Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık tartışmalarının daha yoğun yapıldığı, daha görünür olduğu bir dönemdeyiz. Özellikle kadına yönelik şiddet konusunda kadın örgütlerinin istikrarlı çabalarının da etkisiyle artık bir hayli geniş bir çevre bu konuda söz söyler oldu.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nden (TÜSİAD) yüksek tirajlı gazetelerin kampanyalarına, televizyon dizilerine kadar herkesin kadına dair söylediği bir şeyler var. Aslı Zengin'in Metis Yayınları tarafından kitap haline getirilen yüksek lisans çalışması, herkesin söz söylediği bir konuda kimsenin dillendirmediği, "sessiz" bir alanı, vesikalı seks işçilerini konu alıyor.
"İktidarın Mahremiyeti: İstanbul'da hayat kadınları, seks işçiliği ve şiddet" adlı kitabında Aslı Zengin, bu alanın nasıl devlet eliyle sessizleştirildiğini kendi pratikleriyle gösteriyor.
Kayıtlı, vesikalı seks işçileri ve genelevler, devletin tüzükleri tarafından yasal çerçeve içine alınmış durumda.
"Fuhuşla Mücadele Komisyonu" adı altında yapılan çalışmalar ve bu konudaki tüzükler genelevlerin nerede olabileceğinden mekânsal düzenlemelerine, ışıklandırılmasından pencerelerine ve burada çalışan kadınların yaşam koşullarına kadar her şeyin mümkün olduğunca toplumsal yaşamdan izole, devletin denetim ve kontrolünü kolaylaştırıcı, genelev çalışanlarının müşterileri ve devlet yetkilileri (ki kitaptaki tanıklıklarda bu iki durumun kimi zamanlarda nasıl bir ve aynı olduğunu görüyoruz) dışındaki aktörleri uzakta tutmak üzere oluşturulmuş.
Zengin'in genelevlerde çalışan seks işçilerinin yaşam koşullarıyla ilgili gerek devletin resmî ağzından gerekse kadınların kendisinden bilgi almak için gösterdiği çabalar okuyucunun da ister istemez içine dahil olduğu bir macera halini alıyor.
Ancak bu serüvende hepimizin payına düşen şey bilgi kırıntılarından ibaret.
Kırıntıların bizlere gösterdiği gerçekler ise çok açık: Devlet bir yandan "fuhuşu" kendi organlarıyla denetim altında tutarken diğer yandan da tüzük maddeleri arasına hapsettiği kadınlar üzerinden toplumdaki hâkim ahlak anlayışının yeniden üretimini sağlıyor.
Seks işçilerini "genel kadınlar" tanımının içine yerleştirip, ailesine bağlı, namuslu, iffetli kadınlarla var olan bu çerçevenin dışına çıkan kadınlar arasına resmî bir çizgi çekiyor.
"Genel kadınlar" toplumun gündelik yaşamının dışına itilirken, içeride kalanlara yönelik "genel ahlak" propagandasının nesnesi olarak kullanılıyorlar.
Devletin kendi eliyle uyguladığı şiddet ve ayrımcılık seks işçilerini izole etmekle kalmıyor, aynı zamanda aile kurumunun bir kez daha kutsanmasının aracı haline geliyor.
Kitap vesikalı kadınların çalışma koşulları, genelev patronları ve patronlar tarafından görevlendirilmiş vekillerin baskıları, haftada iki gün zorunlu kontroller için gittikleri hastanelerde yaşadıkları, maruz kaldıkları taciz ve şiddet, genelev ve hastane arasına sıkıştırılmış hayatları, seyahat özgürlüklerinin yasal olarak ellerinden alınmış olması, genelevin dışında kurmak istedikleri bir hayat seçeneğinin gerek maddi gerekse yasal olarak imkânsızlaştırılması, toplum içinde karşılaştıkları ayrımcılık gibi konularda yalnızca başlıklar açabiliyor.
Bunun sebebi daha fazlasını görmemizi, duymamızı engelleyen yasal duvarlar. Daha fazlası için bu konudaki sessizliğin bir parçası olmaktan çıkmak gerekiyor.
Türkiye'deki kadın hareketi açısından ne yazık ki bu konu çokça sözün üretildiği, gündem maddeleri arasında yer teşkil eden, mücadele rotasının çizildiği bir konu değil.
Halbuki genelevde çalışan kadınların yalnızlaştırılmış, baskı ve şiddet dolu yaşamlarının tartışılmaya başlanması, steril tutulmaya çalışılan "genel ahlak" alanlarının içine bu tartışmanın nüfuz etmesi, tam da bu alanın kendisinin sorgulanmaya başlanması demek.
Devletin seks işçilerini gündelik yaşamdan koparma çabasının arkasında duran şeylerden biri de bu zaten.
Tıpkı travesti ve transseksüel bireylere sokağa her çıkışlarında kesilen para cezalarının bir yandan da gündüz gözüyle görülmeyen bireyler haline getirme çabası olduğu gibi.
Bu anlamda genelevlerde çalışan kadınların "kapatılması", disipline edilmesi sadece seks işçilerinin hak ve hukuklarıyla ilgili bir mesele değil.
Aslında bu durum, yani kadınların iffetli ve iffetsiz olarak tasnif edilmesi, "iffetsiz" olarak sınıflandırılanların devletin düzenleyici kontrolüne tabi kılınması, bütün kadınların disipline edilmesi ve kapatılmasının bir vesilesi, bir aracı halini alıyor.
Yani fuhuş "sektörünün" devletçe regüle edilişi ve bu düzenlemeler aracılığıyla iffetli olanla olmayan arasında çizilen sınırlar bütün kadınları hedefleyen bir iktidar teknolojisi.
O nedenle kadın hareketi içerisinde çokça tartışıldığı söylenemeyecek seks işçiliği, kadın hareketi açısından "sektörel" bir mesele olmaktan çok kadınların topyekûn kurtuluş mücadelesinin asli bir bileşeni sayılmalı.
"İktidarın Mahremiyeti: İstanbul'da hayat kadınları, seks işçiliği ve şiddet"; genel ahlak safsatasının nasıl bu sistemin ve devletin bekası için elzem olan aile kurumunun sürekliliği yüzünden üretilmiş olduğunu, namus, iffetli-iffetsiz kadın gibi kadına yönelik cinsiyetçi fikirlerin nasıl da kutsal aile mitini yaşattığını görmek ve teşhir etmek için yalnızca bir başlık açabiliyor.
Başlığın altını doldurmak genel ahlak normlarının sorgulanması için yürütülen mücadelelerin seks işçiliği tartışmasını daha yaygın yapmasıyla mümkün. (IC/MO)