Vazife: Önce soyut düşman yaratmak, Sonra zanlı oluşturmak için şüphe ve nefret beslemek, Ardından korkarak korkutmak, mağlup etme hırsıyla yıkıcı rekabete girmek... ve
En nihayetinde tabii ki erkeklik, pusu, kamuflajjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj...i...TEM! (jandarma, jilet, jet, jumbo - "özel isim olmaz, Jale'yi karıştırma")
Emin Alper'in "Tepenin Ardında" filmi geçtiğimiz yıl (2012) en iyi film seçilmişti. O zaman bu filmin estetik/analitik gücünü bilemezdim. Sadece Alper'in gerçeğin kalbinde ışık saçan yüz ifadesini televizyonda gördüm. Hayali düşman yaratma değerlendirmelerini de gazetelerden okudum. Yurttaşlık kitaplarındaki üç T 'li anlatımı (tehdit, tehlike, terör) hatırladım. Arkasından gelen organik/ pozitivist/ içi boş "insan sevgisi" bölümünü de. Biraz da 4+4+4 ile doldu boşluklar o günlerde.
Tepenin Ardı filminde altı erkek var:
Bunlardan ilki önder durumunda, herkese ne yapacağını söyleyen dede (Faik); ikincisi ise dedenin oğlu Nusret, iki oğlunu alarak dedenin kaldığı köye dinlenmeye gelmiş; yani iki de torun var askerden dönen, ilaç alan Zafer ve biraz küçüğü Caner... Köydeki ev dedeye ait, Meryem ve kocası Mehmet de dedenin yardımcıları. Büyük resme baktığımızda, dede yani en büyük BABA'nın diş bileyen kölesi Mehmet; karısı ise ne diş biliyor ne de köleliğe tam giriyor; onların bir oğulları var Sülü (hep sopasıyla dışarıda) ve bir de küçük kızları, evde. Ev yamaçlarda, dağların, keskin kayaların, yaban çalıların ortasında bir yerde, bir yalnızlık var, bir de doğanın gücü, iktidarı kalabalık gösteren!
Kamçılanan dallar erkek egemen iktidarların iletişim araçları. Erkeklerin hepsi birbirlerinden şüpheleniyor ancak rahatlığı, daha doğrusu adı tam konamamış ya da uzakta duran hayal ürünü bir düşmana odaklanmayı tercih ediyorlar. Birbirlerini ele vermiyorlar. Yüzleşmeye alışık değiller, susarak idare ediyorlar; merkezi konumlarından, her ne kadar uzaklarda kimsesizliklerde bir yamaçta tek başlarına da olsalar, statüden taviz vermiyorlar. Kuvvetleri birleştirmek istiyorlar. Pederşahi iktidardan ayrılamıyorlar, Bush hanedanını anımsatıyorlar. Bir de Teksas kokusu var gizliden; bu koku çalıntı davar kesildiğinde geliyor...
Dağın ardındaki "Yörükler" düşman olarak belirlenmiş durumda. Ancak korkudan rekabetten, ezilmişlikten, yoğun şüpheden ve güvensizlik ortamının verdiği saldırganlıktan birbirlerinin karşısında gizli tehlike oluyor bu erkekler. Düşman yok aslında; kendi çaresizliklerinden yalana dolanmış bir iktidar hırsıyla, ayrıca tek bir doğruya inanma kolaylığı ve ilkelin konforunun azmi ile sürekli savunmada ve saldırıdalar. Saldırı ve savunmanın bu denli iç içe oluşu paylaşmayı değil de üstünlüğü iktidar olarak tanımlayan dünyanın sistemik yanılgısı... Erkekler eksik iktidar, ama "doğru"yu biliyorlar: düşmanla savaşacaklar! Bireysel silahları var.
Bu altı erkeğin birbirleriyle kurdukları yalanlı, rekabetçi, korkak ve saldırgan ilişki hep hayali Yörüklere yöneltiliyor sanki, ama gerçek kendi içlerinde kendi zaaflarında, kandırmalarında kilitli... Filmin bazı sahneleri Bush rejiminin ikiz kulelerden sonraki düşman tanımlama feryadına çok benziyor. Önce tüm Müslümanlardı sonra el kaide ve kendi yarattıkları taliban ile teorik kavramsal soyutlamanın zirvesine ulaşarak düşmanın adını kısaca "terör" koydular.
Geçen yıl Nisan ayı idi; İstanbul'da keceke diye adlandırılan iddianame yeni çıkmıştı ortaya. Orada yaratılan düşmanlar da sözler, yazılar, şarkılar ve filmlerdi... düşmanın adı terördü ve terörle mücadele kapsamında bu soyut düşmanı hecelerle, notalarla, virgül ve noktalarla, video ve fotolarla somutladıklarına emindiler. Hepimiz için 10 yıldan 40 yıla kadar giden cezalar isteniyor hala. Tabi bu denli bir eza/ " ceza" inandırıcı olmasa da kısa bir süre görme bozukluğu yaratmıştı: yani hatanın ulaşacağı noktayı görmek zorlaşmıştı.
8,5 ay süren cezaevi döneminde beni en çok sevindiren iki şey oldu; biri Tan Oral'ın eşsiz çizgi/karikatür kitaplarını yollaması ve içlerine bir de benim karikatürümü eklemesi. İkincisi ise taze bir ifade ile karşılaşmamdı. Emin Alper'in hayali düşman yaratan ülkesini analiz eden filmine verilen birincilik ödülünü alırken benim de adımı anması.... Filmi ancak dün görebildim; film 3 hafta içinde gösterimden kalkacak diye yetiştim, yoksa bitecekmiş... biliyorsunuz Taksime de gidilemiyor, tamirat egemen!
Eril iktidarın savaşkan ruhunu yaşatabilmek için nasıl hayali düşmanlar yarattığının en güzel en estetik analizi bu film. Emin Alper ile aynı analizi çok farklı anlatım ve yöntemlerle kalpten bir gerçeklikle paylaştığımı bilemezdim ama tam da öyleymiş. Büyük sevincim gerçeğin kalbimdeki haliymiş. Bu hırs (dede), çaresizlik (nusret), askerde yaşanan travma (zafer), korkaklık ve rekabet (caner), vahşi defans (sülü), kamçılayan dallar (mehmet) ve, "Yörükler bize bir şey yapmaz" diyen Meryem ve onu tekrarlayan küçük kızı.
Korkaklık ve rekabet hırsıyla çıraklık dönemini sürdüren Caner "Paşa"yı (Sülü'nün köpeği) öldürdüğünü gizliyor. Vahşi savunma suratıyla Sülü de "Paşa"yı öldüreni ele veremiyor. Çünkü vereceği el onun da pozisyon alanını bozacak. Annesi Meryem'e tacizde bulunan ve yalnızlık şiirselliğiyle ayakta durmaya çalışan Nusret'i ayağından vuran da sesini çıkarmıyor. Zafer askerlikte geçirdiği travma ile ölüsünü öldürüyor sanki. Mehmet de, aracı kötülük olarak renksiz köle, renk vermiyor.
Seyirci gizli tanık rolünde ama failleri de bilemiyor, aslında görmedi! Gizli tanık da "tepenin ardında" eriyip gidiyor. Tahminleriyle pederşahi düzeni kurguluyor. Meryem bu düzeni ciddiye almıyor, düzeni sorguluyor ama değiştiremiyor. Sadece gerçeğin kalbinde kalıyor.
Mayınlı mağdurlar "tepenin ardında"n iktidar çıkarmışlar. "Bugün günlerden Roboski!" Geçen yıl kıvrılarak dağa çıkan halk bu yıl da kıvrılarak kalabalık yükseldiler. Dün de Sayın Şerafettin Elçi "tepenin" önünden "yükseldi" toprağa!