Sosyal medyanın sert yorumla gücü, yumuşak yorumla etkisi, Şanlı Gezi Direnişi’nden önce, Arap Baharı/Kışı, Japonya’daki deprem ve nükleer sızıntı, İran’daki protestolar, Suriye’deki iç savaş gibi bağlamlarda, birçok araştırmada incelendi.
Bu ve benzeri örneklerden çıkarılmış olan tablo, Şanlı Gezi Direnişi’ne ne ölçüde uygun? Direniş, o tabloyu tümüyle doğruluyor mu? Tümüyle doğrulamıyorsa, Gezi, bu tabloya özgün olarak ne katabilir?
Kuram(lar)la gerçeklik(ler) arasında sık sık gidip gelmeyi gerektiren bu sorular, bu yazının temel konusunu oluşturuyor. Yazıda, çıkış noktası olarak, 2012’de yazdığım sosyal medya psikolojisi kitabımdaki medya ve sosyal medya ayrımlarını kullanıyorum (Gezgin, 2012). Bu ayrımlar, Gezi’den önce yapıldığı için, bugünün direniş atmosferinden etkilenmemek gibi bir özelliğe sahip. Aşağıda bu ayrımları sıralayıp Gezi ile bağlantılı olarak yorumluyorum.
Medya ve Sosyal Medya Araçları
Medya, araçlarında farklılaşıyor. Bu farklılaşma, Gezi’den önce, kendini en yoğun olarak Reyhanlı yasağında gösterdi. Televizyonlar ve radyolar, büyük oranda sus(turul)muşken, sosyal ağ ve paylaşım siteleri, anlık iletileşme, cep telefonları, akıllı telefonlar vb. durmuyordu. Aynısı, Gezi Direnişi sırasında da oldu. Bilindiği gibi, bir avuç televizyon ve radyo dışında (Ulusal Kanal, Halk TV, Hayat TV, İMC TV, Özgür Radyo, Yön Radyo, Cem Radyo vd.), kanallar, direnişin canlı yayınını yapmadılar ve onun yerine ilgisiz programlar (Penguenler vb.) gösterdiler.
Medyada ve sosyal medyada etkileşim
Medyadaki düşük düzeydeki etkileşim özelliği, direnişin canlı yayınını yapan kanallarda bile kendini hissettirdi. Kanallar, bunu aşmak için, izleyicilerin bağlanıp yurttaş muhabir olarak haber geçebilecekleri hatta canlı yayına katılabilecekleri telefon numaralarını duyurdular. İleti geçip yorumlarını iletebilecekleri numaralar da verildi. Bu kanalların, anaakım kanallara göre bir üstünlüğü vardı. Direniştekiler, bu kanallara, dolayısıyla direnenlere haber gidebilsin diye, gönüllü muhabir oluyorlardı. Böylece, anaakım medyanın ulaşmak istese bile ulaşamayacağı birçok noktaya bu kanallar ulaştı. Anaakım medya, iyi niyetli olsaydı bile, bu kanallar kadar başarılı bir canlı yayın yapması olanaksız olacaktı; çünkü anaakım, mobil gazeteciliğe hazır değil, istekli de değil. Oysa, BBC ve CNN’de, mobil gazetecilik ve yurttaş gazeteciliği, çok gelişmiş durumda. Sosyal medyada ise, yüksek düzeyde etkileşim, zaten var. Bilgi ve görüntü paylaşımları, yayılıyor, yorumlanıyor ve direnişin gereksinimlerine göre kullanılıyordu. Ayrıca, direnişin canlı yayınını yapan kanalların sosyal medya kaynaklı bilgi ve görüntüleri bol bol kullanması, dikkate değerdi. Bu kanallar, yayınlarını, kendi canlı yayın ekipleri ve yurttaş muhabirler yanında, sosyal medyadan gelenlerle de güçlendirdi. Bu üç kaynak, doğrulama yapmak için nirengi noktası olarak da kullanıldı. Bir yandan da, tam tersine, bu kanalları çeşitli nedenlerle izleyemeyenler için, birçok sosyal medya kullanıcısı, sosyal medyada kısa kısa haberler geçti. Örneğin, “Ulusal Kanal’a göre, Akaretler yolu açılıyormuş” ya da “Halk TV’ye göre camide revir kurulmuş”. Bu bilgilendirmelerde, bu kanalların, direnişçilerin gözünde yüksek düzeyde bir inanırlığı olduğu ve sosyal medyada kesinleşmemiş bilgilerin doğrulanması için bu kanalların referans olarak kabul edildiği gözlemleniyordu.
Medyada ve sosyal medyada içerik üretimi
Medyada, içeriği, devletle şirketlerin ürettiğini gördük. Aslında, Gezi örneği, içeriğin üretiminden çok, hangi içeriğin yayınlanacağına kimin karar verdiğinin daha önemli olduğunu gösterdi. Medya, sansür uyguladığında, ellerinde, muhabirlerin ürettiği içerik zaten vardı. Aslında, birçok kanalın muhabiri, sosyal medya kullanıcıları gibi muhalif içerikler (yani gerçek görüntüler) üretti. Ama bunlar, kanallarda yer almadı. Bu muhabirlerin bir bölümü, bu görüntüleri, uluslararası kanallara gönderdiler. Ayrıca, birçoğu, işten çıkıp sivil vatandaş olduktan sonra, protestoculara katıldılar. Dolayısıyla, anaakım medya muhabirleriyle sosyal medya kullanıcıları arasında keskin bir ayrım yoktu; geçişlilik ve çakışma sözkonusuydu. Sosyal medyada, ilk paylaşımda, içeriği üretenle yayınlayan aynı olduğu için, genellikle, sansür durumu sözkonusu değil. Ancak, bunun iki istisnası var: Birincisi, tivitleri nedeniyle gözaltına alınma haberlerinden sonra, bir kesim sosyal medya kullanıcısı, otosansür uygulamaya başladı. İkincisi, (ben dahil olmak üzere) şarjı bitenler, evinde bilgisayar başında oturan arkadaşlarını arayıp “şöyle şöyle birşey oluyor, paylaş” dediler. Bu durumda, içeriği üretenle paylaşan, farklılaşmış oluyor. Bir diğer nokta, şu: Sosyal medyadaki içerik üreticileri, çoğunlukla, aynı zamanda, tüketici. İşlenmiş veri (bilgi, ses, görüntü vb.) az; ham veri, çoğunlukta. Medya ise, bir tüketici değil üretici olarak, ham veriyi alıp (azıcık ya da çok fazla) işliyor ve sunuyor. İçeriğin hem üreticisi hem tüketicisi olmanın üstünlükleri var. Daha şeffaf bir durum sözkonusu.
Medyada ve sosyal medyada eşanlılık
Medyada eşanlılık, zayıf. Asosyal medyanın bir örneği sayılabilecek gazeteler, dergiler ve kitaplar, süreci geriden izledi durdu ve öyle devam ediyor. Bu üçlü, önemsizleşiyor ve değersizleşiyor. Olaylar, çok hızlı gelişiyor. 1 Temmuz’da yayınlanacak bir dergi için, benden bir Gezi yazısı istediler. Son tarih de, 15 Haziran. 15 Haziran’a kadar neler neler olur ve ondan sonraki 2 haftada... Artık, gelişmeleri, gazeteden izleyemediğimiz için, gazeteler de, dergiler gibi, genel geçer makalelere ağırlık vermeye başlıyor. Sosyal medyanın yanında, internet gazeteciliği de önem kazanıyor. Bu durumun diğer dört boyutu, şöyle: Birincisi, internet gazeteciliğinde, sözcük sınırı olmadığı için, daha esnek olunabiliyor. İkincisi, internet gazeteciliğinde bol bol fotoğraf kullanılabiliyor. Basılı gazete ise, çoğunlukla, okumuş kesime hitap ediyor. Üçüncüsü, internet gazetesinde link gömülebiliyor. Dördüncüsü, internet gazeteciliğinin masrafı daha düşük. Bu liste, daha da uzatılabilir.
Gezi Direnişi haberlerini paylaşmak için açılan bloglar, youtube ve ustream kanalları, Facebook sayfaları vb., önemli bir eksiği doldurmuş oluyorlar. 2012 açlık grevi sürecinde, anaakımdaki sansürü kırmak için kurulmuş olan ve yurttaş muhabirlik anlayışıyla muhalifler arasında önemli bir yer tutan Ötekilerin Postası’nın yanına, yalnızca Gezi direnişi ile ilgili yayın yapan Diren Gezi Parkı sayfası gibi örnekler eklendi. Bu hızlı akış, aynı zamanda, doğrulanmamış bilgiler nedeniyle, bilgi kirliliğine de yol açıyor. Örneğin, 1 Haziran’da saat 2:00 gibi, park hâlâ abluka altındayken, Gezi Parkı ve Divan Otel önünde beklediğimiz sırada, sosyal medyadan iletilen bir haber, Mis Sokak’ta 3 ölü olduğu yönündeydi. Kaynak, güvenilir sayabileceğimiz muhalif bir sanatçıydı. Başka bir gün, “meydanda, taraftar grupları, BDP’lilere saldırdı” diye bir bilgi geldi. O da yanlıştı. Yine de, gelen bilgilerin yüzde 99’unun doğru olması bile, büyük bir olay; çünkü devlet ve sermaye güdümündeki medyadaki bilgilerin doğruluk payı, yüzde 99’un çok gerisinde. Yeri gelmişken, Bianet’in, bu konuda, 2 Haziran 2013’te, Facebook’ta paylaştığı duyuruyu burada anımsatalım:
“Emin olmadığımız, doğrulamadığımız hiç bir bilgiyi paylaşmayalım lütfen. Siz doğrulayamıyorsanız güvendiğiniz birisi doğrulayana kadar yaymayın, duyurmayın. Bekleyin, eğer doğruysa kısa sürede doğrulanacaktır. gelen bilgi çok önemli ve yaşamsal ise en azından "doğrulanmamıştır" notunu koyarak iletin. Dezenformasyon polisin gazından daha tehlikelidir ve bu tutum bugün ve şimdi çok daha önemlidir.
Bir sözüm de İMC, Hayat TV, Halk TV gibi yayın kuruluşlarına: Gösterdiğiniz görüntü ve kliplerin kaynaklarını, zamanlarını ve yerini belirterek yayınlayın; çünkü görüntüyü ilk kez gören, doğruluğundan emin olamıyor ve sosyal medyaya ona dayanarak mesaj yolluyor. Bu da bilgi kirliliği yaratıyor.”
İşin içine, bir de, devlet güçlerinin açtığı sahte hesaplar ve sahte çağrılar girince, bu uyarı, daha da önem kazanıyor. Sosyal medyada, “şurası (hastane, ev, dükkan vb.), direnişçilere açıldı, gelin” ya da “şurası, revir oldu; hemşireler bekliyor” türü paylaşımların bir bölümünün, sonradan, polisin işi olduğu ortaya çıktı. Oralara gidenler, gözaltına alındı. Kısacası, sosyal medyanın eşanlılığının hem olumlu hem olumsuz özellikleri var.
Bu süreçte, medyanın güvenilirliği sarsıldı. Devlet ve şirket işbirliği, en açık haliyle deşifre oldu. Sosyal medya, bilgi kirliliği nedeniyle eleştirilirken, bir yandan da, medyadan daha güvenilir bulunuyor. Bu güven sarsılması, muhalif kanal ve yayınlara ilgiyi de arttırmış durumda. Direnişi, başından beri, açıkça destekleyen gazetelerin (Evrensel, Birgün, Cumhuriyet, Aydınlık, Sol, Yurt, Sözcü) tirajlarının artması beklenebilir (bkz. Medya Tava). Ancak, yine de, gazetelerin artık bayat bilgi toplaması olarak görüldüğü unutulmamalı. Bununla ilişkili bir diğer nokta, medyanın içerik üretiminin planlı olması ve editoryal bir süreçten geçmesi; sosyal medyadaki içeriğin ise böyle olmaması. Bunun, yine, olumlu ve olumsuz özellikleri var. Fakfunfon bloğunda çıkan ‘Direniş için Sosyal Medya Kullanma Kılavuzu’nu önerebiliriz ).
Medyanın ve sosyal medyanın anonimliği, nonimliği ve südonimliği
Medya kullanıcılarının kim oldukları, önemli değil. Dolayısıyla, medyanın, izleyicilerden istediği, anonimlik. Medya, kullanıcılara sürü gibi davranıyor. Bunun istisnası, ‘niş kanalları’ olarak adlandırılan altgrup kanalları (Karadeniz kanalı, Arap kanalı, kadın kanalı, çizgifilm kanalı vb.) ve genel bir kanaldaki altgrup programları (evlilik programları, çocuk programları, öğrencilere yönelik programlar vb.). Sosyal medyada ise, kullanıcılar, nonim (isimli iletişim, anonimin tersi), anonim ve südonim (takma adlı iletişim) olabiliyor. Anonim iletişime örnek, çet; südonim iletişime örnek ise, Ekşi Sözlük ve Wikipedia gibi örnekler. Bunlarda, aynı takma adlı kullanıcının değişik içeriklerine erişebiliyoruz; ancak, çoğunlukla, onun gerçek yaşamda kim olduğunu bilmiyoruz. Facebook ve Twitter, çoğunlukla, nonim araçlar. İnsanlar, kendi adlarını kullanıyorlar. Bu kendi adını kullanma konusu, yukarıdaki bilgi kirliliğine büyük ölçüde panzehir olması açısından da önemli. Bu anlamda, Ekşi Sözlük gibi uygulamalar (katkıları dikkate değer olmakla birlikte), bilgi kirliliğine daha açık. Südonim, nonim ve anonim ortamlarda direnişe ilişkin paylaşımların karşılaştırılması, ilginç bulgular sağlayabilir.
Köylü ve kentli olarak sosyal medya kullanıcıları
Medya kullanıcıları arasında bir ilişki(lenme) yok. Birbirlerini tanımıyorlar. Bu açıdan, kentli gibiler. Kentlerde (Özgür Mumcu’nun, 5 Haziran 2013 günü, CNN’de, canlı yayında, Rize Belediye Başkanı’nın “Eylemciler Rize'li değil, eminiz.” sözüne, “Başkan, nüfus 320.000, herkesi tanıyor musunuz?” biçimindeki yanıtına karşılık gelir bir biçimde), kalabalıklar arasında kaybolmak sözkonusu. Sosyal medyada, kullanıcılar, nonim ortamlarda, çoğunlukla köylü gibiler. Birçoğu, gerçek yaşamda tanışık olan insanlar ya da tanışık olduklarının arkadaşları. Südonim ortamlarda, köy ve kent arasındalar. Gezi Direnişi’nin sosyal medyadaki kentlileri daha bir köylüleştirdiğini söyleyebiliriz. Kullanıcılar, direniş ve sonrasındaki günlerde, birbirlerine daha çok yaklaştılar. Siyasal kutuplaşmalar nedeniyle, grup kimliği (çapulcu), daha da güç kazandı. Sosyal medyada, çapulcular arasında, birincil ilişkiler, dayanışma duygusuyla birlikte daha da gelişti. Kısacası, direniş, kentlileri olumlu anlamda köylüleştirdi.
Medya, sosyal medya ve kullanıcı kimliği
Az önce belirttiğimiz gibi, çapulcuların sosyal medyası, güçlü bir grup kimliğinin oluşumuna büyük katkı verdi. Sosyal medyada, çapulcular ve AKP yanlıları günlerce atıştı. Sonunda, büyük çoğunluğu, birbiriyle yollarını ayırdı. Medyanın böyle bir kimlik inşa gücü bulunmuyor. Bulunduğu istisna durumlar, yukarıda anılan niş kanallar. Ancak, direniş, aynı zamanda, direnişi destekleyen kanalları izleyenler arasında da hızlı bir kimlik oluşumuna yol açtı. Artık, ‘Ulusal Kanal ve Halk TV izleyicileri’ diye gün (saat/dakika) geçtikçe kemikleşen bir kitleden söz edebiliyoruz. Aslında, bu iki kanalı, tümüyle medya olarak görmek, pek de doğru olmayabilir. Çünkü birçok çapulcu kullanıcı, bu iki kanalı, internetteki canlı yayınlarından izledi/izliyor ya da bunlardan kesilmiş görüntüleri daha sonradan internetten izliyor. Dolayısıyla, bu iki kanalın izleyicileri, aynı zamanda, Türkiye’de sosyal medyayı en etkin kullanan kişiler olduklarından, bu iki kanal için, medya ve sosyal medya, içiçe geçmiş durumda.
İkincisi, medya, niş kanallarda bile, izleyiciye tek bir kimlik biçiyor (Karadenizli, Arap, kadın vb.). Ya da en ileri örnekte, niş kanalındaki bir niş programında (örneğin, Karadeniz TV’deki kadın programı diyelim), çift kimliğe izin veriyor. Sosyal medyada ise, sınırsız kimlik olanağı var. Hem Aydınlı, hem Türk, hem Alevi, hem kadın, hem LGBT, hem engelli vb. olunabiliyor. Bu, sosyal medyanın neden medyaya göre daha etkili olduğunu açıklamak için bir başka neden olarak görülebilir.
Medya, Sosyal Medya ve Gerçek Yaşam İlişkisi
Facebook’un Türkiye’de yaygınlaşmasıyla birlikte, sokağa çıkmayan ama Facebook’ta esip gürleyen ‘sanal eylemciler’le çok dalga geçildi. Ancak, artık, bu durum, geçersiz. Sokağa çıkanlar, sosyal medyayı kullanıyor; sosyal medyayı kullananlar da, sokağa çıkıyor. Sosyal medya, artık, sanal, ayrı bir dünya değil; gerçek dünyanın bir uzantısı ve hatta bir uzvu olarak işlev görüyor. Televizyonun böyle bir gücü yok. Televizyon, ancak, reklamlar yoluyla, kullanıcıyı kimi ürünlere yönlendirebiliyor. Televizyonun asıl gücü, davranış değişiminde değil, zihniyet değişiminde ya da daha doğru bir ifadeyle, beyin yıkamada. Bunun istisnası, direniş sırasında yayın yapan Ulusal Kanal ve Halk TV’ydi. Bu iki kanal, ülkenin birçok yerinde tencere-tava protestosu yapılmasında etkili oldu.
Medya, sosyal medya, rol modelleri ve ünlülük
Medya, popüler kültürün bir aracı, pekiştiricisi ve sürdürücüsü olarak, karşımıza, ünlüleri çıkartıyor. Bunlar, medyanın pompaladığı rol modelleri. Bunların yaşamlarında olup bitenler, boyalı basında hergün onlarca sayfa dolduruyor. Direnişin katkısı, bu magazinel sayfaların bile, bu ‘ünlü’lerin Şanlı Gezi Direnişi’ni destekleyen açıklamalarına ayrılması oldu. Medyada yer alan ünlüler, izleyicilerle oranlandığında, küçük bir azınlık. Bunlar, oraya, aile bağları, mali kaynaklar, başarılı toplumsal ilişkiler, cemaat üyelikleri, fiziksel güzellik gibi özellikler sayesinde geliyorlar. Çok azı, sanat yeteneği dolayısıyla orada. Dolayısıyla, izleyiciler, bu özelliklerin yeniden üretildiği kanallara maruz kalıyor(du). Sosyal medyada ise, daha fazla sayıda insan, ‘ünlü’ olabiliyor. Sosyal medyada ünlü olmanın gerekleri, medya için gerekenlerle örtüşmüyor. Sosyal medyada ünlü olanlar, eylemciler, polis şiddetine maruz kalanlar (örneğin bu video ya da facebook'un sildiği fotoğraf), açıklamalarıyla tepki toplayan devlet görevlileri, yetişkinmiş gibi olgun konuşan direnişçi çocuklar (örneğin bu video) vd. Bu durumun, dindar da olmayan ve kindar da olmayan bir neslin oluşumuna daha fazla katkı sağlayacağını düşünebiliriz. Bir medyada ve sosyal medyada rol modeli çalışması yapmak gerekiyor.
Sosyal medya çalışmalarına katkıları
Direnişin, sosyal medya çalışmaları çuvalına girmeyen yönleri de oldu. Bunları biraz açalım:
1. Ötekileştirilmişlerin Temsiliyeti: Yukarıda sayılan direniş kanallarında, direnişten önce ötekileştirilip direniş sırasında ve sonrasında direnişin bağrına bastığı gruplara nadir olarak yer veriliyor. Örneğin, çapulcu, Gezi Parkı’nın tinerci çocuklarına, dilencilerine vd. sahip çıkıyor; yediriyor, içiriyor, ihtiyaçlarını karşılıyor. Meydanda, iki erkek, elele yürüdüğünde, kimse, homofobik söylemlerde bulunmuyor. LGBT bireyler, direnişten sonra, kendilerine daha bir güvenli. Ermeniler de öyle. Bu tür Gezi öncesi ötekileştirilmiş gruplar, direnişe yer veren televizyon kanallarında nadiren görülüyor. Oysa, sosyal medyada daha çok görünürler. Çapulcu kanalların, onları görünür kılmaları gerekiyor. Özetle, direniş, bize, ötekileştirilenlerin medyada ve sosyal medyada farklı biçimlerde ve farklı oranlarda temsil edildiğini bir kez daha gösteriyor.
2. Sınıfsal, Uzamsal vd. Ayrımcılık: Kitlesel tepki sonucu, anaakım kanalların direniş yayınına geçmesinden sonra, yayın politikalarında, sınıfsal, uzamsal ve diğer farklar göze çarpıyor. Bir kere, Taksim ve Kızılay gibi daha görünür ve seçkin yerlere göre, yoksul (ya da genel olarak aşağı toplumsal tabaka olarak görülen) mahalle, ilçe ve illerden canlı yayın (örneğin, Dersim ve İstanbul’da Gazi Mahallesi), çok nadiren yapılıyor. Buralardaki polis şiddeti, daha az biliniyor. Diğer farklardan kastımız ise, şu: Bir huzur, barış, şenlik vb. havası yaratılıp devletin direniş sırasındaki insanlık suçlarının hasıraltı edilmesine yardımcı olmak üzere, çatışmalar, daha az gösterilip ekranlarda çatışmasız protestolara ağırlık veriliyor. Sosyal medya ise, bu açıdan daha hakkaniyetli.
3. Video Oyunları: Göstericilerin duvar yazıları arasında, bir video oyunu olan Grand Theft Auto’ya (GTA) gönderme var: “GTA’da polis döven nesile çattın!”. Oyun, oyuncunun bir araba çaldıktan sonra polisle didişmesine dayanıyor. Bu ve benzeri göndermelerle ilgili olarak, Sarp Kürkçü’nün yazısı okunabilir.
Kürkçü’nün yazısında anlattığı göndermeler, medya psikolojisi araştırmalarındaki bir tartışmaya yanıt niteliğinde. Bu tartışma, şuna dayanıyor: Bilgisayar oyunlarındaki şiddet, oynayanları asosyal yapıp gerçek yaşamda şiddete mi itiyor? Çoğunluk, bunu ileri sürerken, benim de dahil olduğum bir araştırmacı grubu, bunun, oyun türüne, oyun oynama süresine ve alışkanlıklarına ve hepsinden önemlisi, oyunun takım oyunu olup olmadığına dayandığını söylüyor (bkz. Gezgin, 2012, 5. bölüm). Oyun, göstericileri, şiddete itmiş olabilir. Bu konuda, daha fazla araştırma gerekiyor. Ancak, bir yandan da, kullanılan çoğul dil düşünüldüğünde, bir takım ruhu oluştuğu görülüyor. Bu da, sözkonusu olanın yalnızca şiddet değil, toplumsal beceriler olduğunu gösteriyor. Diğer bir deyişle, ‘polis döven nesil’, asosyal değil, gayet sosyal.
Sonuç
Direniş, yalnızca toplumu ve (asosyal ve sosyal) medyayı değil, bu iki konuyla ilgili yapılan çalışmaları da dönüştürüyor. Gezi Direnişi, başarılı olduğu ölçüde, sosyal medya kullanımıyla ilgili çalışmalar artacak. Bu, daha başlangıç; araştırmaya devam! (UBG/HK)
İlgilisine Kaynak
Gezgin, U. B. (2012). Psychology of You 2.0: Psychology of Social Media. Germany: Lambert Publishing.