Erken bir ölüm için ne söylenebilir ki... Yılmaz Güney sinemasıyla tanıştıktan sonra dünya görüşüyle birlikte hayatı da değişmişti. Tarık Akan, daha çok Yılmaz Güney sinemasıyla bu ülkede ezilen, hor görülen ve yok sayılan yığınların sevdiği karakterlerden biri haline geldi. Genç kızların peşinden koşan ya da koştuğu “yakışıklı jön” olarak kalmaktansa, toplumcu, gerçekçi bir sinema oyuncusu olmaya yöneldi. Doğrusu bu yönelim, ona bambaşka bir sanatçı kimliği ve sorumluluk kazandırmıştı.
1982, Türkiye sinema tarihinde yepyeni bir sayfanın açıldığı yıl olmuştu. 12 Eylül faşizmi, ülkede bugün olduğu gibi baskı ve sansür uygulamalarıyla terör estiriyordu. Yılmaz Güney'in firarıyla birlikte Cannes Film Festivali’ne uzanan başarılı sinema yolculuğuna tanıklık etmenin heyecanı, sözcüklerle de ifade edilemeyecek kadar büyük ve derindi.
'Yol', Cannes Film Festivali’nin Altın Palmiye ödülünü, Costa Gavras'ın 'Kayıp' filmiyle paylaşmıştı. Yılmaz Güney, filmin senaryosunu yattığı ve daha sonra firar ettiği Isparta Yarı Açık Cezaevi’nde yazmıştı. Şerif Gören’in yönetmenliğinde tamamlanan Yol filmine ait negatifler, gizlice yurtdışına kaçırılmış ve orada tamamlanmıştı. Faşist cunta dönemini en iyi anlatan filmlerden biri olmasının yanı sıra, filme konu olan trajik hayat hikâyelerini canlandıran oyunculardan biri Tarık Akan'dı. 'Sürü'den sonra Yol filminde gösterdiği olağanüstü oyunculuk başarısı, onu dünyada tanınan bir aktör haline getirdi.
Yılmaz Güney demişti ki...
Altın Palmiye ödülüne layık görülen Yol, Türkiye’de Kürt coğrafyasında yaşanan trajik olayları, en çarpıcı biçimiyle beyazperdeye aktarıyordu. Avrupa'nın birçok ülkesinde insanlar, bu tarihi başarıyı kutlamak ve Yılmaz Güney’le kucaklaşmak için Cannes’a akmıştı. Ben de bu tarihi sevinci yaşayanlardan biriydim.
Salonda Yılmaz Güney’i ayakta dakikalarca alkışlayarak karşılamıştık. Yılmaz Güney, salonu tıka basa dolduran insanları sevinç gözyaşları içinde karşılamış ve belki de hayatının en heyecanlı konuşmasını yapmıştı. Konuşmasının ardından gazetecilerin ve katılımcıların sorularını büyük bir içtenlikle yanıtlamıştı. Bu sorulardan biri, filmdeki başarılı oyunculuğuyla dikkati çeken Tarık Akan'la ilgiliydi. Yılmaz Güney'in yanıtı da "Tarık'a sinemada yepyeni bir pencere açtık, buna layık olmasını çok isterim şahsen" olmuştu.
Tarık Akan’ın sinema hayatı Yılmaz Güney’den sonra değişti. 70’li yılların “yakışıklı jönü” gibi kısır bir tanımdan ziyade, Yılmaz Güney sinemasındaki oyunculuk başarısıyla anılır oldu. Kendi olmaya ve kendi gibi yaşamaya çalıştı uzun yıllar.
Sinemanın toplumsal muhtevasında hakkıyla ve gönlüyle rol aldı. Sanatın toplumsal gerçeklikten koparılmak istendiği dönemlerde, güce aldırış etmedi ve yüksek sesle halkın dertlerini duyurdu.
Tıpkı filmlerindeki gibi, rolünü yaşamın içinde -öyle ya da böyle- muhalif kimliğinden yine taviz vermeyerek oynadı. Kendisinin özellikle son dönemde siyaseten aldığı pozisyonlar yer yer eleştirilse de, Tarık Akan'ı, yılların emeği ve etkisini heba etmeyen bir yerden anmak ve anlamak gerekiyor. Mevcut iktidara muhalefeti de büyük haksızlıklar yaşamasının vesilesi oldu.
Erken gidişine çok üzüldüm. Mekânı cennet olsun. (FT/YY)