Gezegenimize hâkim olan adaletsizlikler iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle günbegün daha da etkinleşen şekillerde teşhir edilmeye başladı.
Bu sene 15'incisi düzenlenen Uluslararası Selanik Belgesel Festivali iktisadi ve toplumsal krizle çalkalanan Yunanistan'ın sesini duyurma gücünü sergilerken dünya hallerini betimleyen birbirinden kaliteli yapımlar etkinliğin Avrupa'nın en başarılı festivallerinden biri sıfatını perçinledi.
Osmanlıların İstanbul'dan sonraki en büyük şehri mağrur Selanik iç savaş ve askerî cunta sırasında hürriyet ve barış adına verilen kurbanlarını bu vesileyle anmakla kalmadı, Nazi işgali sırasında kurulan işbirlikçi mangalarını ve ülkede yükselen aşırı sağcı hareketi de bir kez daha bizlere hatırlattı.
Fakirlerin ve göçmenlerin anası
24 yıldır sağcı belediye başkanlarının yönettiği Selanik, 2010’daki seçimlerden itibaren ülkenin en ünlü şarap üreticilerinden Yannis Boutaris'ten sorulmaya başladı; kulağında küpesi, dövmeleri ve alkolik geçmişiyle tanınan yeni politikacı, eski çiçek çocuk Boutaris'in en özel anlarını seyircilerle paylaşan Bir Adım İleri adlı belgesel şehrin değişime susamış yüzünü temsil ediyordu.
Çeşitli dönemlerde özellikle Trakya, Marmara kıyıları ve Anadolu'dan göç alıp ülkenin zor dönemlerinde fakir halka kucak açmış olan Selanik bu sene 2. Dünya Harbine kadar şehir nüfusunun en kalabalık yüzdesini oluşturan Yahudileri de anmış oldu. Alman işgal kuvvetleriyle işbirliğine girmekten imtina etmeyen hainlerin de katkısıyla tam 70 sene önce trenlerle Nazi kamplarına gönderilenler çeşitli etkinliklerle anıldı, belgesel festivalindeki eserlere konu oldu.
1920'lerde Samsun'un Kavak köyünden sürülen Rumların acıklı hikâyesi hakkındaki teatral yapım Miras: Derin Izdırap İçinde başarılı kadın yönetmen Kyriaki Malama'ya seyrici ödüllerinden birini kazandırdı.
Memleketteki göçmenler arasında önemli bir yer tutan Pontus kökenlilerden Elias Iosifidis'in Karadeniz geleneklerini Yunanistan'da yaşatanlarla ilgili Great Greeks’i ise farklı dinden olsalar da Türkiye'deki soydaşlarına göz kırpar gibiydi.
Himaye-i Hayvanat Cemiyeti’nin İstanbul köpeklerini Sivriada’ya sürme olayını hatırlatan, 2004 Olimpiyatları vesilesiyle Atina'nın sokak köpeklerinin başına gelenler festivalde gösterilen bir diğer belgeselle tescillendi. Ülkenin en karanlık finansmanlarından birini oluşturan sportif organizasyon bittiğinde AB sözkonusu köpeklerin korunma programı için fonlar ayırmış ama sonuç belirsiz…
ABD'ye göç etmiş Yunanlıların işçi hareketine katkıları ve McCarthy döneminde maruz kaldıkları baskılar hakkındaki Kostas Vakkas'ın eseri ise Selanik'in yıllarca baskı altında tutulmaya çalışılan özgürlükçü ruhuyla özdeşleşiyordu.
Şehrin göçmen mahallelerinden birinde Anadolulu ebeveynden doğmuş bestekâr Stavros Kuyumcis hakkındaki belgesel sanatçının Yorgos Dalaras'la yoğun ilişkisi dışında alçak gönüllülüğüne de parmak basıyordu.
İzmit körfezinin parlak dönemlerinde İstanbul'un en kaliteli çiroz kaynağı sayılan Darıca'nın Selanik'teki muadili hakkındaki yapım ise mübadele sonucunda bereketli bir coğrafyadan koparılıp yepyeni bir hayat kurmak zorunda kalanlar konusunda bir ders verir gibiydi.
Kadın sinemacı Hrissa Celepi, Selanik'e yüksek sayıda göçmen kazandırmış yerlerden Gökçeada demeye dilimin varmadığı İmroz hakkındaki 25. Meridyen adlı eserle geçen sene festivale heyecan katmıştı; bu yıl Akis Kersanidis'le beraber yönettiği yapımda Alman işgali sırasında Selanik'in sırtlarındaki Hortiatis köyünde Yunanlı işbirlikçilerin kıyımına odaklanırken tarihî hafızanın muhafaza edilmesine yönelik bir çalışma sundu.
Direnen Yunanistan
WWF ve Yunanistan devlet televizyonunun kültüre yönelik programlarıyla tanınan ERT 3 kanalının ödüllerini kazanan Little Land/Küçük Toprak adlı yapım ülkedeki kriz yüzünden Atina'dan İkaria adasına taşınıp geleneksel yaşamın zenginlikleriyle tanışan Thodoris'in macerasına odaklandı ve seyircilere moral verdi.
Eserleri Türkçe’ye de tercüme edilmiş gazeteci Stelios Kuloğlu'nun Yunanistan'daki Neo-Nazi'lerle ilgili belgeseli Alman işgali sırasında yok edilen yerleşim alanlarına odaklandı; okullarda gösterilen filmler aracılığıyla yeni nesillere hatırlatılan faşist mazi dışında yapım ülkede güç kazanmakta olan milliyetçi hareketin temsilcilerini de dengesiz hareketleriyle teşhir etti.
Geçtiğimiz haftalarda özellikle Selanik'te büyük katılımlı protestolarla karşı çıkılan Kanada'lı Eldorado Gold şirketinin Halkidhiki bölgesinde altın arama çalışmaları festivaldeki iki ayrı belgesele konu oldu.
Ülkede yaşanan krize rağmen festivale geniş bir belgesel yelpazesiyle katılan Yunanistan, Panayotis Evangelidis'in They Glow In The Dark adlı yapımıyla FIPRESCI ödüllerinden birini kazandı. New Orleans'de iki gey arasındaki ilişkiyi, özel anlarını, cinsel kimliklerini, fakirlik ve hastalıklarını klişelere ve ahlakçılığa başvurmadan anlatan film jüri tarafından hümanist bulundu.
Kan ağlayan Afrika
Yalnız kadınların değil küçücük yaştaki çocukların bile tecavüze uğradığı Doğu Demokratik Kongo Cumhuriyetinde geçen Altının Yüksek Bedeli adlı belgesel de seyirci ödüllerinden birine hak kazandı; Ross Domoney'in yönettiği yapım kadınların madenlerde köleleştirilerek çalıştırıldığına da şahitlik yapıyor.
Bağımsız Filmler Festivali !f kapsamında da gösterilen Bana Kuçu De adlı belgesel ise Selanik'te Uluslararası Af Örgütünün insan hakları ödülünü aldı: Uganda'daki eşcinsellere yönelik ayrımcılığa parmak basan etkileyici yapım Katherine Fairfax Wright ve Malika Zouhali-Worrall adlı iki kadın yönetmenin eseri.
Harry Freeland'ın Güneşin Gölgesinde ve Camilla Magid'in Beyaz Siyah Çocuk adlı belgeselleri aslında tüm kıtanın kanayan yaralarından albinolara yönelik şiddetin Tanzanya'daki durumunu irdeliyor; bilhassa ekonomik durumun bozulduğu dönemlerde büyücüler tarafından zenginlik kaynağı olarak işaret edilen albinoların vücut parçaları vahşi katliamların hedefini oluşturuyor. Hayatları boyunca zaten binbir türlü sağlık problemiyle karşı karşıya olan açık tenli Afrikalılar her an ölümle burun buruna yaşamanın psikolojik baskısı altında eziliyorlar.
Geçen sene İKSV'nin gösterdiği The Ambassador adlı eğlenceli olduğu kadar inanılmaz eserde Mads Brügger Orta Afrika Cumhuriyetine sahte diplomat kimliğiyle sızıp ülkedeki kokuşmuş devlet erkânı ve değerli taş mafyasıyla muhatap olurken Fransa'nın kıtadaki kirli dokunuşunu bir kez daha afişe ediyor.
Dylan Mohan Gray'in Kandaki Ateş adlı destansı yapımında her ne kadar dünyanın ilaç devleri ve devletlerin AIDS konusunda yıllarca sürdürdüğü insanlık dışı tutum ön planda olsa da Afrika kıtası milyonlarca kurbanla yine listenin en başında.
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü Selanik'te düzenlediği gösteriyle, Brezilya davullarını da gümbürdeterek belgeseli destekledi; inanılmaz bir mücadele sayesinde bugüne nasıl gelindiğini aktaran yapım tarihe bir insanlık ayıbı olarak geçecek olayları nefes kesici bir kurguyla aktarıyor.
HIV'le ilgili Steve Hoover'ın Kan Kardeşi adlı yapımı ise Hindistan’daki çocuklara eğiliyor ve ABD'li genç Rocky'nin hastalıktan muzdarip çocuklara kendini nasıl adadığını renkli bir sinematografiyle aktarıyor. İnsana müthiş bir enerji aşıladığı kadar zorlayıcı da olan yapım Selanik'te seyirci ödülünü kazanarak kapanış töreni sonrasında tekrar gösterildi.
Çevre'ye saygı
Kanada'daki geniş petrol deposu Tar Sands ve yapılması istenen 2000 mil uzunluğundaki boru hattı bölgede yüzyıllardır yaşayan yerlileri tehdit etmeye ve kurban almaya devam ediyor. Gayatri Roshan ve Emmanuel Vaughan-Lee'nin yönettiği Elemental adlı güçlü yapım Hindistan'da kutsal sayılan Ganj'ın bir atık su nehri haline geldiğini de ispatlarken insanın doğayla geçmişte kurduğu yoğun bağların önemine parmak basıyor.
Hindistan'lı yönetmen Sourav Sarangi de Char…Kimsenin Toprağı adlı belgeselle baraj yapımının moda olduğu döneme işaret ederken Bangladeş'le Hindistan arasında, Ganj'ın ortasında oluşan bir adaya odaklanıyor; sınır kaçakçılığı yaparak geçinenlerin yaşadığı bu kaygan zeminde insanlar gelecek hakkında hiçbir ümitleri olmadan yaşamlarını idame etmeye çalışırken, gençler pirinç çuvalları, erkekler büyükbaş hayvan, kadınlar ise karşı cinsten sınır memurlarınca kontrol edilemeyeceklerini bildiklerinden renkli kıyafetlerinin altında alkol ihtiva eden öksürük şurubu taşımacılığı yapıyorlar.
63. Berlin Film Festivalinde de gösterilmiş olan Fuck The Forest seksin gezegeni kurtarabileceği fikrinden yola çıkıp amatör erotik filmleri internette satanlara eğiliyor; elde edilen gelirle Amazon'larda Batılılardan küçük bir toprak parçasını kurtardıktan sonra yerel halkların yaşamlarını geleneksel şekilde sürdürebilmeleri için bağışlamayı misyon edinen çılgınlar seyircilere renkli anlar yaşatıyor.
32.İstanbul Film Festivalinde gösterilecek olan Baldan Acı insanın çeşitli müdahalelerle altüst ettiği arı doğasına eğilirken insanı kovanların komplike dünyasına sürüklüyor ve çevre konusundaki kuşkularımızı güçlendiriyor.
Danimarka'lı Daniel Dencik üç direkli klasik bir yelkenliye binerek Dünyanın Sonuna Keşif Gezisi adlı görsel şölene imza atıyor; Grönland'ın muhteşem görüntüleri, Metallica ile Mozart'ın çarpışan tınıları ve gezegenin geleceği konusunda ironikçe tartışan karakterler aracılığıyla hem kötümser hem de iyimser mesajlar veriyor.
Dünyanın Sonundaki Köy adlı bir diğer Grönland belgeselinde de birbirinden görkemli kadrajlar dışında balıkçılık ve avcılığın yüzyıllardır sürdüğü şekli devam ettiren yerlileri tanıyoruz. Sarah Gavron ve David Katznelson'un yönettiği unutulmaz yapım bizden çok farklı olsa da dünyanın bir ucunda yaşayan 59 kişilik yerleşimin ruhunu yakalamamızı sağlıyor.
Dünyanın bilhassa Patagonya veya Baykal Gölü gibi ücra köşelerine kamerasını yönelten çılgın Victor Kossakovsky'ye Yaşasın Antipod'lar adlı eserinden dolayı hayrandık; Şili'li Carlos Klein kamerasını mevzubahis film çekilirken Victor'a sabitliyor ve sevimli olduğu kadar hassas bir kişiliğe sahip olan sinemacıya Kondorların Uçtuğu Yer aracılığıyla bir kez daha müteşekkir olmamızı sağlıyor.
Kadının durumu
İsrailli yönetmen İrit Gal hemcinsleri Filistin'li kadınların peşine düşüp duvarların ve tellerin ayırdığı topraklarda sürdürdükleri yaşam savaşına odaklanıyor: Çalışma izni alamadıklarından dolayı arabayla 15 dakika sürecek bir mesafeyi ancak gecelerini gündüzlerine katıp kayalık tepeleri aşarak geçebilen ve Kudüs’e kaçak giren temizlik işçisi kadınlar güvenlik kuvvetlerinin korkusuyla yaşıyorlar.
Barbara Miller'ın Yasak Sesler'inde Küba'da sosyalist ideallerden uzak bir rejimle karşı karşıyayız; durumu şahsen de gözlemlediğim adada blog sahibi Yoani Sánchez, Castro rejimini afişe eden bilgiler yüzünden sansür ve kısıtlamalara tabi tutuluyor, yurt dışına çıkma konusunda inanılmaz engellerle karşılaştığı gibi şiddete de uğruyor.
Çin'li Zeng Jinyan ve İran'lı Farnaz Seifi de baskıcı rejimlerde ifade hürriyeti haklarından vazgeçmemek için mücadelelerine devam ederlerken uluslararası iletişim organları sayesinde bazen davalarına ivme kazandırıyor bazen de devletlerinin korkunç kısıtlamalarına maruz kalıyorlar.
Bu seneki Oscar adaylarından Kirby Dick'in Görünmeyen Savaş adlı yapımı genelde ABD filmlerinde alışık olduğumuz olumlu sonla bitmiyor. Amerika Birleşik Devletleri ordusunda cinsel tacize ve tecavüze uğrayan on binlerce kadın ve erkek maruz kaldıkları bu durumu dava edemedikleri gibi ihbarda bulunduklarında puan kaybediyorlar. Yıllardır bu konuda yürütülen çabalar bir sonuca ulaşmıyor, ordunun en saygın kurumları ve kişilikleri bu pisliğe batmış olmalarına rağmen devlet durumu yok saymaya veya saklamaya devam ediyor.
Elimizdeki tüm imkânlarla haksızlıklara direnmeye devam etmemiz gerektiğini gösteren bu durum Selanik Belgesel Festivali gibi güzel bir organizasyonun ne kadar isabetli olduğunu da kanıtlıyor. (MT/HK)