5 Aralık'ı takip eden günlerde, "makbul vatandaşlık" konusunu çalışmadan gelen tembel öğrenciler için konulan ek derslere tanık olduk. Resmi yetkililerce verilen derslere ilaveten bazı haberler ve köşe yazıları da hem bu tembel öğrencilerin hem de öğrenciliklerini geride bırakanların bilgilerinin tazelenmesini sağladı..
Bu yoğun çaba kapsamında Taraf gazetesi de 8 Aralık'ta Burhan Kuzu'ya yapılan protestoyu "Sizden bir omlet olmaz" başlığı ile vermeyi tercih etmişti. Şahsen, ilk duyduğumda anlık bir şaşkınlık yaşamış olmakla birlikte haberi okumak için Taraf'ın web sayfasına girdiğimde kendi şaşkınlığıma şaşırdım. Web sayfasında beni karşılayan not her şeyi açıklamaktaydı. Evet, Taraf haklı ben haksızdım. "Gerçek bir demokrasi mücadelesini" görememiştim. Buyrun:
"Dostlarımıza,
15 Aralık 2010 tarihinden itibaren internet girişlerimizi paralı yapacağız... Bunu dostluğa aykırı bir davranış olarak görmeyin lütfen... Şu anda ciddi biçimde nakite ihtiyacımız var... Ve internete abone olacak her okuyucumuzun katkısı bizim için önemli...
Bu ülkede gerçek bir demokrasi mücadelesinin bedeli var ve biz bu bedelin nakit kısmını ödemekte şu sıralarda çok zorlanıyoruz.
Umarız bizi yalnız bırakmazsınız..."
"Ölüm helikopterinde 139 defa arandı"
Bir örnek haberin hikayesini hatırlayalım.
Taraf 22 Ekim 2009 tarihinde "Ölüm helikopterinde 139 defa arandı" sürmanşeti ile çıkmıştı. Taraf'ın sarsıcı haberler uzmanı Mehmet Baransu (Tanımlama Ahmet Altan'a aittir. "NTV ve gazetecilik", 23.10.2009) imzalı haberde, Muhsin Yazıcıoğlu'nun da içinde bulunduğu helikopterin havalandıktan kısa bir süre sonra NTV santralinden 139 defa arandığı söyleniyordu.
Haberde isimleri belirtilmeyen telekomünikasyon ve ulaşım sektöründe görevli iki mühendis ile hava ulaşım sektöründe görevli mühendisin ağzından "Helikoptere bir çip yerleştirildi. Telefon aramalarıyla elektro manyetik bir alan oluşturuldu ve helikopterin GPS ve yükseklik göstergesi olan Altimetre cihazları bozuldu. Bu nedenle helikopter pilotu Kaya İstektepe olduğundan daha yüksekte uçtuğunu zannederek, dağların üzerinde uçtuğunu düşünüyor ve dağa hızla çarpıyor. Sisli bir havada önünü göremeyen pilotun bu hızla uçması imkansız.. GPS ve Altimetre elektromanyetik bir alan oluşturularak bozulduğu için, İstektepe'nin önündeki hız göstergesi bozuktu. Dağı aştığını düşündü, bu hızla çarptı" şeklindeki kesin yargı içeren kanaatlerine de yer verilmişti.
Aynı gün NTV'de yayınlanan Yazı İşleri programında Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır, söz konusu aramaların İhlas Haber Ajansı tarafından haberin geçilmesinden sonra Cabas ve dış haberler dâhil tüm bölümlerde çalışanlar tarafından yapıldığını, Taraf'ta yer alan haberde ifade edilenin aksine, haberin yayımlanmasından önce teyit için kendilerine başvurulmadığını, aramaların tamamının kaza haberinin geçilmesinden sonra yapıldığını izleyiciyle paylaştılar. Programa, gazetenin genel yayın yönetmeni yardımcısı Yasemin Çongar telefon ile bağlandı.
"Bir yanlışlık olabilir, soruşturmada çok büyük bir hata olabilir, zamanlar tamamen yanlıştır, hakikaten kaza saatinden sonra bu aramalar yapılmıştır ... bu ortaya çıkar" demeyi ihmal etmedi, ancak arama saatlerine bakıldığında, kaza öncesi yapılan ısrarlı aramaların ciddi bir şüphe uyandırdığını ve bu şüphenin haberleştirildiğini söyledi Çongar.
Soruşturmanın gizliliği, masumiyet karinesi gibi temel ceza hukuku kavramlarını da hiçe sayarak açık açık Baransu'nun soruşturmayı yürütenlerle görüştüğünü, soruşturmayı yürütenlerin Baransu'ya çok ayrıntılı açıklamalar yaptığını ve dökümler verdiğini belirten Çongar, Cabas'ın. böyle bir haber benim önüme gelseydi çeşitli ihtimalleri düşünürdüm yönündeki ifadesine (sesini de yükselterek) şu önemli cevabı verdi: "Ben aklıma gelenlerle haber yapan gazeteci değilim aslında".
Haberin veriliş şekli, Çongar'ın bu cevabı ve de ertesi gün Ahmet Altan'ın, "Şimdi bize ve bütün Türkiye'ye, "çok kuşkulu bir kazaya uğrayan" helikopteri düşmeden önce neden tam 52 defa aradıklarını açıklamak zorundalar. Ya savcının elindeki resmi telefon kayıtları hatalı ve biri savcıyı şaşırtıp soruşturmayı yanlış yönlendiriyor. Ya da "biz aradık" diye canlı yayında itiraf ettiklerine göre NTV'den birileri o helikopterin düşeceğini, daha düşmeden önce biliyordu. Hangisi?" (bkz. Altan'ın "NTV ve gazetecilik" başlıklı yazısı) cümleleriyle birlikte Taraf'ın gazetecilik anlayışına dair söylenebilecek şey, kerameti kendinden menkul bir kibir olacaktır.
Daha sonra ne oldu? Telekomünikasyon İdaresi Başkanı (TİB) savcılığa gönderilen kayıtların -Türkiye saatinden 2 saat geri olan- GMT'ye göre gönderildiğini açıkladı. Bunun üzerine Taraf da, ilk günden itibaren tam sayfa verdiği bu haber için 24.10.2009 tarihinde "TİB Başkanı dün açıkladı... kayıtlar yanlış" başlıklı kısa bir haber ile özür diledi. "Ama..." demeyi ihmal etmeden: Taraf yanılmış, daha doğrusu yanıltılmıştı. Çünkü TİB'in savcılığa verdiği telefon dökümlerinde GMT hakkında herhangi bir uyarı olmadığı için Taraf bu ihtimali düşünememişti. İşte ancak bundan sonra "Bu yanlışlıktan sonra özür diliyor ve bu haberle ilgili gerçekler için NTV'nin açıklamasına bağlanıyoruz" diyerek, NTV tarafından yapılan açıklamayı yayınlamışlardı.
Yani Taraf, bu haberi ile TİB'in yanlışlığını düzeltmiş oldu! Konu böyle kapandı, herkes hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etti. Altan örneğin, 24.10.2009 tarihli "NTV'ye özür, orduya hesap" başlıklı yazısının başında "mahcubiyeti ve haksızlığı", -hiçbir ara başlık atmaya gerek duymaksızın- hemen sonrasında ise "bir haklılığı" anlatmaktaydı.
Devam eden bir soruşturma varken ve soruşturmayı yürütenler tarafından haber konusu yapılan kayıtlara ilişkin kimsenin bilgisine henüz başvurulmamışken, gizlilik ilkesine aykırı olarak dosyadaki bir belgeye dayanarak ve masumiyet karinesini ihlal ederek haber yapmayı, sonrasında da yanıltıldık demeyi kibirden başka ne açıklayabilirdi ki?
Gerçek bir demokrasi mücadelesi
Adli nitelikli olup sadece birinci sayfadan verilen bir haber için "Ermeni kuyumcu çeteden yakalandı", Devlet Bahçeli'nin Ermenistan ile imzalanan protokole ilişkin açıklamalarına dair haber için "Ha Bahçeli Ha Diaspora", başka bir adli haber için "Bu kadına dokunan yanıyor", 5-1 skorla biten Fenerbahçe-Sivasspor maçı için "Fenerbahçe Sivas'ı katletti" ya da Ankara Üniversitesi'nde Burhan Kuzu'ya yapılan protesto için "Sizden bir omlet olmaz" manşetlerinin/haber başlıklarının ardında hep o kibirin olduğunu düşünüyordum. Ama işte benim kibir olduğunu düşündüğüm şey meğerse "gerçek bir demokrasi mücadelesiymiş".
Yukarıda örnek verilen manşetlerin/haber başlıklarının ortak özelliği, habere dair görüş bildiren bir ifadenin kullanılıyor olması. En yakın tarihli olan "Sizden bir omlet olmaz" haricindekilerin daha önce nefret söylemi çalışmaları kapsamında birçok defa örnek verilmiş/analiz edilmiş olması bilmem anlam ifade eder mi?
Bu manşetlerin/haber başlıklarının nasıl seçildiği/seçilebildiği sorusuna, yukarıda aktarılan bir haberin hikâyesi ve bu haberin gazetenin genel yayın yönetmeni ve genel yayın yönetmen yardımcısı tarafından nasıl savunulmuş olduğu, sanırım tatmin edici bir cevap veriyordur.
Yazının başında alıntıladığım notu okuduğum andan itibaren, mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde görülen Dink-Türkiye davasında verilen o utanç verici savunmanın, neden ancak hükümet tarafından bu konuda açıklama yapıldıktan sonra haber olduğunu sormamın anlamsız olduğunu fark ettim. Kendimden utandım. Nasıl böyle bir soru sorabilirim, dedim. Komünizm gelecekse onu da bizi getiririz, gerçek bir demokrasi mücadelesi yapılacaksa onu da... (ÖZ/EÜ)