Ülke 1 Haziran sabahına, akademinin ve toplumsal olaylar üzerine mütemadiyen sonuçlar üreten memleket teşkilatlanmalarının çok uzun yıllar anlamaya ve mümkünse içermeye çalışacağı bir siyasal dinamiğe bakarak uyandı. Hiçbir daim kanın ve katliamın eksik olmadığı bu topraklarda onca yıllık sessizliğin ardından birkaç ağacın yaprağından çok isyancıyı etrafında nasıl toparladığını anlamaya çalışmak yakın siyasal tarihimizin yegâne konusu. Meselenin ‘ağaç’ olmadığını söyleyerek başlamak temel refleks. Zamanın ve hayatın sadece tüketmek üzerine ilerlediği modern toplumun son kertesinden çıkan isyancılar “nerde o eski bayramlar” söylemini lüzumsuz kılan kırılmanın öncüsü oldular. Tavrın siyasal ve toplumsal sonuçları mahiyetini korumakla birlikte devlet/sistem “bir barikatın kırk yıl hatırı vardır” fikriyatını kavramış olacak ki ezemediği bu dinamiği ehlîleştirerek sönümlendirmeye “zararsızlaştırmaya” çalışıyor.
İlk günlerde çıplak polis şiddetini medya sansürü ile birleştirip olağan bir ezme pratiğine girişen iktidar, bu tarzın kitlelerin mobilizasyonunda temel bir motivasyon kaynağı olduğunu sezdi. Taksimin boşaltılıp geri adım attırılmasındaki temel işlevi anlamak mühim. Başarıyı, kolluk güçleriyle asimetrik bir güç ilişkisi içerisinde olan isyancıların askeri başarısı olarak anlamak yersiz.
Devlet, alanlarda yıllardır seyrede geldiğimiz çatışma görüntülerinde elinde sarı-kırmızı-yeşil bayrağıyla ya da kızıl bayrağıyla çatışan gençleri memleketin batısında çok fazla mesai üretmeden manipüle edilebildi. Ancak alnında “Atam izindeyiz” yazan elindeki Türk bayrağıyla polis arabasının ters çevrilmiş enkazında zıplayarak Onuncu Yıl Marşı söyleyen vatandaşı hiçbir yere sığdıramadı ve bunun tekil bir meczup faaliyet olmaktan çıkıp kitlesel direnişe dönüşmüş olması karşısında çaresiz kaldı.
Bu durum karşısında göstermeye alışık olduğu şiddet onu içinden çıkamadığı bir gayri meşruluğa itti. Her ne kadar son on yılda derin bir konsept değişikliğine gidilmiş olsa da 80 yılın en önemli politik figürlerine sıkılan su hesaplananın tersine iktidarı epey ıslattı ve ıslatacağa benziyor.
Sistemin algı yaratma çalışmalarındaki en önemli silahı olan iletişim tekellerine büyük darbe indi ve sosyal medya tepesine güzel bir mum dikti. Vali’nin devlet ciddiyetini “trending topics” kıvamında ele alan bu mecra herkesi etrafında toparlamaya devam ediyor.
Lakin bilindiği üzere iktidarın böylesine bir toplumsal kırılmayı politik bir olgu olarak anlayıp muhataplık ilişkisi geliştirmek ve konuyu müzakere zeminine çekmek gibi makul reflekslerinin olmadığı, iktidar kibrinin ne boyutlara çıktığı ortada.
Korkunun öfkeli kelimelerin çaresiz pelerini olduğu görülüyor fakat atılacak olan geri adım özelde AKP’ye genelde ise tüm egemen siyasete çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu memleket siyasi geleneğinde sivil direnişin öyle tarihe mal olmuş (Kürtler dışında) bir geçmişi yok ya da yoktu.
Egemene olan korkunun temelde cesaret değil kendini meşru hissetme krizi olduğu ve bu duvarın yıkılmasıyla, barikat kurmak gibi kanun dışı bir fiilin hak arama mücadelesinin doğal bir parçası, muhalefet etmenin kitlesel tavrı olması durumudur. Egemenin gerilimindeki temel korku buradaymış gibi görünüyor. Çünkü bu şekilde toplumsallaşan bir siyasi ahlak bundan sonra bu memleket adına plan yapma gayreti olan her siyasal organizasyonun hesap etmek ve hesap vermek zorunda kalacağı bir “halk kürsüsü” olacaktır. Bunun farkında olan sistem, çareyi bitiremediği bu kırılmanın öznelerini zararlı olanlar ve zararsız olanlar olarak ayrıştırmaya çabaladı.
31 Mayıs günü yaşanan olayları iktidar fermanıyla penguenlerle anan medya ne hikmetse iki gün içerisinde bütün gün gezi parkındaki direnişçilerin kurmuş oldukları komünleri, çöp toplamalarını kediye köpeğe uzatılan süt kaplarını verir oldu! Kucağında yavru köpeği taşıyan direnişçinin iki gün önce polisle çatışırken kör olmuş yoldaşını taşıyan kişi ile aynı olmasının imkânsızlığını vurgulamak ister gibiydi!
Bu faaliyet sonucu her polis baskısından sonra girişilen marjinaller ve gezi sakinleri, İyiler ve kötüler ayrıştırmasına karşı durmak mücadelenin sanırım sürmesi gereken en önemli ideolojik mevziisiydi. Bir insan tüm bedellerine rağmen hem polisle çatışır hem de egemenlerin hayalini bile kurmamıza müsaade etmeyeceği denli insancıl bir yaşam alanı yaratabilir ve yaratmıştır da. Tıpkı belki de hayatında ilk defa örgütlü Kürt kalabalığına bu kadar yakın olan binlerce insanın TV’de seyrettiğinin aksine Kürtçe sloganlar atıp polisle çatışmanın ötesinde bir yaşam alanı paylaşması ve devlet saldırısı sırasında karşısında kolundan tuttuğu elinde Türk bayraklı bir kadını bırakmayan Kürt genci resminin algılarda yarattığı izlek gibi.
Yaşanan bütün olaylar yalnız iktidara ve egemenlere değil memleketin devrimci muhalefetine de çok önemli bir şey söylüyor. Gezi parkında kaldığımız süre içerisinde yaratılan yaşamı, “insanlar ve siyasetler” arasındaki ilişkiyi tüm gerçekliğiyle algılamak elzem. Gelecek dönem muhalefetinin temel tartışmalarından biri orada bulunan sosyoloji ve toplumsal psikolojinin doğru anlaşılması üzerine olacakmış gibi. Gezide ve devamında yürütülen park buluşmalarında bir araya gelen kalabalığın hayatın bütününe dair talep ve beklentilerini içeren toplumsal muhalefet hangi aklın ve iradenin ürünü olacaktır acaba?
Mümkün olduğunca çok bayrak ve bildirinin, kapsamak ve politikayı belirlemek gibi konularda temel araçlar olduğu inancı bu süreçte hiç yara almış mıdır acaba? Kendini ve derdini anlatma gayretinden geri durmadan, alanı da PR çalışması olarak algılamaktan vaz geçmiş bir tarz yaratmak birilerine nasip olabilir. Kalabalıklar içerisinde elinde bayrak, bildiri ve önlükle yürüyen devrimci gençlerin gerçekleşmekte olanın tercih edilebilir prototipleri olmadığı görülüyor. Genel kitlenin içerisinde eriyen, insanların devlete ve onun tüm zor aygıtlarına topyekûn karşı duruşunun, radikal bir karşı duruş temelinden devam etmesini sağlamak çok mu beyhude olur. Zira bu memlekette radikal bir muhalefet biçimi gelenek olarak yükseldiğinde bunun adresi ve muhatabı olan devrimci güçler bir yerlerde bu dinamikle buluşmayacak mıdır? Yaşananlar bugüne kadar seyreden politika tarzının bugünün toplumsallığındaki karşılığını, söylenen sözlerin haklılığının ötesinde neye muktedir olduğunu biçare anlatmaya çalışıyor sanki. (FE/HK)