Diyarbakır'daydık, "Öğretmen Evi"nde kalmaya karar verdik. Ben ve arkadaşıma üç yataklı bir oda gösterdiler, eşyalarımızı yerleştirip yemek yemeğe çıktık.
Odaya geri döndüğümüzde Seda'yla karşılaştık. Bizim üçüncü yatağı ona vermişler. Seda 25 yaşında, dalgalı saçları omuzlarını çevreliyor, yüzü çok güzel, şık giyimli...
Tanışma merasiminden sonra muhabbet koyulaşıyor. Meğerse Seda, Siirt'in bir köyünde öğretmenmiş. Henüz bir yıl olmuş tayini çıkalı. Balıkesirli. Biz soruyoruz. O anlatıyor.
Nasıl geçiyor? Alıştın mı?
Geldik öyle, alıştık buralara.
Kaç öğrencin var?
47.
Çok değil mi? Okula ve derslere ilgililer mi?
Çok ilgililer derse karşı. İlgisiz olanları da var; onlar da ailelerinin okutmayacağını biliyorlar. Kız çocuklarının çoğu beşinci sınıfı bitirince evlenecek, çok belli.
İlkokulu bitirince evleniyorlar demek, yani 13-14 yaşında.
Tabii, bir ya da iki sene bekliyor, daha fazla değil. Benim annem 21 yaşında evlenmiş, hep der ki ‘çok küçük evlendim, ben sizi o kadar küçük yaşta evlendirmeyeceğim’. Anneme ‘burada evlenenler 12, 13yaşında’ diyorum; şaşırıyor ‘kızım nasıl olur öyle şey, sokakta top oynayan çocuklar, nasıl ev kadınlığı yapabilir’ diyor. Öğrencilerimin anneleri benimle yaşıt, neredeyse benden küçük. Ben yirmi beş yaşındayım, yirmi yaşında annesi olan var.
Okulumuz çok küçük, bir tek sınıfımız var; müdür odamızı da geçici sınıf yapalım dedik ki çocuklar iyi yetişsin. Gerçekten bu çocuklar çalışıyorlarsa, biz bunların aileleriyle çatışırız. ‘Destek olur, çocukları okuturuz’ dedik. Gerekirse masrafını da karşılamaya hazırız, ben lüks yaşamam da, gezmem tozmam da o çocuklar okur.
Bir de öğretmen istedik, '86 öğrenci, baş edemiyoruz, çok geri kalıyor bu çocuklar, bize öğretmen gönderin' dedik. Geçici bir öğretmen verdiler. Birinci sınıfları ayırdık, oraya koyduk. Dördüncü ve beşinci sınıflar bendeydi, öyle güzel eğitim veriyordum ki onlara, her şeyleri ile ilgileniyordum. İkinci ve üçüncü sınıflar da ayrıydı, tam güzel olmuştu yani. Sonra o öğretmeni de geri aldılar bizden; şimdi tekrar bir, iki ve üçüncü sınıflar bir araya geldi.
İki kadın öğretmensiniz, değil mi?
Evet, iki kadınız. Öğrencilerimiz okuma yazma bile bilmiyorlardı. Zaten bazı çocuklar problemli, özellikle kız çocukları. Çünkü kızlara fazla önem vermiyorlar; hasta bile olsalar kimsenin umurunda değil ki. Onlar için önemli olan erkek çocuk.
Beslenme şartları mı etkili oluyor?
Hiçbir şey yok. Yazın yedikleri domates, ekmek; kışın yedikleri peynir, pekmez. Bıkmışlar zaten, köyde üzüm ve pirinç yetişiyor. Sadece pirinci biliyorlar; çorba, yemek falan bilmiyorlar.
Yemek yemeyince sağlıklı gelişemiyorlar değil mi?
Çok zeki çocuklar var, ama ilgi olmadığı için çok geri kalıyorlar. Okulumuz çok küçük, çok sıkıntı çekiyoruz diye yeni okul istedik. Milli Eğitim ‘siz yeri alın, biz okulu yapacağız’ demiş. Köylü arsayı almış. Ama okul yaptıramıyorlar. Geçen gün iki kız öğrencim sordu: ‘Öğretmenim yeni okul yapılacak mı’ diye, ben de Milli Eğitim Müdürü ile birkaç gün önce görüştüğümü ve aldığım cevaba göre yapılamayacağını söyledim. Baktım, boyunlarını büktüler. Birisi "Öğretmenim eğer yeni okul yapılmazsa Asiye ile beni okula göndermeyecekler" dedi.
Neden yapılmazsa göndermeyecekler?
İkinci kademe olmayacak. Birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar okutabiliyoruz. Sonrası için taşımalı olarak ilçeye gidiyorlar. Ama aileler çocuklarının arabayla okula gitmesini istemiyor. Halbuki servis evin kapısından alıyor, okulun kapısına bırakıyor; okulun kapısından alıp evin kapısına bırakıyor.
Servis ücreti çok diye mi göndermiyorlar?
Servis hizmetini devlet karşılıyor. Aileler tutucu. Uğraşmak istemiyorlar. Bir kadının yirmiye yakın çocuğu var. Bir kadın on sekiz tane çocuk doğurmuş, o kadar çocuğa nasıl baksın? Bir tarlası var, bir bahçesi var, üzüm yetiştiriyor, pirinç yetiştiriyor. Bir ya da iki çocuğu olsa güzel yaşatır ama çok fazla çocuğu var.
Çok çocuk itibar duyulması gerekilen bir şey köyde. Bir kadın ne kadar çok çocuk doğurursa o kadar iyi bir kadın oluyor. Bir komşumuz var. Kadın bizimle yaşıt, belki bir yaş büyük, dört tane çocuğu var, çocuk istemiyor, her ay iğne yaptırıyor. Kaynanası göndermiyor, onun her iğne günü yaklaştığında ya hasta oluyor ya bir iş çıkarıyor. Dört taneye çocuk demiyorlar. Bakamıyorlar ama korunmayı günah sayıyorlar, ‘Allah veriyor, biz ona nasıl engel olabiliriz’ diyorlar.
Sen ayrıca kadınlarla da ilgileniyor musun, anlatıyor musun?
Sürekli konuşuyor, anlatıyoruz. Ama değiştirmek çok zor. Gençlere anlatıyoruz da, yaşı otuz, otuz beşe gelmiş olanlara anlatamıyoruz. Bizim yapabileceğimiz en iyi şey öğrencilerimizi iyi yetiştirmek.
Siz yaşamınızla da onlara çok şey öğretiyorsunuzdur
Biz onları özendirmeye çalışıyoruz. Bize özensinler, çocuklarını bari okutsunlar. Ama bize kâfir gözüyle bakıyorlar, çünkü başımız açık. Ben namazımı da elimden geldiğince kılmaya çalışırım, Kuran'ımı da okumaya çalışırım ama kapalı değilim. Dinle de ilgilenirim.
Köy kaç haneli?
Küçük, otuz beş haneli bir köy. Çocukların her şeye ihtiyacı var. Mesela bir cam bardağı bile çoğu belki bilmiyor.
Mesela resim dersi yapabiliyor musun?
Yapamıyorum, çünkü boya yok. Çoğunun resim defteri yok. Çok çabuk bitiriyorlar resim defterlerini, çünkü çok seviyorlar resim yapmayı.
Türkçe bilmeden okula gittikleri için çok zorlanıyorlar mı?
İşte onun zorluğunu çok yaşıyoruz. Ben Kürtçe bilmiyorum, öğretmen arkadaşım biliyor. O yüzden daha iyi anlaşıyorlar. (EZÖ/NZ)