Tuğba Özay cezavine gireli 5 buçuk ay olmuş, çıkınca öğrendik... İlk tutuklandığı günlerde medyada cezaevi avlusunda voleybol oynadığı, kadın mahkumlarla çok iyi anlaştığı haberleri çıkıyordu. Sonra zamanla unutuldu... Kendi kendine, "medyasız", oradaki yaşamına devam etti.
Tuğba Özay için tahliye olur olmaz yine "medyalı" bir hayat başladı... Her gün ya bir televizyon kanalında ya bir gazetede... Zengin bir haber, söyleşi nesnesi oldu tekrar... O da hayata yeniden başlayacağı bir zemin oluşturmak için, kendisine olan ilginin kaynağını bilerek katılıyor programlara...
Hürriyet'in eki Kelebek'te Demirhan Hararlı'ya verdiği söyleşide "Ne kadar acı çektiysem bir o kadar da güçlendim. Herşeyden önce bana 'ben'i kazandırdı" diyor. Bir cezaevi deneyiminden sonra duymayı en çok bekleyeceğimiz cümlelerden biri; "Güçlendim, kendimi tanıdım"...
Tuğba Özay'ın bir genç kadın ve model olarak yaşamına kaldığı yerden, üstelik kamuoyu vicdanında kendini aklayarak devam etme kaygısıyla, medyanın bu hikayeyi "sineğin yağını çıkarırcasına" sömürme merakı koşut olarak ilerleyen süreçler haline gelmiş görünüyor.
Üç adım hücrede Türk bayraklı ofis...
Hararlı "Konuşurken uzaklara dalıyorsunuz" diyor bir ara, alabileceği en kanırtıcı ve iç burkacak yanıtlar için... Özay ise "yıkılmadım, ayaktayım" şiarını yinelemekten vazçeçmeyip cezaevinde "Türklük", "annelik" ve disiplin gibi ortak takdir alanlarına yakınlaşmış olduğunu vurgulayıp duruyor...
Cezaevinde bir ofisi olduğunu anlatıyor. Avluda üç adımlık hücre gibi bir yer varmış ve orası onun ofisiymiş. Bir masa, arkasına, kendi deyişiyle "Atatürk'ten alıntı bir takım sözler" yazmış, bir de Türk bayrağı asmış ofisin girişine... Ve bir de hapishanede iki çocuk varmış, onları çok sevmiş, anne olmak istiyor.
Özay'ı kamuoyu vicdanı ancak "annelik", "Türklük" imgeleri eşliğinde bağrına basacak, bu apaçık ortada.
Kısa ya da uzun farketmez, eğer bir cezaevi deneyiminin zorlayıcı bir içeriği olduğunu kabul edersek, henüz kendine gelme aşamasında bu genç kadının kendini "milli değerlere yakınlık", "annelik" gibi sosyal ara yüzlerle topluma , "bize" beğendirmeye çalışması sizce de çok yorucu olmuyor mudur?
Etiyopyalı bebek, annelik...
Etiyopyalı Angel bebekten sözediyor Özay. Bir yaşına girmemiş henüz.... Bir gün Angel'i gösğüne koyduğunu, bebeğin göğsünü tutup, oracıkta uyuya kaldığını anlatıyor, annelik özleminden dem vuruyor, bütün "normallik" kodlarını sıralayıp dökmek zorunda kalıyor besbelli...
Rulet operasyonu kapsamında cezaevine giren Tuğba Özay için, kendi tabiriyle "içeri girip çıktıktan" sonra bir kendini aklama koşusu başlamış görünüyor... Ceza bitse de, suçluluk duygusu bitmemiş sanki.
Bir genç kadın modele "yakıştırdıklarımızın", "yakıştırmadıklarımızın", ondan sonsuza kadar magazin programlarında bir "imge" olarak kalmasını talep eden "biz"in bunda az da olsa payı var mıdır acaba? Model kadınların güzellik ve zerafet dışında bir hakikatleri olmasına katlanabiliyor muyuz? (NZ/GG)