Suriye’de 60 yıllık bir diktatörlük, 13 yıllık bir iç savaşın ardından devrildi. Beşar Esad, bindiği bir uçakla Rusya’ya sığınmacı olarak vardı. Muhalif gruplar dört bir taraftan Şam’a girdi ve Suriye ve belki de Ortadoğu’nun bütünü için yeni bir dönüm noktasına gelindi. Böylesi anlarda kendimi hep dev bir tiyatro sahnesinde ışıklar sönmüş ve eski oyuncular perdenin arkasına geçerken yeni oyuncuların sahnede görünen gölgelerinden hareketle bir sonraki sahnede ne olabileceği ile ilgili tahminler yaparken buluyorum. Seyirci olarak bir sonraki sahnedeki değişimin ne anlama geleceğini anlamak için önce ışıkların yanmasını ve oyunun devam etmesini beklememiz gerekiyor.
Işıklar hâlâ sönük! Suriye’deki iktidar değişiminin hem Suriye hem de bütün bölge için ne sonuçlar doğuracağı, hangi krizlere gebe olduğu, iktidarın içine alınacaklar-dışına itileceklerle doğabilecek yeni çatışma sahaları gibi birçok konu önümüzdeki sürecin önemli tartışma başlıkları. Henüz savaş meydanında havada asılı olan toz bulutu dağılmış değil. Henüz ne olabileceğine dair “uzmanlar” bile yorum yapmakta zorlanıyor. Fakat bu toz bulutunun içinde kendinden çok emin bir cümle duyduk: “Ülkelerini terk etmek durumunda olan milyonlarca Suriyeli, artık ülkelerine geri dönebilir” Milli İstihbarat Teşkilatı eski başkanı ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Esad rejiminin düşüşü ile ilgili yaptığı ilk açıklamada bu sözleri sarf etti.[1] Bu cümlenin kendinden emin tonu, henüz belirsizliğin ortasında olan herkesin dikkatini mültecilere çevirdi.
Fidan’ın bu sözlerinin ardından ellerine aldıkları çubuklarla televizyon ekranlarında saatlerce harita gösteren, her konunun uzmanı olanlar ve Türkiye medyası “Suriyeliler geri dönecek mi?”, “Dönüyorlar!”, “Gitmeliler mi?” gibi başlıkları, sınır kapılarındaki kalabalık insan fotoğrafları (çoğu zaman eski tarihlere ait görseller) eşliğinde sunmaya başladı. Şaşırtıcı bir şekilde, Türkiye bu sefer bu tartışmayı ayrıksı otu gibi tek başına yapmıyor, bütün Avrupa bu retoriğin peşine takılmış durumda. Örneğin, Suriye iç savaşından sonra en fazla Suriyeli mülteciye (yaklaşık 1 milyon) ev sahipliği yapan Avrupa Birliği ülkesi Almanya’daki Suriyeli mülteciler için sığınma başvurularının “askıya alınması” söz konusu. Askıya almanın ötesinde 23 Şubat’ta yapılacak erken seçimde birinci olması beklenen Hıristiyan Birlik partilerinden (CDU/CSU), Suriye’ye dönmek isteyen mültecilere 1000’er euro ödenmesi teklifi bile geldi. Hıristiyan Demokrat Birliği’nin sözcüsü Alexander Throm bir adım daha ileri giderek, Esad’ın devrilmesiyle Suriye’deki durumun kökten değiştiğini ve “yeni duruma göre koruma statüsünün geçerliliğini yitirip yitirmediğinin incelenmesi gerek” diyerek bir milyonun üzerinde olan Suriyeli mültecilerin tamamı için yani iltica başvurusu devam edenler, iltica başvurusu kabul edilmiş olanlar hatta belki de bu sürede Almanya vatandaşlığı almış olanların bile başvurularının yeniden değerlendirilebileceği anlamına gelebilecek sözler sarf etti.[2]
Suriye'de sil baştan
Almanya’nın ardından İngiltere, Hollanda, Fransa, İtalya, Avusturya, Yunanistan hatta 2108 Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan İrlanda bile Suriyeli mültecilerin sığınma başvurularının askıya alındığı ile ilgili haberleri peşi sıra yayımladı.[3] Avusturya hükümeti daha da ileri giderek Suriyelilerden gelen tüm sığınma başvurularını durdurduğunu ve hatta Suriye’deki durumun yine kökten değiştiğini iddia ederek, geri gönderme ve sınır dışı etme planlarına başladıklarını duyurdu.[4] Avrupa Birliği bu toz bulutunun içinde mültecilerle ilgili alınan kararlara dair net bir pozisyon belirtmiyor. Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Esad rejimin devrilmesinin ardından “Bu kritik dönemde, Avrupa Birliği, Suriye halkının yanında duruyor ve bölgedeki ortaklarla ve kilit uluslararası ortaklarla yakın temas halinde kalmaya devam ediyor” mesajını paylaşarak aslında bu iltica başvurularının askıya alınması ile ilgili hiçbir şey söylemiyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi de aynı şekilde “bekleme” çağrısını şu sözlerle yaptı: “Sahadaki gelişmelerin olumlu yönde evrilerek, mültecilerin bilinçli kararlar verebilmelerini sağlayacak şekilde gönüllü, güvenli ve sürdürülebilir geri dönüşlerin nihayet gerçekleşmesini umarak sabırlı ve dikkatli olmak gerekecektir.”[5]
Esad gitti ve kim geldi?
Bu gelişmelerin ardında yatan temel gerekçe, Suriye’deki koşulların “kökten” değiştiği algısı. Birkaç adım geri giderek gerçekten böyle mi anlamaya çalışalım; Esad çoğu Avrupa ülkesi ve Türkiye için ülkesini 13 yıllık bir iç savaş boyunca ve öncesinde de anti-demokratik yöntemlerle yönetmiş bir diktatör olarak görülüyordu. Esad’ın liderliğindeki Baas rejiminin yıkılması olumlu şekilde karşılandı. Elde var bir! Esad belki de bugüne kadar işlediği suçların cezası(!) olarak sadece Moskova soğuklarına maruz kalacak ve bu durum şimdilik kimsenin umurunda değil. Peki Esad gitti ve kim geldi? Ebu Muhammed el Colani liderliğindeki Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) isimli, Birleşmiş Milletler, ABD, Türkiye ve birçok Avrupa ülkeleri tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiş cihadist bir grup. Geçmişte, bölgenin bütününde hakim olmak için her türlü kanlı ve trajik yöntemi deneyen cihatçı gruplarla organik ilişkisi olan ve farklı radikal gruplardan müteşekkil bir örgüt. Şam’a varır varmaz sakallarının ucunu kısaltıp, İslamı cihadizmin sembolü olan takkeyi kafasından çıkarıp, Batı’nın önemli medya güçlerinden birisi olan CNN ekranlarına röportaj vermeye davet edilmiş Colani, hâlâ bulan kişiye ödül verilecek bir terörist olarak tanımlanıyor.[6]
“Suriyeliler artık geri dönebilir” söylemini yaymak en iyimser ifadeyle aceleci bir yaklaşım. İktidar mekanizmasının ürettiği bu söylem, muhalefet partileri tarafından yankısı büyütülerek bir kampanyaya dönüştürülmüş durumda. Örneğin uzun yıllar boyunca sağ muhafazakâr ve milliyetçi fikirlerin egemen olduğu hatta bu yönüyle sembol bir ilçe olarak görülen Ankara’nın Keçiören ilçesinde son seçimlerde önemli bir başarı sağlayarak belediye başkanlığını kazanan CHP’li Başkan Özarslan, “Suriyeli kardeşim, Keçiörenimizden vatanına geri dön! Düşey taşınma hizmetin bizden!” başlıklı bir kampanya başlattı bile. Kilis Belediye Başkanı Hakan Bilecen, belediyeye ait temizlik aracının Öncüpınar Sınır Kapısı’nda dolaştığı görüntüleri, “Suriyeli kardeşlerimizin sevinç gösterilerini de büyük bir heyecanla izledik! Bu coşkuya kayıtsız kalamadık ve Öncüpınar Sınır Kapısı’nın Türkiye tarafında siz değerli misafirlerimizi daha iyi koşullarda uğurlamak için her türlü hizmeti sunmaya hazır olduğumuzu belirtmek isteriz” açıklamasını sosyal medya hesabında yayımladı. Bir diğer örnek; İzmir’in Torbalı ilçesinde kutlama yapan Suriyelilerin videosunu yayınlayan Torbalı Belediye Başkanı Övünç Demir ise şu ifadeleri paylaştı: “Torbalı Belediyesi olarak öncelikle çocuklu aileler olmak üzere size bir yılbaşı sürprizi yapmak istiyoruz. Yarın itibari ile tek yön otobüs biletleriniz için halkla ilişkiler birimimize başvurabilirsiniz.”[7]
Gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüş
Bu ırkçı imaları içeren paylaşımları yaparak, kendini komik sanan belediye başkanlarının beklentilerinin gerçekleşmesi bu kadar kolay mı? Zira 13 yıldır devam eden iç savaş sonrasında tüm alt ve üst yapıları tahrip edilmiş sağlık sistemi, eğitim kurumları, ekonomik yapısı ve siyasi çerçevesi belirsiz bir ülke için “dönüyorlar” söylemini yaymak, mültecilerin halihazırda süregiden zorluklarını daha da arttıracaktır. Nitekim göç literatürüne baktığımızda, mültecilerin “geri dönüş” kararlarının genellikle son derece karmaşık, kırılgan ve koşullara bağlı olduğu ortaya çıkar. Uluslararası literatürde “güvenli geri dönüş”ün gerçekleşmesi için barış anlaşmalarının uygulanmış olması, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, mültecilerin mal varlıklarının iadesi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin erişilebilir hale gelmesi, insan hakları garantilerinin somut olarak ortaya konması gibi temel şartlar aranır.[8]
Örneğin, Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNHCR) “gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüş” kavramının altını çizer. Bu kavrama göre mültecilerin geri dönüş kararını özgür iradeleriyle ve mevcut koşullar hakkında eksiksiz bilgi sahibi olarak vermesi gerekir. Yani “Artık geri dönebilirler” gibi dışarıdan dayatılan, üstü kapalı zorlamalar, göç literatüründeki gönüllü geri dönüşün temel ilkesiyle çelişir. Bununla beraber hâlâ tozun dumanın içindeki Suriye gibi savaştan çıkmış ülkelerde, güç boşlukları, yeni milis grupların yükselişi, intikam saldırıları, mülklerin gaspı gibi sorunlar sıklıkla yaşanabilir. Üstelik Suriye’nin yeniden inşasında çok etnili, çok dinli yapısının aksine HTŞ gibi bir örgütün kendi ideolojik fikirlerini dayatarak yeni bir dikta rejimi kurması da çok muhtemel. Örneğin Suriye’nin kuzey bölgelerinde, yani Rojava’da, uzun yıllardır halkların verdiği mücadele, Esad rejimin çöktüğü ilk dakikalardan itibaren saldırı altında ve yok edilmesi gereken bir unsur olarak tanımlanmaktadır. Hâl böyleyken, sadece politik iktidarın değişmesi değil, bu değişimin muhtemel yeni çatışma alanları ve kurumsal inşa bağlamındaki yansımalarının da sağlıklı bir şekilde gözlenmesi gerekir.
Ayrıca göç literatürü, zorunlu olarak göç eden insanların geri dönüş oranlarının da genellikle düşük olduğunu, birçok mültecinin, geri dönüş için gerekli şartlar sağlanmadıkça ya da gerçek bir barış ortamı kurulmadıkça yerleştikleri ülkede kalmayı tercih ettiklerini de göstermektedir.[9] Bu nedenle “mültecilerin akın akın ülkelerine gönüllü olarak geri döneceği” varsayımı çoğu zaman gerçekçi değil. 2011 yılında başlayan iç savaş sonrasında ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan insanların, bu uzun zaman diliminde sığındıkları ülkelerde ekonomik yatırımlar yapmış olabilecekleri, yeni bir sosyal çevre ile arkadaşlıklar kurdukları, hatta anadilleri olan Arapçayı dahi unutmuş ya da unutmak zorunda kalmış çocuklarının bulunabileceği, kısacası yeni bir hayat inşa ettikleri gerçeği de son dönem tartışmalarında sıklıkla göz ardı ediliyor.
HTŞ hakkında neler biliyoruz?
Bekleme odası
Türkiye’de yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteci, 2011’den bu yana geçici koruma statüsü altında yaşamlarını sürdürüyor. Bu süreçte Türkiye, Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşmalar sonrasında bir tampon bölge olarak koca bir “bekleme odasına” dönüşmüş durumda. Suriyeli mültecilerin insan haklarına uygun bir şekilde entegrasyonları hakkındaki politikaları konuşmamız gereken zamanlarda, Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı söylemleri, Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı kent ve ilçelerdeki kitlesel linç saldırıları ile uğraşmak zorunda kaldık. Son yıllarda Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı, ayrımcı yaklaşımlar giderek daha görünür hale geldi. En kötüsü, bu ırkçı ayrımcılığın giderek daha fazla normalleştirildiği, en basit bir TV komedi programında bile Suriyeliler ile ilgili ırkçı şakalara kitlesel olarak gülünebildiği bir dönemdeyiz.
Diğer taraftan, sokak röportajlarında ya da sosyal medyada sıklıkla duyulan “Bunlar yüzünden iş bulamıyoruz, ekonomimiz bozuldu, kiralar yükseldi” gibi söylemler, yapısal ekonomik sorunların faturasının bile mültecilere kesilmesine yol açtı. Böyle bir ortamda “Savaş bitti, gitsinler!” söylemi toplumsal bir baskı mekanizması olarak Suriyeli mültecilerin daha fazla ayrımcılığa maruz kalmasına neden olacaktır. Zira insanlar, Avrupa’nın ve Türkiye’nin bu tür söylemlerinden etkilenerek, çoğunun içlerinde zaten var olan mülteci nefreti ile “dönüyorlar” algısını “dönmek zorundalar” olarak yorumlamaya başlayacaklardır. Bu durum, mültecilerin bulundukları ülkelerde hedef gösterilerek potansiyel şiddete, ayrımcılık ve dışlanmaya hatta zorla sınır dışı edilmelerine yol açabilecek baskıcı politikaların güç kazanmasına neden olacaktır. Toplumda hâlihazırda var olan kırılganlıklar, önyargılar ve ayrımcı söylemler bu “gidiyorlar” haberleriyle körüklenebilir. İnsanların temel hak ve özgürlükleri, belirsiz bir siyasi gelecek ve istikrarsız bir ortam nedeniyle tehlikeye atılabilir.
En iyi ihtimali umarak, Suriye’nin alt ve üstyapısal bağlamda yeniden inşası yıllar alacaktır. Yeni iktidar bloklarının ülke içindeki farklı etnik, dini, mezhepsel ve cinsel kimliklere yönelik nasıl bir politikayla hareket edeceği de hala belirsizliğini koruyan en önemli meselelerin başında gelmektedir. Böylesi bir ortamda geri dönüş, göç literatüründe vurgulandığı gibi, gönüllü, güvenli ve sürdürülebilir olmak zorunda olduğu için sadece savaşın sona ermesi ile mümkün değildir. Bu koşullar altında “geri dönüyorlar” söyleminin “geri dönmek zorundalar” şeklinde algılanması içinde yaşadığımız topraklarda geri döndürülemez olumsuz sonuçları doğurma tehlikesini taşımaktadır.
Şimdi, ışıklar hâlâ sönükken, sahnedeki aktörlerin rolleri ve dekorların yerleşimi henüz tamamlanmamışken “Mülteciler artık gidebilir!” diyen seslerin yarattığı yankıya karşı temkinli olmak gerekiyor. (HÇ/TY)
[1] https://medyascope.tv/2024/12/08/disisleri-bakani-hakan-fidan-suriyeliler-ulkelerine-donebilir/
[2] https://abcnews.go.com/International/wireStory/syrians-germany-worried-politicians-eagerness-home-after-assads-116642587
[3] https://www.theguardian.com/uk-news/2024/dec/09/uk-and-other-european-states-suspend-syrians-asylum-applications ; https://www.rte.ie/news/2024/1210/1485625-syrian-asylum-applications/
[4] https://www.bbc.com/news/articles/cnv3qnzz7rjo
[5] https://www.theguardian.com/uk-news/2024/dec/09/uk-and-other-european-states-suspend-syrians-asylum-applications
[6] https://www.bbc.com/news/articles/ce313jn453zo ; https://edition.cnn.com/2024/12/06/middleeast/syria-rebel-forces-hayat-tahrir-al-sham-al-jolani-intl-latam/index.html
[7] https://serbestiyet.com/haberler/chpli-belediyelerden-orantisiz-irkci-mizah-oncelikle-cocuklu-aileler-olmak-uzere-size-yilbasi-surprizi-yapmak-istiyoruz-190184/
[8] Hollifield, J. F., Martin, P. L., & Orrenius, P. M. (Eds.). (2014). Controlling immigration: A global perspective (3rd ed.). Stanford University Press.
[9] Black, R., & Koser, K. (Eds.). (1999). The end of the refugee cycle? Refugee repatriation and reconstruction. Oxford University Press.; United Nations High Commissioner for Refugees. (2004). Handbook for repatriation and reintegration activities. UNHCR. https://www.unhcr.org/411786694.pdf