1968'de Fransa'da başlayan gençlik eylemleri çok kısa bir sürede bütün dünyada bir alev topu gibi yayılmıştı. Her ne kadar ülkelerin kendi iç gündemlerinden hareketle gelişen farklı taleplerle genişlese de bu çember, en temelde, farklı gençliklerin aynı zaman çizgisi üzerinde kesiştikleri ve aynı ruhu soludukları bir dönemdi o yıllar.
Certau, 1968'de Paris sokaklarına dökülen gençlerin onlarca farklı saik ve motivasyonla bağırmasına rağmen gökyüzüne yükselen o derin uğultunun melodik bir ritim de meydana getirdiğini söyler.
İşte şimdilerde yine dünyanın birçok sokaklarında yükselen o uğultu da, gittikçe güzel ve anlamlı bir melodiye dönüşüyor.
Aralık 2008 içinde Yunanistan'da 16 yaşındaki bir gencin polis kurşunuyla ölümünden sonra iki hafta boyunca Yunanistan'ı savaş alanına çeviren anarşist ve sol gençlerin isyanı ile birlikte, yeni kuşak gençler üzerine daha fazla düşünülmeye, daha fazla yazılmaya başlandı.
Genç bir kuşağın can havliyle ileriye atılıp ülkenin siyasal ve sosyal gündemini tarumar ettiği bu ruh halinin örneklerine ya da emarelerine aslında yakın zamanlarda şahit olmuştuk. Fransa'daki banliyö ayaklanmalarıyla gerçekleşen eylemlerden, İngiltere'deki üniversite öğrencilerinde ve İtalya'daki öğrenci radikalizmine kadar yakın tarihli bir dizi örnek geliyor insanın hemen aklına.
Marx ve Engels'in "Avrupa'nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor" dediğine benzer bir mevzu, ama bu sefer komünizmin hayaleti değil sosyal politikaların yokluğu ve neo-liberalizmin krizi nedeniyle sokaklara dökülen gençlerin hayaleti dolaşıyor Avrupa'nın üzerinde.
Bu eylemleri gençliğin zorunlu konformizmden çıkıp, toplumsal hayatta etkin bir aktör olmak adına anlamlı pratikler sergilemeye başladığının ilk örnekleri olarak okumak gerekiyor.
Her şeyin piyasa değerlerine indirgendiği ve sosyal politikalardaki çarpıklığın gittikçe yeni nesil gençler üzerinde etkilerini hissettirmeye başladığı bu dönemlerde gençler, etkin bir gençlik politikasının oluşumu için adeta 1968 kuşağına benzer bir hamleye girişmeye başladılar.
Özellikle 2000'li yılların başında Avrupa Birliği Gençlik programı ile başlayan süreçte gençlik çalışmaları ve gençlik politikalarıyla daha fazla ilgilenilmeye başlandı.
Bu süreçte gençlere yönelik açılan hibe programları, gençlerin toplumsal hayata katılımını destekleyen kurumsal kapasitelerin güçlendirilmesi, gençlik sivil alanının hızla genişlemesi gibi gelişmeler yaşandı. Bütün bu gelişmeler gençlerin gittikçe toplumsal hayatta daha fazla görünmelerini ve taleplerini daha yüksek sesle dillendirmelerini sağladı.
Gençler ne mi istiyor?
Bu soruya tek bir cevap vermek neredeyse imkânsız. Hatta bu soruya cevap verme girişimi her şeyden önce farklı gençlik hallerini görünmez kılan ve onları homojen bir kategoriymiş gibi varsayan bir yanılsama üretmeye mahkûmdur. Bu nedenle soruyu belki de son dönemlerde sesini daha fazla duyuran üniversite öğrencileri açısından cevaplamakla sınırlandırmak en mantıklı yol gibi görünüyor.
Cunta ürünü bir zihniyetin temelleri üzerine yükselen YÖK, üniversitede okuyan gençlerin ifade ve özgürlük alanlarını en fazla sınırlandıran kurumların başında geliyor. Özgür ve demokratik bir üniversitede kendileri üzerine düşünmek ve bir yaşam alanı olarak üniversite ile ilgili her türlü karar alma mekanizmasına dahil olmak isteyen gençler YÖK'ün baskıcı ve bürokratik yaptırımları nedeniyle maalesef dışlanıyorlar.
Sadece toplumsal gelişmelerle ilgili alanlarda değil, üniversite içindeki temel katılım kanalları ve öğrenci hakları ile ilgili en basit taleplerin dile getirilmesinde bile YÖK'ün nefes aldırmadığı hepimizin malumu.
Ayrıca üniversite harçları, yurtlardaki barınma sorunları, hareketlilik ve yaşam boyu öğrenme süreçlerini engelleyen uygulamalar da gençlerin güçlendirilmesi önündeki temel sorunlar olarak karşımızda duruyor.
Ayrıca son dönemde özellikle zorunlu askerliğe karşı hızla genişleyen vicdani ret ve anti-militarizm hareketlerinin ve cinsel yönelimler ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilgili çoğalan oluşumların öznesi de yine gençler. Yani sadece üniversite ve eğitim politikaları ile ilgili değil, kendilerini ilgilendiren tüm alanlarda gençlerin sesi gittikçe yükseliyor.
Yine nüfusunun çok büyük bir kısmı gençlerden oluşan ülkemizde gençlerin anayasadaki temsili ve gençlere yönelik bütüncül bir politikanın olmaması da gençleri harekete geçiren en önemli motivasyonların başında geliyor.
Anayasamızın 58. maddesi, gençleri kötü alışkanlıklardan koruma ve cumhuriyetin bekasını sağlamakla yükümlü bir kategori olarak tanımlıyor. Oysaki bugün gençler kendilerine yüklenmiş büyük misyonların altında ezilmek ve devletin bekası için araçsallaştırılan birer nesne değil, şimdinin etkin aktörleri ve toplumsal hayata katılımın birer öznesi olmayı talep ediyorlar.
Örneğin daha önceki dönemlerde yine gençlik sivil inisiyatiflerin yürüttükleri kampanyalar sonucunda 25'e indirilen seçilme yaşına rağmen gençlerin siyasete katılımlarının desteklenmemesi de diğer önemli sorun alanlarının başında geliyor.
Gençleri dışlayan bir diğer boyut da gençlerin katılımı ve yetkilendirilmesinin desteklenmediği, yetişkin egemen bakış açısının gençleri olgunlaşmamış, yıkıcı, potansiyel bir sorun kaynağı olarak görmesi. Nitekim gençler gün geçtikçe sistemin katılım araçlarından uzak durma, reddetme yani bir nevi oyuna katılmayarak onu boşa çıkarma stratejisine yöneliyorlar.
Sonuç olarak yaşadıkları ülkelerdeki yerel sorunların harekete geçirdiği gençler, adeta bir direniş sathına dönüştürdükleri sosyal medya araçları sayesinde küresel bir ortak dili de inşa ediyorlar şimdilerde. İktidarların üzerinde sosyal politikaların yokluğu ve neo-liberalizmin krizi nedeniyle sokaklara dökülen gençlerin hayaleti dolaşıyor.
Gençliğin, toplumsal tahakküm ilişkilerine ve yetişkin egemen hiyerarşiye duyduğu zorunlu konformizmden çıkıp, hemzemin temelli bir diyalog talebinde bulunduğu o tarihsel aralıktayız. Olması gerekeni örüyor ve yeni dili kuşanıyoruz.
O yüzden şimdiler, iktidarın ideolojik tipisine tutulmuş ve koca dalgalarının umudumuzda yarattığı o derin falezlerin pürtüklü yüzeyinde acıyan ruhumuzu teslim etmemenin zamanı.
İğreti bir balgam gibi üstümüze kusan iktidarın, şiddettin, militarizmin gölgesinde; bedeni iğdiş edilen, devlet şiddetiyle rahmine yabancı kılınan ve toplumsalın yüksek ahlak jargonuyla azarlanan o genç kadının yürek atışlarında bileniyor öfkemiz. Denenmiş bütün "ıslah etme" ve "suçlulaştırma" yöntemlerinizin bile dile getiremediği kadar büyük ve dinmeyen bir öfke bu.
Bu nedenle bütün iktidarlar ya hemzemin bir diyalog temelinde gençlerin toplumsal hayattaki tüm karar alma mekanizmalarına eşit katılımının sağlanacağı araçlar geliştirecek ya da gençler ergenlik şeytanlarını da peşlerine takıp sistemin yıllardır ürettiği konformizmden çıkarak, haklı taleplerini öfkeye dönüştürerek sistemin tüm meşru temellerini boşa çıkaracaklar. (AÇ/EÖ)
* Adnan Çelik, sosyolog