Kurucu üyesi olduğum ve zaman içinde, gençlik forumları, Parti Meclisi (PM) ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) dahil
çeşitli kurullarında yer aldığım Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin (ÖDP) önce PM
ve MYK'sından, daha sonra da bizzat parti üyeliğinden üyesi olduğum eğilimle
-"
Ekmek ve Gül"- birlikte ayrıldığım sıralarda partinin içine sokulduğu temel yönelimler hakkında
bazı eleştirel değerlendirmelerde bulunuyorduk. Yüksek sesle bağırsak da
derdimizi kimseye anlatamadığımızdan, belki “sesimiz” duyulur diye de önce PM ve
MYK'dan toplu olarak istifa etmiş, istifa ederken de kritik saydığımız uyarıları
bir bildiriyle açıklamıştık. Bu yazı bu bildirideki tespitlerin tekrarından
ibarettir.
Bugün içinde yer aldığım Sosyalist Emek Hareketi'nde esasen ÖDP'nin
kuruluş öncüllerine sahip çıkma iddiamızı sürdürdüğümüzden ÖDP içindeki dost ve
yoldaşlarımızın en azından büyük çoğunluğunun aşağıdaki tespitleri sekiz yıl
sonra da tekrar etmiş olmamızın yegane anlamının ve amacının şu olduğundan kuşku duymacağını umuyorum: Sürdüğü biçimiyle
sınıf mücadelesine ve hatta ÖDP'ye ne tür bir katkısı olduğunu anlayamadığımız
ÖDP içindeki bugünkü tartışmanın ÖDP dahil hiçbir çevreye faydası olmayacağını tekrar etmek. Elbette, bir çıkış olanağının hala
ve hepimiz için sosyalist yeniden inşaya gözünü dikmiş sosyalist koordinasyonla
mümkün olduğunu hatırlatmak...
Bir başka “kritik” eşik...
ÖDP
bir kader anına “daha” yaklaşıyor. Kuruluşunda, Türkiye sosyalist hareketinin
uzun tarihi içinde ortaya koyabildiği en özgün girişimlerden biri olan parti,
girdiği ilk “kritik” eşiği aşamamıştı. Bu ikinci eşiği aşıp aşamayacağını
bilemiyorum ama ilk eşiği aşamamasının nedenlerini sayabilirim. Bugünkü durumu
bu nedenlerle birlikte düşündüğümüzde anlamlı bir sonuca varmak mümkün
görünüyor.
İlk
eşikte durum “bizim durduğumuz yer"den şöyle görünüyordu:
“ÖDP’nin içinden geçtiği
bunalımı aşarak yeniden sınıf mücadelesi alanında yer tutup tutmayacağı, son 50
yılın en derin mali-iktisadi krizini [2001 krizi] yaşayan Türkiye’de emeğin
siyasal ve ekonomik mücadelesi açısından da büyük bir önem taşıyor. Bugün,
toplum tarihinin en büyük bunalımlarından biriyle çalkalanırken, sosyalistlerin
uzun yıllar boyunca halka anlatmak için sonsuz fedakarlıklara katlandıkları
hakikatler; kapitalizmin çelişkileri ve açmazları, rejimin yapısal çıkmazları
emekçi kitleler ve yoksullar için ilk kez bu denli apaçık olurken, partimiz
yorucu bir iç mücadele içinde takatsizleşiyor.”
Bu
paragraf, diğer tüm paragraflar gibi, bugünkü eşikte de aynen yazılabilir,
görünüyor. Türkiye, bu kez küresel kapitalizmle birlikte bir başka krizin
pençesinde çırpınıyor.
Nirengi noktası...
ÖDP
kurulduğu günden beri, siyaset yapma tarzıyla, söylemiyle, duruşuyla, düşünme
biçimiyle Türkiye sosyalist hareketine ve genel olarak sola bir nirengi noktası
sağlamıştı. Açık kitlesel sosyalist siyaset için başlıca yapı taşı “çoğulculuk”
olan yeni bir model oluşturmuştu. İçinde yer aldığım eğilime göre, bu modelin
başarısızlığı ya da tasfiyesi, solda hala tamamen etkisizleşmiş olmayan geriye
dönük eğilimlerin hortlaması için esaslı bir gerekçe olabilecekti ki,
ayrılmamızla noktalanan süreçte, ÖDP önce nirengi noktası olma niteliğini
kaybetti, en sonu sözünü ettiğimiz eğilimle, parti içi tartışmalar,
izleyebildiğimiz kadarıyla tarihsel ve mantıki sonuçlarına ulaştırıldı.
Bu
buradan bir çıkışın olamayacağı anlamına gelmiyor elbette. Ancak bunun için,
öncelikle “son 30 yılın hemen hemen bütün sosyalist birikiminin düzen içi
seçeneklere doğru emilmesi, sosyalist hareketin öngörülebilir bir gelecek için
'sol-liberalizm' ya da 'ulusalcı eğilim' içinde eriyerek bağımsız bir odak ve
çekim merkezi olmaktan çıkması tehlikesi”ne dikkat çekmek gerekir. Biz bu
tehlikeyi vurguladıktan sonra, “ÖDP’nin güçten düşmesinin ve sosyalist seçeneğin
açık siyaset alanında irtifa kaybetmesinin bu anlama geleceği”ni söylüyorduk;
sosyalist hareketin bütününe ve ÖDP içi tartışmalara bakıldığında, bu sürecin de
mantıki ve tarihsel sonuçlarına ulaştığı görülüyor.
Her
iki noktada da sorunları bilince çıkarmış, anlamlı bir “sosyalist koordinasyon”
süreci, yenilgilerimizden dersler çıkarmayı becerebilmek anlamına da gelecektir;
elbette ÖDP'nin ikinci kirtik eşiğini nasıl aşacağı da bu çerçevede büyük bir
önem kazanıyor.
Parti içi demokrasi...
ÖDP'de kuruluşundan beri, demokrasi ile örgütsel bilinç karşı karşıya konmuş, organlar arasındaki eşgüdüm sağlanamamış, paralel örgütler parti hayatını
felce uğratmıştır. Bu nedenlerle, bir dönem benim de içinde yer aldığım ÖDP
Genel Merkez organları (PM ve MYK) neredeyse her dönem, bu tehlikeleri
savuşturacak bir uyanıklık ve basiret sergilemek şöyle dursun, partiyi dışsal
basınçlar karşısında bütünüyle savunmasız ve dirençsiz bırakan bir atalete ve
işlevsizliğe itilmişlerdir.
Her
dönem için sorun aynı olmuştur:
“Ne MYK’nin ne de PM’nin tüzüğümüzde tanımlanmış
çerçevede bir organ faaliyetinden söz edilebilir. Kongreye sunulan PM raporunda
sert bir eleştiriye tabi tutulan zincirleme yetki devrinden, daha doğrusu yetki
gaspından daha beter bir durumla yüz yüzeyiz. Karar süreçleri genel merkez
organlarının tümüyle dışına taşmıştır. Hiçbir denetime tabi olmayan başına
buyruk yetki kullanımı, keyfilik ve oldu-bittiler kanıksanan bir yönetme tarzı
haline gelmiştir. Merkez organlarının yalnızca paralel mekanizmalarda verilmiş
ön kararları duyurmak ya da bu kararlara 'tüzüksel' kılıf geçirmek üzere
toplanması, kongre raporunda eleştirilen olumsuzluğun çok ötesine geçildiğinin
en bariz göstergesidir.”
Bu
cümlede Genel Başkanlık geçmiyor, fark etmez, şimdiki kritik eşik için, cümleye
Genel Başkanlığı da ekleyip cümleyi aynen yazabiliriz. Nitekim, sıklıkla
yazılıyor ve okuyoruz...
Kuralsız başına buyrukluk mu çoğulculuk mu?..
O
yüzden devam edeyim:
“Mevcut haliyle PM ve MYK partinin içerdiği bütün güçleri
sınıf mücadelesinin çeşitli düzeylerine aktarmak, her bir özgül yetenekten
yararlanmak, tek tek üyelerin yanı sıra çevrelerin, platformların, geleneklerin
enerjilerini yaratıcı bir biçimde kullanabilecekleri zeminler olmaktan çok, bu
güç ve olanakların yıkıcı bir biçimde birbirlerine karşı mevzilendirildiği
zeminler haline getirilmiştir. Yalnızca birbirlerine ihtiyacı olan insanlarla
kaim olabilecek 'çoğulculuk' da bu koşullar altında gitgide yozlaşarak partide,
emek hareketinde ve sosyalist hareket içinde değer yitiriyor. Eylemleri ve
tutumlarıyla partide ve sosyalist kamuoyunda çoğulcu modele karşıt bir iklimin
güçlenmesine katkıda bulunanların, bu modelin yaşayabilirliğine ve işlevliliğine
inancı baltalayanların, partimizin iç çeşitliliğini bir enerji kaynağı olmaktan
çıkarıp didişmeci bir tarz içinde harcayanların 'çoğulculuk' amentüsü artık bir
güvence oluşturmuyor.”
İzninizle kesmiyorum:
“Öte yandan, partiyi kendi tarihsel amaçlarının
öznesiyle buluşturan toplumsal yığınakları adım adım kurmak, onu yeni sosyal
ortamlara taşımak, bilinçli bir biçimde emeğin örgütlü ve örgütsüz kesimlerine
yönelmek, onları sermayeden ve sermaye partilerinden bağımsızlaştırmak, buna
uygun bir mücadele ve örgütlenme çizgisine her bakımdan kararlılık kazandırmak
temel belgelerimizden çıkan en yakıcı görev olarak orta yerde durduğu halde,
çubuk tersine bükülüyor. Kısa vadeli parlamenter çıkışlar peşinde,
'sosyal-demokrasi' ya da 'Kürt hareketi' ile çıkar ve amaç ayrılıklarını silen
usulsüz ve kuralsız ilişkiler içinde, ÖDP’nin ayrı bir parti olarak içerdiği
bütün anlamların belirsizleşmesine, ÖDP’nin kendisinin değersizleşmesine
'demokrasi' uğruna göz yumulmaktadır. ÖDP’yi kendi dışındaki güçlerin ve
oluşumların edilgen, üzerinde hesap yapılan ve çekiştirilen bir nesnesi haline
getiren gelişmeler gözlerimizin önünde cereyan ediyor. 'Bilgilenme görüşmeleri'
dışında bir temas olmadığı açıklamalarını doğru kabul etsek bile, partimizin
içinden geçtiği koşullarda sükut ve eylemsizlik bir tür ikrardır.”
Program zemininin dışına düşmek...
O
günlerde, aynı genel başkan ortaya bir "21.yy sosyalizmi" sözü atmıştı. Katılıp
katılmadığımızdan bağımsız olarak hikayesi şudur:
“En azından son iki yıldır,
bir ortak tartışma zemini yaratmak için kimse parmak kıpırdatmamışken, partinin
amaç maddesi orta yerde dururken nereden kaynaklandığını ve hangi esinin ürünü
olduğunu onu ortaya atanların bile bilmediği bir '21. Yüzyıl Sosyalizmi' uluorta
partinin amacı ve parti içi anlaşmazlığın ayracı olarak ilan ediliyor.
Kronolojik zamanla tarihsel dönüm noktalarını birbirine karıştıran bir
yanılsamaya çanak tutuluyor.”
Sorun elbette 21.yy sosyalizmi kavramının kendisi değildi, program
zeminin dışına düşmekti. Bugünkü kongre eğilimlerini incelediğimizde, her iki
eğilimin de, bizim çıkışımızdan sonra oldukça değişmiş olan program zeminine
bağlı kalmak, değişecekse birlikte değiştirmek ilkelerine riayet etmeme
konusunda epeyce ortaklaştıkları sır değil...
İç krizden çıkış için...
Vaktiyle çıkış önerimizi sunmuş idik:
“Partimizin, yoldaşlarımızın karşı karşıya bulunduğumuz büyük tehdit ve
risklere karşı koyabilmeleri için hala fırsat ve imkan var. Ama bu imkanlar
artık, kendi sözlerinden başkasına kulak kabartmayan, hiziplere bölünmüş Genel
Merkez organlarından, 'yukarıdan', değil; ÖDP kitlesinin içinden; 'aşağıdan'
türetilebilir. (...)
"Partimiz için bir 'ayrışma' kaçınılmaz olabilir, ama bu ayrışmanın yeni
bir enerji açığa çıkartabilmesi ancak partideki her düşünce çizgisinin, her bir
bireyin açık ve kurallı bir tartışmadan geçerek yeniden saflaşması, kendi içinde
dönüşmesiyle mümkün olabilecektir. Bu amaçla gündeme getirdiğimiz açık, bütün
üyelerin katıldığı, örgütlü ve çerçevesi çizilmiş bir tartışma sürecini
izleyecek ve sonuçları herkes tarafından kabul edilecek bir olağanüstü konferans
önerisi taraflarca kabul edilmemiştir. Sonraki gelişmeler bu öneriden başka
sağlıklı bir çıkış yolu olmadığını kanıtladığı halde, 'taktik' manevralarla
partiyi ve iç bunalımı süründüren bir doğrultuda ısrar edilmektedir.
"Politik ve örgütsel gerekçeleri kristalize edilmiş; sol kamuoyuna,
emekçilere ve tarihe hesabı verilmiş ve partinin genel iradesinin sağlıklı bir
tecellisinin ürünü olacak bir ayrışmayı bir 'tasfiye' olarak görmemekteyiz. Ama
partimizi disiplin meseleleri üzerinde tartıştıran ve görüş ayrılıklarına
'kriminal' anlamlar yükleyen bir tartışmanın anlamlı bir ayrışmaya da anlamlı
bir tahkimata da olanak vermeyeceği bugünden bellidir.”
Aynen aktardım çünkü, biliniyor; ilkinde trajedi, ikincisinde fars
oluyor. Bu kez dışarıdan ama hala hep aynı büyük geminin (devrimin) yolcusu
olduğumuz için farsa müsaade etmemek gerektiğinin altını nerede durursak duralım
çizmek gerekiyor.
İç bunalımlar mutlak menfi sonuçlar doğurmaz...
İç
bunalım evrelerinin, politik özneleri yeniden kalıba döktüğü bilinen bir gerçek.
Bunu tayin eden bunalımın çözüm biçimi ve izlenen yöntemdir. Saydam, ilkeli,
sözle eylem arasındaki açının büyümediği, bunalımın baskısı altında dahi kimi
değerlerin kıskançlıkla korunduğu, ihtilafın politik ve örgütsel değerinin
ikincil etkenlerden olabildiğince arındırıldığı ve üyelerin bilincinde sıçramaya
yol açan çözüm biçimleri her şeye rağmen ardında kazanımlar bırakır.
Görünen o ki, ÖDP PM ve MYK'sı hala bu yolu açacak bir basiret
sergileyememektedir. Oysa, bu yöntemden ne oranda sapılırsa, arkada bırakılan
enkazın o kadar büyük olduğuna sosyalist hareketin uzak ve yakın tarihi,
ÖDP'ninse -bizi de dışında bırakan- yakın tarihi pek çok kere tanıklık
etmiştir.
Bu
yazıyı, hep birlikte mahkum olduğumuz sosyalist yeniden inşa ve bunun parçası
olarak bileşenlerinden biri olacağımızı umduğumuz “sosyalist koordinasyon” için
Özgürlük ve Dayanışma Partisi üyelerine -mevcut biçimiyle bize bir şey ifade
etmeyen ama yakından tanıdığımız- kongre tartışmaları dışında bir olanağı da
işaret eden, sosyalist hareket ve ÖDP tarihinden süzülüp gelen dostça, yoldaşça
bir uyarı olarak okursanız, amacına ulaşmış olacaktır.
Gerisi, partinin geleceği, parti
örgütünün ve üyelerinin iradesine aittir.
_______________________________________________
(*)
Bu yazıda bugün benim imzamı görmeniz yanıltıcı olmasın, alıntılanan ve yazının
esasını oluşturan metin kolektif olarak yazıldıktan sonra bugün kimileri aynı
zeminde kimileri ise çok farklı yerlerde olan “Ertuğrul Kürkçü (pm-myk), Mustafa
Bayram Mısır (pm-myk), Kenan Kalyon (pm), Yurdagül Erkoca (pm), Yurdaer Erkoca
(pm), Cemile Adaklı (pm), Metin Çulhaoğlu (pm), İlhan Kamil Turan (pm), Tarık
Oruç (pm), Işın Turgut (pm), Leyla Uyar (pm)” imzaları ile tüm Özgürlük ve
Dayanışma Partisi Üyelerine, Büyük Kongre/Konferans Delegelerine, Parti
Meclisi’ne, Merkez Yürütme Kurulu’na ve Genel Başkanı’na iletilmişti.