Gezi Parkı direnişi, yıllardır süregelen “ben bilirim, ben yaparımcı” anlaşıyışın, toplumsal özneleri nesneleştirme amacını yerle bir eden, hiçbir kesimin önceden kestiremediği ve ön göremediği şekilde patlayan toplumsal bilincin isyanı. Bu isyanın içinde belki de en geniş şekilde konumlanan kesim gençlik oldu. Peki neden?
"İdeolojilerin öldüğünü" her fırsatta dillerinden düşürmeyenler, bu isyanda da benzer şekilde konumlanarak “x, y, z kuşağı” lafları ve isyanın içini nedensiz bir ergenlik asiliğine bağlayan tutumlarıyla egemen ideolojinin hükmüne devam etmesinde en büyük pay sahibi.
Oysa durum böyle mi? Gençler isyanı nedensiz mi?
İnsanlar daha önceden belirlenmiş koşullar içinde dünyaya gelirler. Dünyaya geldikleri andan itibaren de egemen ideoloji tarafından şekillendirilmeye çalışılırlar. Egemen sınıfın verili üretim ilişkileri için ihtiyaç duyduğu kimlik doğrultusunda bir şekillendirme çabasıdır bu. Egemen ideoloji, egemen sınıfın verili ideolojik aygıtlarıyla (aile, okul, adalet sistemi, ordu vb.) yurttaşları doğumlarından ölümlerine kadar verili üretim ilişkileri sisteminin uyumlu bir parçası haline getirmeye çalışır. İnsan hangi yaşta olursa olsun, bu şekillendirme çabasının nesnesidir. Hatta insanın ölüsü bile bu çabadan muaf olamaz. Ölümün ardından gerçekleşen bütün ritüeller de bu çabanın dolaysız uzantılarıdır.
Egemen ideolojinin insanları verili üretim ilişkileri sistemine uyarlı yurttaşlar haline getirme çabası, insan yaşamının ilk yıllarında büyük bir önem kazanır. Egemen sınıf bu çaba için uygun ideolojik aygıtlara da sahiptir. Bu aygıtlar vasıtasıyla hayata yeni gözlerini açan insanlar yoğun bir şekillendirilme sürecine tabi tutulurlar. İşte bu çabanın en yoğun olarak gerçekleştirildiği yaş kesitinde bulunan insanı “genç” olarak tanımlamak gerekir.
Peki verili bir insan doğası var mı?
Burjuva liberal felsefesinin verili bir insan doğasından söz ederken elde etmek istediği pratik amaç, sınıflı toplumların şekillendirdiği insanın olumsuz özelliklerini “doğal”, “olağan” gösterme çabasıdır. Ancak böylelikle, geçmiş sınıflı toplum biçimleri ve kapitalizm “olağan”, “doğal” olarak görülme / kabullenilme olanağına kavuşur. Burjuva düşünüş biçimi böyle bir çaba içerisinde olmadan kapitalist egemenlik sisteminin bir gün bile sürdürülebilmesi mümkün değil. Mümkün değildir zira insan, burjuvazinin ve idealistlerin iddia ettiği gibi dünyaya kötü özellikleri olan “bir tür” olarak gelmiyor.
Bütün türler doğal gelişim seyirlerinin dışında şekillendirilme çabasına direnirler. Bir tür olarak insan da doğal gelişim seyri dışında şekillendirilmesi çabasına karşı direnecektir.[1] İşte bu basit gerçekten dolayı, “genç”in isyankar, kanı kaynayan, asi olduğundan vb. söz edilir. Bütün bu tanımlamalar insanın doğal gelişim seyri dışında şekillendirilme çabasına itiraz ettiğinin göstergeleridir. Hayata yeni gelen insanlar doğal gelişim seyri dışında şekillendirilmelerine türlü biçimlerde itiraz etseler de bir dizi ideolojik aygıtın yanı sıra özellikle yukarıda saydığımız üç ideolojik aygıtın, çekirdek burjuva aile kurumumun, zorunlu eğitim ve zorunlu askerlik sisteminin çarkları arasında adım adım kapitalist üretim ilişkileriyle uyumlu bireyler haline getirilirler.[2]
Taksim Meydanı ve Gezi Parkı süreci
Tarlabaşı projesi, yayalaştırma çalışmaları, masaların kaldırılması ve birçok etkenin ardından son olarak birkaç yıldır Taksim’de kutlanan 1 Mayıs, bu sene “inşaat var, güvenliği sağlayamayız” gerekçesiyle yasaklandı. 1 Mayıs öncesi AKP’nin ileri sürmüş olduğu “inşaat nedeniyle Taksim Alanı’nın güvenli olmadığı” gerekçesi kamuoyunda yaygın bir kabul görmüştü. Fakat 1 Mayıs’ta yaşanan iktidarın şiddet gösterisi ve sonraki gelişmeler bunun tam tersini kanıtlamıştır. 5 Mayıs’ta Galatasaray taraftarları şampiyonluk kutlamalarını Taksim Meydanı’nda yapmış, 6 Mayıs’ta gençler Deniz Gezmiş’lerin anmasında polis tarafından kurulan barikatları dağıtarak Taksim Meydanı üzerinden Dolmabahçe’ye yürümüş ve yoğun saldırı altında eylemini sürdürmeye çalışmıştı. 27 Mayıs’a kadar olan zaman diliminde de yıllardır kullanılan İstiklal Caddesi ve Taksim Meydanı tüm basın açıklamaları ve eylemlere kapatılmaya çalışılmıştı.
Tüm bu tezatlıklar ve baskılar daha net bir şekilde gösteriyor ki; AKP içinden geldiği gelenek ve ideolojik yapısı itibariyle demokrasiyi ilerletebilme yeteneğine sahip değil. Erbakan’ın “kanlı mı, kansız mı” izahatını hatırladığımızda siyasal İslam’ın demokrasiye yaklaşımının konjonktürel olduğunu görüyoruz. Siyasal koşullar gerektirdiğinde demokrasi şampiyonluğuna soyunuluyor, koşullar değiştiğinde demokrasi rafa kaldırılıyor.
AKP toplumun tasarrufunda bulunan kent meydanlarını kamuya kapatarak buraları neoliberal politikalar çerçevesinde tüketim merkezleri haline getirerek burjuvazinin hizmetine sunmaya çalışıyor. Kent hakkı bağlamında kentlerin, meydanların emek ve özgürlük mücadelesinin yeniden üretildiği alanlar olması önemlidir. Tahrir meydanı, Syntagma meydanı, Wallstreet, Amed Newroz alanı gibi Taksim Meydanı da sürmekte olan emek, barış ve özgürlük mücadelesinin tarihsel önemdeki mekânlarıdır.
AKP, sonradan paylaşım masasına oturan kapitalistlerin açgözlülüğünün bütün özelliklerini taşıyor. Bu açgözlülüğün son kurbanı da Taksim Meydanı olacaktır. İstanbul’un bir metrekare toprağı için her şeyi yapacak kadar gözünü para bürümüş olan burjuvazi tarih, mekan, kent, kent yurttaşlığı gibi kavramlara işine geldiği takdirde müracaat ediyor. “Tarihimize duyarlıyız, ecdadımıza bağlayız” numaralarıyla Topçu Kışlası yapılacağı ilan edilen Taksim Meydanı kentlilere kapatılarak, “turistik bir mekân” haline getirilmek isteniyor. Uluslararası hiyerarşide bir üst basamağa tırmanmak için sermaye ihraç etme yeteneğini gösterme olanağı olmayan Türkiye burjuvazisi, besbelli ki turist “ithal” ederek ekonomisine canlılık kazandırmak istiyor. Taksim Meydanı için planlanan budur. Hacı Hüsrev’den başlayarak Taksim çevresi adım adım “soylulaştırılmaktadır”. Mimarlar Odası’nın “soylulaştırmak” adını verdiği bu proje ile kentliler meydandan dışlanırken, alan kar kapısı haline getirilecektir.
Bu, AKP’nin Taksim ile ilgili uzun erimli planı olarak görünüyor ve bu plan bütünüyle uluslararası sermayeyle, onun postmodern kent ve mekân algısıyla örtüşüyor. İşbirlikçi bir parti olarak AKP’nin de bu yolun yolcusu olduğuna kuşku yok. İstanbul’un kalbinin, Taksim’in kentlilere kapatılmak istenmesine, bir turizm cenneti haline getirilerek uluslararası burjuvazinin müstakbel eğlence/fuhuş/kumar (olmaz olmaz demeyin, paranın dini imanı yoktur.) merkezi yapılmak istenmesi gerçeği karşımızda duruyor.
Gezi parkı direnişi de bir yönüyle uluslararası burjuvazinin cenneti haline getirilmek istenen bir meydana kentlilerin sahip çıkması talebinden başka bir şey değil. Bu itibarla da bu talep anti-emperyalisttir, emperyalizmin uzantısı AKP ile cepheden karşı karşıya gelmenin emsalsiz bir örneğidir.
Emperyalizme isyan
Türkiye’de Anti-Emperyalizm denilince akla gençlik gelir. 68 kuşağının emperyalizme karşı başlattığı isyan dalgası, yaratılan Dev-Genç örgütlenmesi ve Dev-Genç’in içinden çıkan ihtilalci sosyalizm anlayışıyla oluşan kazanımlar toplumun azımsanmayacak bir kesiminde benimsenmiş, açığa çıkmasa ve pratik niteliğe bürünmese de zihinlere işlemiştir. Türkiye’de gezen bu ‘heyula’nın -ne kadar parçalı ve dağınık olsa da- büyük bir toplumsal kuvvet barındırdığı görmezden gelinerek hareket edilemez.
Mahir Çayan genç yaşta ortaya attığı “Emperyalizm içsel bir olgudur” belirlemesiyle, politik pratik herhangi bir yönelimi, belirleyici bir temelin üzerine oturtma eğilimiyle yolumuza ışık tutmaya devam ediyor. Ona göre: (Gençlik) toplumun en az bozulmuş tabakasını oluşturur. Doğaldır ki bu nitelikleriyle gençlik emperyalizmin karşısında bağımsızlıktan yanadır.[3]
Yukarıdaki tanımlarla bağlantı kuracak olursak gençlik, kapitalizm karşısında büyük bir tehlike haline gelebilir ve toplumun en az bozulmuş tabakasını oluşturur. Gençlik henüz bir önceki kuşaklar gibi sistem tarafından bozulup, biçimlendirilerek, sistemin işleyişine en uygun hale getirilememiştir. Gençliğin dünyaya bakışı, bilime özgü bir bakışı anlatır. Her an sorgular, her an iplikleri pazara çıkarabilir.
Yaptığımız değinmeler, Gezi Parkı direnişinin proleter bir temel üzerinden yükseldiğini gölgelemesin. Çünkü üniversite gençliği potansiyel beyaz yakalı işçi, lise gençliği ise potansiyel beyaz yaka ve mavi yakalı işçidir. Bununla beraber gençlik, hareketin omurgasını oluşturan iki kuvvetten biridir. Gençler direnişteki konumlanışlarında talepler konusunda ortaklaşma veya bir netlik sağlayamamışlarsa da eleştirileri bütünüyle sisteme yöneliktir. Gençlik yıkıcılığını proletaryanın kurucu özellikleriyle birleştirmesini bilecektir. Post-Modern çarpıtmalar, içi boş bir ergenlik isyanı görüntüsü ve hareketin sınıfsal temelini gölgeleyecek yaklaşımlar iyi tahlil edilmelidir.
Genç, kısa bir tarihle yoğrulmuştur, yenilmemiştir ve denemekten başka şansı yoktur. Bu yüzden gençlik, devrimci sınıf ve tabakaları harekete geçiren bir dinamit fitilidir. (YY/HK)
[1] “Bireyi ‘olgunlaştırmanın’ amacı diz çökmesini, onurunu pazara çıkarmasını, kişiliğini, yüz ifadesini, mimiklerini yeniden düzenlemesini, dilini tutmasını, yürüyüşünü ayarlaması, gülmesini ve sırıtmasını dizginlemesini, sıklıkla avucunu yalamayı bilmesini öğretmektir.” Peter Bürückner: Zerstörung des Gehorsams 1983 s.21
[2] “...Eğitim ve “olgunlaştırma” disiplin, itaat-boyun eğme, sadakat vb. ile aynı anlamlara gelmekte ve temel sorun, “küçük vahşinin” (çocuğun) aile içinde, okulda, çalışma alanlarında, din ve diğer tüm devlet kurumlarında eğitilmesini (koşullandırılmasını), kişiliğinin denetim altına alınmasını içermektedir.” Serol Teber Politik - Psikoloji Notları s.76
[3] Mahir Çayan, Teorik Yazılar s. 196.