatası olarak yok edilenlerin yok edilen dilini; aşkla öğrenmek ve aşık olunandan öğrenmek, her iki faile de özne durumu yükler ki dil öğrenmenin esasıdır bu: kendini yok edilenle yok ederek ikimizi/nizi de var etmek. Kendi dilini bırakarak, diğerinin diline geçmek/ gitmek ve geçip gitmekle ancak, eğer aşk varsa başka- bambaşka olur. Yoksa hiç eder insanı; var ederken yokluk ve yoksunluğun karanlığını. Hiçlik ise, her dilde hiçliği getirir; kaybın her tekinsiz kalan yerinden. İnsansız dil, dilsiz insan donmuş hayat gibi ölüme ve ölümcül deliliğe gider hiç olmak yerine aşkla çıldırmak varken.
Gitmek, geri dönmek demektir ayrıca, gönderileni de geri getirmek beraberinde. Bir gramer hatasını düzeltmektir mesela, hem birlikte hem tek başına. Başka bir dilde (- sevmek) fiilini çekmek ve ‘seni çok seviyorum’ demek için (ez pır ezdıkım) sevmeyi ve aşkı öğrenmek gerekir başka biriyle. Devam ederse bu aşk(lar) ve gönlünü açar da hatırlarsa insan, başka insanların aşklarına yol verir, “oradan da bir ülkenin diğer tarafındaki başka sevdalarına uzanır” sahiden. Aşkla (geri) gelir sadece giden. Başka bir dilde aşık olunca, o dili iyice bilir gitmeyi göze alan. O dilin insanını sevmek için diline katlanan, katlandıkça ikisini de bir gören ve seven.
Roland Barthes’ın Bir Aşk Söyleminden Parçalar’da belirttiği gibi: aşk bir söylem içerir ve o da, sonuna kadar politiktir. Her aşk söylemi insani midir her zaman bilinmez ama, aşk her daim insanidir ve öyle de kalmalıdır. Ve başka birine aşık olmak öteki dilde, kaybolanın gerçek benliğini ortaya çıkarır, kendini bırakırken o dile. İnsan her dönemde aşık olur, olmalıdır.
Bu bağlamda da zaten aşk, kağıda yazılan iki kelimelik bir romantizm ifadesi değil; insanlığa, yaşama ve dünyaya nasıl baktığınızı ifade eden ve insanı değiştiren, tıpkı susama(ma)k gibi doğal bir gereksinimdir ve insanlığa ait bir haldir. İnsanın tepesine bombalar yağarken, kaçacak yer bulamadığında bile gönlünde ve bedeninde erteleye öteleye kahreden ve psikolojik, fiziksel bir acıya dönüşüp hiç beklemediğiniz bir anda çıkıp gelen, kolayca gitmeyen böylesi bir haldir.
Aşkın politikası, politikaların aşkı olmaz: ancak, söylemleri olur o da zaten dönemsel gelir, evrensele ulaşmaz. İşte bu yüzden, diğerlerine bir seyrüsefer için, Hüseyin Karabey’in Gitmek’ ine gitmek lazım sahiden…(YK/EÜ)