“Polisimiz demokrasi testinden başarıyla geçmiştir. Adeta bir kahramanlık destanı yazmıştır”
Gezi Direnişi’nde bizzat dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan bu sözler, en az polisin uyguladığı şiddet kadar hafızalarda yer edinmişti.
Ve bu sözler aynı zamanda polisin uyguladığı şiddetin cezasızlıkla mükafatlandıracağının da habercisiydi.
Oysa yapılan KONDA araştırması göstermişti ki Gezi’ye katılanların yüzde 49’u sokağa çıkmalarına gerekçe olarak polis şiddetini göstermişti.
İşte polisin yazdığı o “destan” kitaplaştı. İletişim Yayınları’ndan çıkan "Polis Destan Yazdı" kitabında 56 kişi Gezi Direnişi’nde kendisinin ya da yakınının maruz kaldığı polis şiddetini anlattı.
Kiminin politik bir geçmişi vardı, kimiyse hayatında ilk kez sokağa çıkmıştı ya da sadece tesadüfen evine giderken oradan geçiyordu.
Kasıklarına tekme yiyen, kaburgası kırılan, gaz fişeğiyle kafasından yaralanan, çivili sopayla dövülen, çevik kuvvet aracının altında ezilen, çıplak aramaya maruz kalan, parmaklarını kaybeden, kulak zarı delinen, gözünü kaybeden, tazyikli suyla havaya uçan, bagajda alıkonan, öldü sanılıp barikat ateşine bırakılan farklı yaşlardan, farklı toplumsal gruplardan gelen onlarca kişi.
Polis şiddetinin sistematikliğini göstermek adına da sekiz farklı ilden seçildiler; İstanbul, İzmir, Ankara, Antakya, Eskişehir, Adana, Mersin ve Antalya.
Bir travma derlemesi olan bu kitabı Deniz Koloğlu, Didem Gençtürk, Gözde Kazaz, H. İlksen Mavituna ve Saner Şen derledi.
Pınar Öğünç önsözünü yazdığı kitapta Tonguç Cankurt’un “Gezi’de polis şiddeti ve cezasızlık”, İlker Küçükparlak’ın “Travmaya tanıklık etmek, travmayla baş etmek” ve Tanıl Bora’nın “Bizden değiller. Polis şiddeti: Paramiliter yapı, ideolojik ve sınıfsal hınç” başlıklı yazıları da yer alıyor.
Kitaptaki anlatılar polis şiddetinin başladığı 28 Haziran’da başlıyor ve Gezi’nin 1. yıldönümü 1 Haziran 2014’te son buluyor.
Kitapta, Gezi Direnişi’nde hayatını kaybedenlerin yakınları Mustafa Sarısülük, Sami Elvan, Muharrem Ayvalıtaş, Adnan Cömert gibi tüm Türkiye’nin tanıdığı isimlerin yanı sıra başlarına gelenleri hiç duymadığımız isimler var. Tek şansları hayatta kalmaları oysa yaşadıkları şiddet hayat boyu üzerlerinde taşıyacakları fiziksel ve psikolojik izler bırakmıştı.
Kin, nefret duyuyorsun
Hakan Yaman da onlardan biri. Hakan Yaman, 3 Haziran 2013 tarihinde işinden evine dönerken, TOMA'dan sıkılan tazyikli suya maruz kaldı. Sonra polisin hedef alarak ateşlediği gaz fişeğiyle vuruldu ve ardından biri sivil altı polis tarafından öldüresiye dövüldü. Sivri bir cisim gözüne batırılarak kasten kör edilen Yaman, öldüğü düşünülerek, barikat için yakılmış ateşin ortasına bırakıldı.
Yaman yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"Olay esnasında sırtımda ikinci derece yanıklar oluştu, izleri hâlâ duruyor. Beynimden gelen bir sıvı akıntısı vardı. Bir gözüm tamamen kör oldu. Burnumun üst kısmı olay yerinde koptu. Burun kemiği zaten komple yok olmuştu. Elmacık kemiğim parçalandı. Çenem kırıldı. Alnımda kırıklar vardı. Yani yüzümün bir tarafındaki kemikler tamamen tuzla buz olmuştu. Anlayacağınız, beni öldü diye bıraktılar.
Bir insan ne suç işlemiş olabilir ki böyle bir işkenceyi hak etmek için? Hiçbir insan hak etmez böyle bir şeyi. Eğer suç işlediysem beni tutuklar, götürürsün. Hukuk varsa, adalet varsa, cezam neyse çekerim. Benim cezamı sen veremezsin ki!
Yedi ay oldu. Bana işkence eden polisler hâlâ görevde. Yakalanmıyorlar... Davacı olduk. Beş tanesi çevik kuvvet, biri sivil polis... Elimizde 19 saniyelik bir görüntü var. TOMA’nm yan numaralan kapalı ama görüntü yukarıdan çekildiğinden üstteki numarası belli. Her şey belli ama savcı soruşturma açmıyor. Bekliyoruz...
Ömür boyu unutamayacağım bir şey yaşadım. Hâlâ da yaşıyorum. Hayatım gerçekten çok kötü oldu. Tek bir mesleğim vardı, gözümü kaybettiğim için onu da artık yapamıyorum. En kötü yanlarından birisi bu. Dünyaya bakışın değişiyor. Kin, nefret doluyorsun…"
Cezasızlık başka bir şiddet türü olmuş
Nefret, kitaptaki anlatıların ortak noktası. Sorumluların ceza almaması, öfkeyi ve nefreti daha da katlayan başka bir şiddet türüne neden olmuş. Ancak anlatıların çoğunda tüm polis şiddetine rağmen Gezi’nin dayanışma ve umudu içinde barındıran ruh hali de hissedilmeye devam ediyor.
Kitapta “Travmaya tanıklık etmek, travmayla baş etmek” yazısını kaleme alan İlker Küçükparlak bu durumu şöyle özetliyor:
"(…) Toplumun genelinde kuşak aşan travmaların mirası olan devlet şiddetininin baş edilemezliği algısının bulunduğunu, bu algının toplumsal düzeyde kaçınmalara neden olduğunu, Gezi Direnişi’nde yıllardır süregelen kaçınmaların kırılarak travmanın iyileşmesi yolunda en önmeli adımlardan birinin atıldığını, bu şiddet ortamına rağmen Gezi’nin dinmeyen o çoşku ve neşesinin bir nedeninin de bu travmaların aşılmaya başlanması olduğunu, bütün bu nedenlerle de Gezi Direnişi’nin toplumsal boyutuyla örseleyici travmatik bir yaşantıdan çok iyileştirici ve özgürleştirici bir deneyim olduğunu düşünmek için yeterince neden var gibi görünemekte." (NV)