TEKEL işçilerinin 4C direnişi, işçi sınıfında yok olmaya yüz tutan dayanışma ruhunu yeniden alevlendirdi. Ankara'daki direniş çadırlarında yaşananları bizzat işçilerin yanında gözlemledik, direniş çadırlarından izlenimlerimizi hafta boyunca aktardık.
Yıllardır hükümetin baskıların boyun eğen, bir türlü harekete geçmeyen sendikalar, TEKEL işçisinin onurlu direnişi karşısında kendilerini sessizliği bozmak zorunda hissettiler. Emekçilerin hükümetlere karşı en etkili eylem biçimi olan "genel grev" kararı, halkın işçinin yanında gösterdiği birlikteliği de hesaba katan 6 konfederasyonun oy birliği ile alındı. Sonradan yan çizen sendikalar da oldu tabii, ama "grev" kararı alınmıştı bir kere. Sıra eyleme, sokağa çıkmaya gelmişti.
Başbakanın tehditkar tavrı
4 Şubat'ta Türkiye'nin her yerinde emekçiler meydanlardaydı. İstanbul'da üç ayrı noktadan başlatılan yürüyüş ve sonrasında Saraçhane Meydanı'nda düzenlenen mitinge bakıldığındaysa emekçilerin TEKEL eylemini canı gönülden destekleseler de sokağa çıkmakta mütereddit davrandıklarını söylemek mümkündü. Gerek yürüyüş kolunda, gerekse miting meydanındaki görüntü beklenen coşkudan uzaktı. Emekçiler desteklerini sokağa yansıtmakta biraz cimri davrandılar.
Mitingin dışında başka sorunlar da vardı. Neredeyse tüm belediye otobüsleri, kamu araçları çalışıyordu. Kamu binalarında memurlar iş başı yapmışlar; Sosyal Güvenlik Kurumu'nun ve Büyükşehir Belediyesi'nin camından ürkek gözlerle ve utangaç bir ifadeyle eylem yapan emekçileri izleyen memurlar, kulaklarında başbakanın, belediye başkanının, onlardan destek bulan amirlerinin tehditleri olduğu halde, dışarı çıkmaktan imtina etmişlerdi.
Yarım gün grev!
Benim çevremde de "Yarım gün" grev yapan üniversite öğretim üyeleri vardı mesela, onlar da meydana çıkmadılar. Öğleden sonra da işe devam ettiler. Türkiye üzerinden geçen 12 Eylül faşizminin yarattığı korkuların üzerine "tek adamcı" siyasi partilerin otoriter yaklaşımlarını da koyunca, genel grev, yani emekçinin hükümetlere karşı en etkili uyarı mekanizması, beklenen etkiyi yaratmaktan uzakta kaldı. Başbakanın tehditkar tavrı, örgütlenme önündeki en önemli engeli oluşturan faşizan 12 Eylül kanunları, TEKEL işçisinin onurlu direnişine verilen "manevi" desteğe rağmen sokak hareketlerini İstanbul'da etkisiz kıldı.
Katılım İstanbul'da az, Anadolu'da yoğun
Bunun nedenlerini Emek Koordinasyon Dayanışma Ağı üyelerinden Nihat Uçukoğlu ve Eğitim ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) üyesi, Dr. Erhan Keleşoğlu ile tartıştık. Başından bu yana hem Ankara'daki eyleme destek veren hem de emek örgütleri arasında koordinasyonu sağlamak için çaba harcayanlardan Uçukoğlu, "katılımın çok düşük olduğunu" gözlemlediklerini söylüyor ve bunda çok çeşitli etkenlerin rolü olduğunu düşünüyor. Uçukoğlu, 25 Kasım 2009 KESK eylemi ile mukayese ettiğinde durumu somut bir biçimde ortaya koyuyor:
- 25 Kasım'daki kendi eyleminde alanın hakimi KESK'ti, dünkü eylemde ise herhangi bir siyasi grubun korteji kadardı. Bu genel bir eylem olmasına rağmen KESK'in katılımı da düşük kaldı. Burada kamu kurumlarındaki amirlerin tehditlerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir KESK üyesi arkadaşımızı aradık, eylemin başlamasının üzerinden vakit geçmişti. Kendisi hastanede çıktı. Rapor aldığını düşündük. İstanbul'da böyle bir tablo ortaya çıkmıştı.
Tek başına İstanbul'u düşünerek karar vermenin yanıltıcı olabileceğini de söyleyen Uçukoğlu, Anadolu kentlerinde 4 Şubat günü yapılan dayanışma grevinin daha etkili ve meydanlardaki katılımın da yoğun olduğunu söylüyor:
- Son dayanışma eylemi, 1989'dan bu yana "genel grev" tanımlı bir eylem olması açısından çok önemliydi. İstanbul'da katılım az olmasına rağmen Türkiye'nin geri kalanında iyi bir eylem olduğunu düşünüyorum. Genel grev" tanımlı bir eylem olması açısından çok önemliydi. Bence İstanbul'da katılım az olmasına rağmen Türkiye'nin geri kalanında iyi bir eylem olduğunu düşünüyorum.
Amirler başbakana uyunca...
Uçukoğlu, "kamu kurum ve kuruluşlarındaki "amir"lerin sert tutumu hükümetin sert tavırları ile başlıyor" deyip anlatmayı sürdürüyor:
- Eğer öyle olmasaydı bir müdür öğretmenini ya da bir başhekim doktorunu böyle çok sert şekilde uyarmazdı, disiplin cezaları gibi yaptırımları emekçilerin önüne koymazdı. Örneğin Hava-iş dünkü eyleme hiç katılmadı. Orada tehdit çok daha ciddiydi. Yazılı olarak iletildi bu tehdit Hava- iş sendikasına. Eyleme katılmayı "tazminatsız işten atma" gerekçesi olarak göreceğini söyledi THY yönetimi. Bunların hepsi elbette hükümetin başının yaptığı açıklamalar ile ilgili. Bu hal tarzı zincirleme olarak aşağıya doğru daha da sertleşerek indi.
Uçukoğlu, bundan sonrası için sendikaların tutumlarını da yakından izlemenin gerekli olduğunu düşünüyor:
- Sendikalar bundan sonrası için farklı davranmaya başlayabilir, TÜRK-İŞ geri adım atabilir. Bu durumda niceliğine, sayılara bakmadan o kalan insanların direnişinin desteklenmesi çok önemli. Ama birkaç ay sonra durum netleşir. Bugün herkes destek veriyor, ihtiyaç malzemeleri gönderiliyor. Buy birkaç ay içerisinde direnişi "yarılma" ihtimali var. Küçük parçalardan büyük parçalara doğru kopmaların yaşanması söz konusu olabilir. Burada TÜRK-İŞ'in genel grev gibi bu kadar sert bir eylemin kararını hemen alması bir yandan da korkutucu. Çünkü "en sert işi yaptık daha ne yapalım?" demelerinin de önüne geçebilir. Genel grev en sert eylemlerden biri. Düşünsenize 20 yılda sadece bir kere olmuş bir eylem. Hemen kararını aldılar, bundan sonra "en sert eylemi yaptık daha ne yapalım?" noktasına gelebilirler.
Uçukoğlu sözlerini, Yörsan direnişi ile başlayan ve TEKEL direnişi ile süren eylem pratiğinin Tek Gıda iş Sendikası'na duyulan güveni artırdığını söyleyerek tamamlıyor.
"Yeni aktivist gerek"
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Dr. Keleşoğlu da İstanbul'daki 4 Şubat eylemlerine katılımın düşük olduğu konusunda Uçukoğlu ile hemfikir:
- Eğitim-Sen aslında bir öğretmen sendikası. Ve sömestr tatilinde olmasına rağmen bu kadar az öğretmenin katılmasını hayal kırıklığı ile karşıladım sendikam adına. Üniversite öğretim üyesi olan arkadaşlarımızın da daha kalabalık olarak katılmasını beklerdim. Kamu sendikaları olarak aktivist yaratma konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Bunda aslında başbakanın tehditleri etkili oluyor, insanların işlerini kaybetme korkuları da etkili oluyor. Kanuni değil, hukuki bir hak olmasına rağmen, alanlara çıkmanın ve dayanışma grevi yapmanın var olan kanunlara bakarak, başbakanın tehditlerine bakarak gelmeye çekiniyorlar.
Sendikalar ve soldaki genel sıkıntı sokağa yansıyor
Keleşoğlu, aktivistler olarak kendi eksiklerini de gidermeleri gerektiğini düşünüyor; daha fazla çalışmak gerektiğini, emekçiler ile daha fazla bire bir ilişki kurmak gerektiğini söylüyor, daha fazla insanı meydanlara çağırmak konusundaki eksikleri gidermenin yollarını arıyor:
- Siyasete genel katılım açısından da sorunlar var. Solun genel sıkıntıları sendikal harekete de yansıyor. Bir ümitsizlik hali var, bunu söyleyeyim. İnsanlar TEKEL işçilerinin yanında ciddi bir dayanışma sergiliyorlar, sol partiler ve sendikalar arasında daha önce yaşanmamış bir hareketlilik yaşanıyor. Bu da beni gelecek konusunda ümitlendiriyor. TEKEL işçilerinin bu direnişinin bizim de üzerimizdeki ölü toprağını atmamızda önemli bir işlev gördüğünü düşünüyorum. Bize çok şey hatırlattı, en başta da her alanda kaybettiğimiz dayanışma hissini...
Keleşoğlu, katılımın azlığını biraz da partilerinin ve sendikalarının bugüne gerçek dayanışma ilişkilerini örmemesinden kaynaklanan bir durum olarak yorumluyor. Ona göre iyi örgütlenmeden, hazırlıkları tam olarak yapılmadan bir genel grev için erken olduğunu söylüyor bu yüzden:
- Genel grev bizim en önemli gücümüz ama bunun içini doldurmamız, gerekli hazırlığı yapmamız gerekiyor. Öncelikle kendi örgütlenmemizi sağlayıp dayanışmayı artırmamız gerekiyor. (MU/TK)