İklim krizi, biyoçeşitlilik kaybı, yaygın kimyasal kirlilik gibi ağır sorunların yeryüzündeki hayatı çöküşe uğratabileceği yıllardır dile getiriliyor. Gıda üretim tüketim süreci böyle bir çöküşten ciddi şekilde etkilenecek.
Ekosistemlerin çöküşü neye benzer? Uygarlık krizi dediğimizde tam olarak ne söylemiş oluruz? gibi sorulara net yanıtlar vermekse çok zor. Zorluk bu tip sorulara verilecek yanıtın çok sayıda etkeni dikkate alması gereğinden yani karmaşıklığından kaynaklanıyor.
Karmaşıklık meselesine gıda kayıpları örneği üzerinden bakmamız mümkün. Giderek derinleşen iklim krizi nedeniyle tahıllar, baklagiller ve sebzeler gibi ana besin kaynaklarının üretim miktarlarında dünya genelinde düşüşler olacağı çok sayıda çalışmada dile getiriliyor. Ancak önemli ve az bilinen bir başka sorun ise gıdaların besin öğesi içeriklerinin azalacak olmasıdır.
Yapılan bazı çalışmalara göre buğdaydaki çinko, demir ve protein oranı önümüzdeki 20-30 yıl içinde yaklaşık yüzde 10 oranında azalabilir ve bu durumu da bir kayıp olarak görmemiz gerekir.
Sıcaklık artışının yanı sıra su kıtlığı da gıda üretimi ve gıdaların besin öğesi içeriği ile ilişkili bir başka büyük sorundur. Örneğin ülkemizin içinde olduğu coğrafi bölgede kişi başına düşen yıllık su miktarının önümüzdeki 30 yıl içinde üçte bir oranında azalacağı tahmin ediliyor. Bu olumsuz değişimin meyve ve sebze gibi tarımsal üretimlerinde suya çok gereksinim duyulan gıdaların yetiştirilmesinde sorunlar yaratacağı çok açıktır.
Biyoçeşitlilik kaybı ve giderek yaygınlaşan ve özellikle tahıl üretimini tehdit eden mantar hastalıkları gibi etkenler nedeniyle de gıda üretiminde azalmalar olacağı dikkate alındığında gıda kayıpları sorununu betimlemenin, yakın gelecekte tam olarak ne olacağını söylemenin ne kadar zor olduğu sanırım bir parça anlaşılabilir.
Bu ciddi-karmaşık sorunları dile getirerek kriz psikolojisini derinleştirmek, yaşadığımız sorunlara çözüm bulma kapasitemizin ortadan kalktığına yönelik düşünceleri pekiştirmek istemiyorum. Gıda üretim-tüketim sürecinde agro-ekolojik tarımsal üretim yöntemlerini yaygınlaştırmak ve bir kamusal politika haline getirebilmek bile sorunların çözümüne epeyce katkı sunacağını belirtmeliyim.
Ancak bu yazıda bianet’teki çeşitli yazılarda dile getirdiğim bu tip çözüm önerilerine yer vermeyeceğim. Sıklıkla dile getirdiğimiz ama tam olarak ne olduğunu tasvir etmekte zorlandığımız bir duruma, insan uygarlığının yıkıma uğraması, ekosistemlerin çökmesi olarak nitelediğimiz duruma iki kitabı anarak bir açıklık getirmeye çalışacağım.
Ekosistemlerin çöküşü neye benzer?
İçinde olduğumuz ekolojik kriz tersine çevrilemez ya da mevcut sorunlara çözüm bulunamazsa insan uygarlığını bir çöküş ya da yıkım beklediği Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları başta olmak üzere çeşitli yayınlarda dile getiriliyor.
Ancak sayısal verilerin gelecekte karşı karşıya kalacağımız durumu (toplumsal halleri) tasvir etme açısından çok yetersiz olduğunu düşünüyorum. Örneğin küresel ortalama sıcaklık 4 santigrat derece arttığında biyolojik tür çeşitliliğinin büyük oranda yok olacağı, insan uygarlığının ciddi bir krize gireceği; sıcaklık artışının 6 santigrat derece olması durumunda ise sadece uygarlığın değil yeryüzündeki hayatın bütünüyle çökebileceği uyarıları tam olarak ne anlama geliyor?
Bu tip sayısal veriler her ne kadar olası kötü durumlara işaret etse de nasıl bir hayatın içinde olacağımıza dair çok az şey anlatıyor. Bu konudaki temel meselenin de yine karmaşıklığı tasvir etmekten kaynaklanan zorluk olduğunu düşünüyorum. Hayatı bir hikâye anlatarak ancak tasvir edebiliriz. Dolayısıyla bu konularda aklımıza takılan soruların yanıtlarını bilimden ziyade edebiyat alanında bulabilmemizin mümkün olduğunu düşünüyorum.
Cormac McCarthy'nin 2006 yılında çıkan “Yol” isimli romanında ekosistemleri çökmüş, yıkıma uğramış bir uygarlıkta hayatta kalabilmek için bulundukları yerden güneye doğru yola çıkmış bir baba ile oğlunun yolculuğu anlatılır. Yol ekosistemlerin çökmesinin neye benzediğini ve toplumsal hayatta nelere yol açacağını betimleyen (okuduğum) en iyi romanlardan biri.
Dayanışma ve umut duygusuna ne olur?
Yeryüzündeki hayatın çöküşünün yol açacağı sorunları fiziki varlıklardaki yokluk, kıtlık ya da tükenme üzerinden tartışıyoruz daha çok; örneğin su kıtlığı, gıda üretimindeki çöküş vb. gibi.
Bu tartışmaları yapmamızda bir sorun yok elbette. Ancak Cormac McCarthy romanında yokluk, kıtlık ve tükeniş hallerini çarpıcı bir şekilde resmederken son derece usta bir biçimde epeyce az tartıştığımız, genelde gözden kaçırdığımız bir meseleyi de görüş alanımıza dahil ediyor. Bu meseleyi toplumsal hayatta güven duygusunun ortadan kaybolması ya da insan ilişkilerinde güvensizliğin bir norm haline gelmesi olarak niteleyebilirim.
Yol, umut ya da umutsuzluğu bir mesele olarak görmeyen ya da bu konularda bir mesaj verme kaygısı olmayan bir kitap. Biyolojik çeşitliliğini yitirmiş, ıssız, hayata dair bir emare bulmanın zor olduğu, hayatın temel dokusunun belirsizlikle örüldüğü bir dünyayı tasvir ediyor McCarthy. Ortada bir zaman makinası yok ama yaşadığınız her gün bir önceki günün neredeyse aynısı. Her gün uyanıyor ve hep aynı dünyaya gözünüzü açıyorsunuz…
McCarthy romanında bir yandan kimsenin kimseye güvenmediği, çökmüş, yıkılmış bir dünyada hayatta kalmanın neye benzeyeceğini tasvir ederken, öte yandan bizi öyle bir dünyada hayatta kalmanın ne ifade ettiği sorusu üzerinde düşünmeye davet ediyor.
Yan Lianke’nin “Günler Aylar Yıllar” isimli romanını bu soruya verilmiş –umutlu- bir yanıt olarak da görmek mümkün belki.
Lianke yaşlı bir insanla bir köpeğin dostluğu üzerinden çökmüş bir hayatı yeniden yeşertmenin imkânsız olmasa da ne kadar güç olduğunu tasvir eder romanında. Kuraklık nedeniyle insanların evlerini terk ettiği bir bölgede tek başına –tarlasında bulduğu son mısır filizini yaşatabilmek için- kalan yaşlı bir insan, bir köpek ve bir mısır filizi arasındaki ilişkiler üzerine kurulu hikâye hayat, ölüm, yalnızlık, dostluk, ıssızlık, sessizlik üzerine bir dolu şey anlatır.
Her iki kitap da çökmüş bir ekosistemde yaşamanın ne kadar zor olduğunu ve karşı karşıya kalabileceğimiz sorunlara çözüm getirme olanaklarımızdaki kayıpları, beceri dediğimiz şeyin bireysel olduğu kadar toplumsal bir yönü de olduğunu ustalıkla anlatıyor. Birbirimizle dayanışma içinde olmanın, daha iyi bir hayatı mümkün kılmak için çabalamanın, var olanı korumaya ve onarmaya odaklanmanın önemi üzerine düşündürüyor ve belki de en önemlisi umudun göremeyeceğimiz, yaptığımız şeylerin olumlu bir sonuca yol açıp açmayacağını bilemeyeceğimiz bir gelecek için çaba sarf edebilmekte olduğunu hissettiriyor… (BŞ/EKN)
Yol, Cormack McCarthy, Çeviri: Sevin Okyay, İthaki Yayınları, 2019.
Günler Aylar Yıllar, Yan Lianke, Çeviri: Erdem Kurtuldu, Jaguar Kitap, 2020.