2008'de sekizincisi düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali öncesinde, üzerinde Seyit Rıza'nın resmi ve "Senin yalanlarınla hilelerinle baş edemedim bu bana dert oldu. Ben de senin önünde diz çökmedim, bu da sana dert olsun. Seyit Rıza" yazısı bulunan pankartı Tunceli şehir merkezindeki Kışla Meydanı'na asan Tunceli Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Özkan Tacar ve Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri Mehmet Gülmez'le, savcılık iddianamesine göre pankartın belediye görevlilerince asılması konusunda anlaşmaya vardıkları Tunceli Belediye Başkan Yardımcısı İbrahim Kasun hakkında Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 215. maddesinde düzenlenen "suçu ve suçluyu övme" suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldı. Tunceli Sulh Ceza Mahkemesi'nde yargılama süreci devam ediyor.
"Suçu ve suçluyu övme"den açılan soruşturma ve kovuşturmalar sadece bununla sınırlı değil. Tunceli'de her 6 Mayıs, 18 Mayıs, 30 Mart'taki anmalarda, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan'ı ananlar hakkında hep soruşturmalar açıldı.
Bir defasında, Emek Partisi Tunceli İl Örgütü binasının dış tarafında asılı bulunan ve üzerinde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın resimleriyle, "Yolunuzda Yürüyeceğiz" yazısı bulunan bir pankart, savcılık talimatıyla, emniyetçe bir gece yarısı operasyonuyla asıldığı yerden indirildi ve el konuldu. Bu olay sebebiyle Tunceli tarihinde ilk defa gece yarısı basın açıklaması yapıldı.
Haklarında mahkumiyet kararı bile yokken
Düşünün… Olağanüstü koşullarda hiçbir evrensel hukuk normuna riayet edilmeden yargılanıp 1937 yılında idam edilmiş olan Seyit Rıza'ya yargısal mantık hâlâ suçlu olarak bakmakta.
Mahir Çayan meşhur 146. maddeden yargılanırken tutuklu bulunduğu Maltepe Cezaevi'nden firar etti ve 30 Mart 1972 tarihinde Kızıldere'de öldürüldü.
Tutuklu olarak Diyarbakır Cezaevi'nde bulunan İbrahim Kaypakkaya kendisine yapılan yoğun işkenceler sonucu 18 Mayıs 1973 tarihinde öldürüldü.
Hukuksal mantık açısından bakıldığında Çayan ve Kaypakkaya haklarında verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bile yok. Yani Çayan, Kaypakkaya gibi haklarında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmayan devrimciler bile, hayatta olmamalarına rağmen devlet nazarında suçlu olarak algılanmakta. Peki nerde kaldı "suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" diyen anayasal kuralınız.
Hukuksal olarak Medeni Kanun'un 28. madde hükmüne göre, kişilik ölümle birlikte sona eriyor. Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesine göre, bir kişi işlemiş olduğu suç sebebiyle mahkum olduktan ve cezası infaz edildikten sonra tüm hakları kendisine iade edilmekte ve bu arada kişi cezanın infazından sonra artık suçlu olarak değerlendirilememekte.
Adli Sicil Kanunu'nun 9 ve 12. maddelerine göre adli sicil bilgileri ve arşiv bilgileri kişinin ölümü üzerine tamamen silinmekte.
Tüm bu hukuksal verilerden anlaşılması gereken ise cezanın infazı ile suçluluk sıfatının ortadan kalktığı ve yine ölümle birlikte suçluluk sıfatının ortadan kalktığıdır.
Bir yandan hukuk teorisi alt üst edilerek Seyit Rıza, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan hayatta olmamalarına rağmen suçlu ilan ediliyor, onları ananlar veya resimlerini asanlar hakkında soruşturmalar açılıyor, diğer yandan 33 masum köylüyü kurşuna dizdiren Diyarbakır 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın ismi Van'ın Özalp ilçesindeki bir askeri kışlaya veriliyor. Tezatlığı görüyor musunuz?Bu ülke tezatlıklar ülkesi değil mi zaten.
Neden olmasın ki, bu ülkede bir başbakan çetecileri, bin operasyoncuları kast ederek "Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir" dememiş miydi?
Suçüstü yakalanmış Şemdinli sanıklarından biri olayın hemen sonrasında üst düzey bir askeri yetkili tarafından "iyi çocuk" olarak nitelendirilmemiş miydi?
Peki bu ifade ve eylemlere suçu ve suçluyu övmekten hiçbir soruşturma açılmış mıydı? Hayır.
Hatta 16 Mart 2004'te Genelkurmay Başkanlığı'nın Van'ın Özalp İlçesindeki bir askeri kışlaya general Muğlalı'nın ismini vermesi üzerine kurşuna dizilen 33 kişinin Özalp'te yaşayan yakınları, Muğlalı'nın isminin kışlaya verilmesine dair kararın iptali istemiyle 2006'da İdare Mahkemesi'nde dava açmışlar, Milli Savunma Bakanlığı bu davada yaptığı savunmada, "İşlem hukuka uygundur. Merhum Muğlalı, işlediği suçtan dolayı cezasını çekmiş ve olayın üzerinden 60 yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Merhumun cezasının veya kısıtlamalarının süresiz devam edeceğinin iddia edilmesi hiçbir hukuki ve demokratik değerle bağdaştırılamaz" dememiş miydi?(Radikal, 05.05.2008)
Şimdi ne diyelim bu işe.
Seyit Rıza'ya, Deniz Gezmiş'e zulüm, soruşturma, hukuksuzluk... Muğlalı'ya hukuk ve demokrasi.
"Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz" mi?
Kaderin cilvesine bakın ki demokrasi, adalet, eşitlik isteyenlere hukuk çok görülürken, yargısız infazcılara demokrasi ve hukuk bol keseden işletilmekte.
Adaletin adaletli olması gerekmez mi?
Yakın tarihinde insanların yaşı büyütülerek 17 yaşında idam edildiği ve fakat sağcı katillerin cezaevlerinden infaz hesaplarındaki hatalar (!) sebebiyle yanlışlıkla (!) tahliye edildiği, Diyarbakır'da taş atan çocuklara 23 yıl hapis cezası istenirken Trabzon'da McDonalds'ı bombaladığı ileri sürülen bir kişiyeyse 3 yıl hapis cezasının istendiği bir ülkede galiba bu olup bitenlerin hepsi normal.
Acaba buradan çıkarılması gereken sonuç "Bana sağcılar suç işliyor, dedirtemezsiniz" mi?
Görüyorsunuz ahvali. Aklı başında herkes burada bir terslik olduğunu görmekte. Suç ve ceza politikası kişilerin siyasal düşüncelerine göre şekillenmekte. Hani ayrımcılık yasağı?
Bu ülkede hukuksuzca idam cezasına mahkum edilip öldürülseniz de, işkence tezgahlarında katledilseniz de yargısız infazlara kurban gitseniz de devlet yine yakanızı bırakmaz. Ruhunuzu yakalar ve ebediyen mahkum eder. Çünkü siz ölü olsanız da devlet nazarında her zaman suçlu olarak kalırsınız. Seyit Rıza, Deniz Gezmiş pankartlarında son derece hızlı soruşturmalar açıp hemen pankartlara el koyan devlet maalesef aynı hızlılığı, refleksi Tunceli-Merkez-Gökçek Köyü'nde 1994 yılında bir askeri operasyon sırasında kaybolan (!) Işık ve Serin ailelerinden 7 kişi hakkında gösterememekte.
Bu kişilerden biri de 3 yaşında Dilek Serin adlı bir kız çocuğu. 1994'ten beri ne bu kayıp kişiler bulunabildi ne de olayın şüphelileri.
Hukuk nedir, adalet nedir? Başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin korunması mıdır, yoksa ölülere hukuksuz sıfatlar verilmesi midir?
Kayıpları , faili meçhulleri aydınlatmak kimin işi? Ya peki ölüleri rahat bırakmak?
Eğer ölüleri anmak suçsa, bir suç ihbarı da benden. Pir Sultan Abdal da Osmanlı tarafından idam edilmişti. Pir Sultan türkülerini söyleyenlere de suçu ve suçluyu övmekten dava açın. İyi soruşturmalar.
Peki, resmi merciler tarafından idam edilip öldürülmesine rağmen gömüldüğü yerin devlet tarafından bilinmediği resmi mercilerce iddia edilen Seyit Rıza'nın suçlu(!) ruhunu nasıl yakalamayı düşünüyorsunuz?
Seyit Rıza ne demişti hatırlıyor musunuz?
"Evlad-ı kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir." (BY/TK)
* Barış Yıldırım, Avukat.