Dünya tarihinde, yargılayanları, savunmasıyla yargılanan konumuna düşüren az sayıda örnek var. Bunlardan biri de Bulgar komünist lider Georgi Dimitrov’un (1882-1949) Leipzig savunması (1933). Dimitrov’u doğum gününde (18 Haziran) bu savunmaya dikkat çekerek anıyoruz.
Dimitrov, 1933’te Reichstag Yangını’ndan sorumlu tutulan komünistler arasındadır. Alman parlamento (Reichstag) binası yakılmış; ancak kimin yaktığı bulunamamıştır. Suç, komünistlere atılır. (Bu gerekçeyle hapse atılanlar arasında Türkiye’den Şefik Hüsnü de vardır.) Bu dönem, Nazilerin iktidara yürüdüğü, önlerindeki en büyük engelin ise hâlâ milyonlarca oy alabilen komünistlerin olduğu bir dönemdir. Naziler, komünist örgütlenmeyi ortadan kaldırmak için kanıt ve suç uydurarak birçok mücadele önderini hapse atarlar; Almanya’da o sırada bulunan yabancı devrimcileri tutuklayarak, bunun Almanya’ya karşı uluslararası bir komplo olduğu yalanına sarılırlar. Sonraki yıllarda ortaya çıkan belgeler, Nazilerin parlamentoyu kendilerinin yakıp suçu komünistlere attıklarını gösteriyor. Bu yangın komünistlere yıkılınca, bu durum, hemen ertesi gün hak ve özgürlükleri kısıtlayan KHK’yı getiriyor ve bunu o zamanki tüm muhalif kesimlere yönelik (milletvekilleri de dahil olmak üzere) bir tutuklama dalgası izliyor. Toplama kampları da bu KHK’nın ürünü. KHK’nın bu kadar hızla geçmesi, Meclis’in Nazilerce kundaklandığına dair bir kanıt olarak bile görülebilir. Durum, “her şey önceden planlanmış” izlenimi veriyor.
Göring’le Goebbels’in ter döktükleri anlar
National Archives and Records Administration, College Park
Dimitrov, kendine verilen resmi avukatı azleder, kendi istediği avukatlara izin verilmediği için kendi kendini savunmaya karar verir. Mahkemede Nazi İçişleri Bakanı Göring tanık olarak çağrılacaktır. Dimitrov, bakanın bu yangınla ilgili yalanlarını ortaya çıkarmak için titizlikle çalışır; onu açıklamalarındaki tutarsızlıkları yakalamak üzere bir hukukçu gibi sorgular. Bu sürükleyici ve hayranlık verici sorgu sahnesinde, bakanın bir siyasal mahkum karşısında köşeye sıkıştığını görürüz. Sonunda üç günlüğüne duruşmadan men edildiği oturum şöyle biter:
“Dimitrov: Bu sorulardan korkuyor musunuz, sayın İçişleri Bakanı?
Göring: Elime düştüğünüzde, buradan, mahkeme salonundan çıktığınızda asıl siz korkacaksınız! Alçak herif!” (s.85)
İlerleyen günlerde bu kez de tanık olarak mahkemeye katılan Goebbels’i yerin dibine batırır. O sırada Goebbels’e, ileride Nazi savaş toplumunun oluşumunda büyük rolü olacak olan bir görev verilmiştir: Goebbels, mahkemeye, Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı sıfatıyla katılır. Dimitrov, böylece, gelmekte olan faşizme karşı cesur direnişin ve kıvrak zekanın simgesine dönüşür. Goebbels’e Nazilerin yaptığı terör eylemlerini anımsatır. Göring kadar olmasa da yine de bir ölçüde Goebbels’i de köşeye sıkıştırır. Goebbels, Mahkeme Başkanı’nın sürekli araya girmesine karşın, “yanıt vermekten kaçtı” denmesin diye tüm sorulara yanıt vermek zorunda kalır. Bundan sonra Dimitrov, Alman Komünist Partisi başkanını, eski başbakanları ve bakanları mahkemeye tanık olarak çağıran dilekçeler yazacak; fakat bunlar dikkate alınmayacaktır.
Kanıtsız suçlamalar
Mahkemenin elinde Dimitrov’un suçlu olduğuna dair kanıt yoktur. Ancak ısrarla suçlanır, çünkü o, Almanya’da yakalanmış yabancı bir komünisttir. O yakmamışsa başka kim yakabilirdi... Değil mi ki komünistler caniydi; terör eylemlerine yatkındılar. Hem komünist hem yabancı! Üstelik de Bulgar! Bulgarlarla ilgili olarak Batı Avrupa’da birçok kalıpyargı var. Örneğin, İngilizcede, Fransızcadan İngilizceye geçmiş olan bir aşağılama sözcüğü olarak ‘Bulgar’dan türetilmiş olan ‘bugger’ sözcüğü, köken olarak ‘dinsel sapkın’, ‘oğlancı’, ‘yıkıcı’, ‘yağmacı’ vb. anlamlar taşıyor. Bugün İngilizcede ‘arıza bir adam/kadın’ gibi daha yumuşak bir anlamı var.
Mahkeme, ısrarla, komünistlerin bir ayaklanma hazırlığında olduğunu, Reichstag yangınıyla da ilk işaretin verildiğini ileri sürer. Fakat Komünist Parti belgelerinde bu görüşü destekleyen bulgulara rastlanmaz. Bunun üzerine, Mahkeme Başkanı, mahkemeye rastgele 25 siyasal tutukluyu getirir. Bunlar ise iddiaları reddederek başkanı iyice utandırırlar. Tutuklulardan itiraf beklenirken, onlar ifadelerinin baskı altında alındığını anımsatırlar.
Davanın sonuna gelinir. Kanıt yokluğundan beraat çıkacaktır. Sanıklardan son sözlerini söylemeleri istenir. Dimitrov, efsane konuşmasını işte bu bağlamda yapacaktır:
“Keskin ve çetin bir dil kullandığımı kabul ediyorum. Hayatım ve sürdürdüğüm mücadele de hep keskin ve çetindi. Fakat bu dil, dürüst ve açık yüreklidir. Meselelerin doğru adını koymak adetimdir.” (s.114-115)
(...)
Hangi ülkede faşizm barbar ve vahşi değildir?
Devamında, ‘Bulgar’ yerine ‘Türk’ dense de geçerli olacak cümleler dile getirir ve topu Alman faşizmine atar:
“Sadece basın yoluyla yeterince yerilmekle kalmadım -bunun benim için hiçbir önemi yoktur- fakat benim şahsımda Bulgar halkım “kaba” ve “ barbar” olarak nitelendirilmiştir; bana “karanlık Balkan figürü”, “vahşi Bulgar” denildi ve bunlar karşısında sessiz kalmak mümkün değildir.
Bulgar faşizminin son derece vahşi ve barbar olduğu bir gerçektir. Bulgar işçi sınıfı ve köylüsü, Bulgar halkçı aydınları ise kesinlikle ne vahşi ne de barbardır.
Balkanlardaki maddi kültür mutlaka diğer Avrupa ülkelerindeki kadar yüksek değildir, fakat zihinsel ve politik açıdan halk kitlelerimiz diğer Avrupa ülkelerindeki kitlelerden daha düşük bir düzeye sahip değildir.
(...)
Bulgaristan’da barbar ve vahşi olan tek şey faşizmdir. Ancak, sayın Başkan, size soruyorum: Hangi ülkede faşizm barbar ve vahşi değildir?
Başkan (Dimitrov’un sözünü keserek): Almanya’daki duruma imada bulunmaya çalışmıyorsunuz herhalde?
Dimitrov (alayla gülümseyerek): Elbette hayır, sayın Başkan...” (s.116)
(...)
“Bulgar olmaktan utanç duymamı gerektiren hiçbir şey yok ve Bulgar işçi sınıfının bir evladı olmaktan gurur duyuyorum.” (s.117)
Yukarıdaki sözler aynı zamanda kimlik araştırmaları için de önemli bir katkı sunuyor. Bir ülkenin faşizmi dolayısıyla ulusal kimliğinden utanç duyacak olanlar muhalifler değildir. Ulusal kimlik, toplumsal bir mücadele ile oluşturulmuşsa gurur duyulabilir bir öğedir ve bunun faşistlikle ilgisi yoktur. Ulusal kimlik, milliyetçi olmadan da bir gurur meselesi olabilir. Milliyetçilikle yurtseverlik farklı kavramlar. Bunlar Türkiye’de çoğunlukla karıştırılıyor.
Dimitrov, delil yetersizliğinden beraate itiraz eder; suçsuzluk nedeniyle beraat edilmeleri gerektiğini ileri sürer. Delil yetersizliği hükmü, suçu hâlâ onlara atmaktadır. Bitirirken Galilei’yi anar Dimitrov, “biz hâlâ “dünya dönüyor”” diyoruz” der. Ona göre asıl hükmü gelecekte halk mahkemesi verecektir. Dünya, sosyalizme yürümektedir ve bunu durdurmak olanaksızdır.
Kafka’nın ‘Dava’sı yerine önerilir
Mahkeme beraat vermesine karşın karar uygulanmaz. ‘İhtiyati tutukluluk’ adı altında aylarca hapiste tutulurlar. Sonunda bir gün apar topar Sovyetler’e sınırdışı edilirler. Kafka, ‘Dava’yı 1914-1915 gibi yazmış; 1925’te yayınlamış. Fakat Dimitrov’un mahkemesi, Kafka’nın yapıtından çok daha ilginç ve sanatlı. Bir kez daha, “gerçek, kurmacadan daha garip”. Dimitrov’un savunması, değişik toplumsal bilim alanlarından gelme bütün faşizm araştırmacıları için önerilir. Ayrıca, çevirisi oldukça akıcı ve sürükleyici olduğu için çevirmeni Olcay Geridönmez’i burada kutlayalım. (UBG/EA)
(*) Yazının başlığı ünlü Bulgar partizan romanı ‘Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum’a (Mitka Gribçeva) gönderme yapıyor.
Kaynakça
Dimitrov, Georgi (2000). Faşizmin Yargılanması Leipzig 1933 (çev. Olcay Geridönmez). İstanbul: Evrensel Basım Yayın.