Geçen hafta bir arkadaşımın duruşması vardı. Geçen dönem belediye meclis üyesi olan, esnaf, çoluk çocuk bir de üstüne -küçük çaplı da olsa- patron nevinden iş güç ve yani benim için mühim kısmıyla bir sürü personel sahibi.
Yaz aylarıydı. Birileri emniyete “telefon” etmiş. Demiş ki “Şu şu kişiler bir takım terör kapsamlı suikast hazırlıkları yapıyor”. Rivayet, isnat, iddia bu. Geçmişte de çok farklı değildi ya, şimdilerde hepten yetiyor bu kadarı soruşturma açmaya.
Arkadaşı yaka paça aldılar gecenin köründe evinden. Ev aramaları, telefon ve bilgisayar içine bakmaları bitti, hepsi temiz. Yok yani bir maraz. Aleyhine makul bir şüpheyi geçtim, ortada bir şüphe bile yok bana sorulsa. İkametgâh desen çakılı cinsinden sabit. Kaçsa nereye kaçacak, nereye kadar kaçacak. Ev, bark, çoluk, çocuk, iş, güç, onca sorumluluk… Devletten kaçsa kendi hayatından kaçamaz bir durum.
Emniyetti, savcılıktı, sorguydu, “Aleyhinde hiçbir delil yok ki, bir telefonla atfı cürüm” derken biz, bir baktık tutuklandı. Yazdan beri hapisteydi.
Arkadaşın eşi, çocukları, bütün ailesi aylarca cezaevi kapılarındaydı. Üstüne işleri aksadığı için bir de yanında çalışan personellerinin aileleri per perişan oldu.
Dava açıldı, her 30 gün geçip dosya yasal zorunluluk gereği hakim incelemesine girdiğinde, tutukluluğun devamı kararları verildi. Cuma günü ilk duruşması vardı davanın. Sonuç; tahliye ve bir de beraat. Öyle yani, ilk celsede beraatla bitti dava. Aylardır cezaevinde niye yattı bu adam, “Şükür ama ya, serbest kaldı”.
İzmir’de Pazar günü eylem vardı. Polisin sert müdahalesi, bildik görüntüler. Çok eski bir arkadaşım beyin kanaması geçirdi. Memleketin Suriye sınırından, Yunanistan sınırına telefon trafiği. Arkadaşları aradım hemen, acaba durumu nasıl diye. Kafada, suratta, burunda kırıklar, “Şükür ama ya, ölmemiş”.
Cezaevinde ziyaretteydim. Mazıdağı Belediye Eş başkanı tutuklu. Başkan, Türk Ceza Kanunu kapsamında çok ağır suçlamalarla karşı karşıya. Ama dosyada aleyhinde gizli tanık beyanından başka bir delil yok. Hani şu, artık her dosyada karşımıza çıkan; ‘her yokluğa fuga misali deva’ gizli tanık beyanlarından. Belediyenin bir sürü icraatı yarım kaldı. İmzalar, kararlar, imarlar, yollar. Daha ne kadar tutuklu kalır, dava ne vakit açılır ön göremiyor artık insan. “Şükür ama ya, diğer eşbaşkan görevinde”.
Bir yoklukla terbiye halidir gidiyor hayatlarımızda. Bugünü de neyle atlatsak acaba.
Nusaybin’den arkadaşlar “Nusaybin dünyanın en büyük taziye evine” dönüştü diyorlar. Gerçekten de ilçede tek sosyalleşme alanı cenazelere dönüşmüş durumda.
Nusaybin’in bazı mahallelerinde sokağa çıkma yasağı neredeyse kesintisiz sürüyor. İlçenin bir bölümü yasaklı olunca, aslında bütününde hayat kesintiye uğruyor. Bazı esnaf, evi yahut dükkânı yasaklı alanda kaldığı için dükkânını açamayınca, açabilen diğer kısım da bunu adaletsiz bulduğu için kendi dükkânını açmıyor. İlçenin bir kısmı kurşunlar ve bombalar altındayken, diğer kısmı ses çıkarma eylemlerinde gürültü yapmak dışında hayata dair başka bir şey yapamıyor. Geriye kalan sadece taziye.
Çocuklar okula gidemiyor, derslerine devam edemiyor. Yasak dışındaki sokaklardaki okullar açık. Ama öğrencilerin bir kısmı yasaklı alanda kaldığı için sınıflar yarım yamalak. Öğretmenler de haliyle tam bir performansla çalışamıyor.
Zaten bazen yasaklı olmayan mahallerde de çatışma çıktığı için sınıflara dolan biber gazı yüzünden veliler gelip çocuklarını okuldan alıp evlerine gidiyor. Zaten ilçe geneli, zorunlu olmadıkça evlerinden dışarı da çıkmıyor. Çıktıklarında da ya cenaze ya taziye.
Bilen bilir, buralara zaman zaman ciddi toz bulutları gelir. Yer gök kırmızıya boyanır. Değişik, nefes almaya bile müsaade etmeyen, berbat bir toz. Bir de bol bol gaz. Memlekette yan yana duran genç sayısı beşi bulmaya görsün.
Özetle dünya belki “bir zamanlar” öyleydi ama, buralar ne yazık ki hala gaz ve toz bulutu.
Daha ne kadar böyle sürer, bilinmez elbette, ama sanki bu kış zor geçeceğe benziyor. (ÖDM/HK)
* Fotoğraf: Mehmet Arif Altunkaynak - Nusaybin/AA