*Görsel betimleme: Çizimde bir bankta yan yana oturan genç bir adam ve yaşlı bir kadın arkadan görülüyor. Adam, karışık saçlı ve açık renk bir ceket giymiş. Kadın ise saçları topuz yapılmış ve açık renk bir hırka giymiş. Kadın, adamın yanında otururken elinde bir su şişesi tutarak ona uzatıyor. Arka planda, kubbeli bir yapı bulanık olarak görülüyor.
Genç bir adam habire küfür ediyordu. Neden bunca küfür ediyor diye, merak eden olsa da; yaklaşıp nedenini sormaya kimse cesaret edemiyordu. Onu duyan kadınlarsa üç adım birden uzaklaşıyordu.
Analarını düşünüyorlardı.
Kendilerini düşünüyorlardı.
Alınıyor ve inciniyorlardı.
Her an kusacaklarmış gibi karınlarını tutarak uzaklaşıyorlardı.
Fakat, o genç adamı bir eğlence gibi gören bir kaç orta yaşlı adam yaklaştı. Bir ağacın gölgesinde onu izlemeye koyuldular. Bir yandan kendi aralarında konuşuyor, sigaralarını dumanlıyor; bir yandan da, komedi izler gibi gülüyorlardı.
Onlardan biri, genç adama yaklaştı. Merak mı ediyordu, haz mı duyuyordu, belli değildi!
Suratına, mimiklerine bakılacak olursa; sanki onun anası, ana değil de taştı. Sanki göğüs kafesinde kalp namına bir şey ekziste etmiyormuş gibi bakıyordu küfür eden genç adama. Ve eşliğindekilerin de bir karış açıktı ağızları. Gözleri de fır dönüyordu yuvasında.
Öyle bi gülüyorlardı ki, kıvranmadan edemiyorlardı ve neredeyse takla atıyorlardı bu eğlenceden. Gelen geçeni de bu eğlenceye davet edercesine gülüyorlardı.
Oysa, banka oturan genç küfürbaz adamın umurunda değildi dünya. İçindeki tüm ilkellikleri, yabanilikleri su yüzüne çıkmıştı. Yitik bir utanç içinde varlığını sürdürüyordu. Elini kolunu havaya kaldırarak küfürler savuruyordu habire. Ağzından köpükler düşüyordu. Oysa henüz çok genç bir adamdı. Sakalı kirliydi. Genç olmasına karşın, uzun ve dağınık kumral saçlarında aklar vardı. Bir deri, bir kemik bedeni ve alev almış yüzüyle istikrarsızca söyleniyordu. Hedef kimdi, anlaşılmıyordu! Bilinen, duyulan sadece, birilerinin iktidarı, birilerinin gelmişi, geçmişi, sülalesi ve anasıydı. Ve belli ki, genç adam farkında değildi sesinin tonundan. Etrafına toplananların varlığından bihaberdi.
İkindi vaktiydi, Hava nemli ve sıcaktı. Ezan sesi yükseliyordu etraftan. Şehrin hareketliliği aynı tempoda devam ediyordu. Aslında genç adam takatsiz görünüyordu. Belki de açtı. İki büklüm çöktüğü bankta, apokaliptik dünyasıyla kaynaşmış, kah bağırıyor, kah susuyordu.
Sanki çok hoşgörülü anasıyla hararetli bir sohbete girmişti genç adam. "Ya ana; seni öyle çok seviyorum ki, senden böyle sık sık söz etmeden edemiyor", der gibiydi.
Ve sanki anası da yanı başında, "he, benim güzel evladım! Allah razı olsun senden! Her gün beni defalarca hatırlıyorsun ya böyle... Ah, evlat, ne diyeyim ki? Berhudar olasın, oğul. Sütüm sana helal olsun, oğul. Sütüm zaten biliyor ne olacağını!" diyordu sanki.
Bir süre sonra, yaşlı bir kadın yaklaştı genç adamın yanına. Tavırları ve aurasına bakılırsa, korku nedir bilmiyordu. Kendine güvenle ve usulca yaklaştı ona. Oturdu banka. Sanki bu genç adamı iyi tanıyordu. Ne yaptığını bilen bir edayla kolundaki torbayı sıyırdı ve bankın üstüne bıraktı usulca. İçinden bir su şişesi çıkardı. Etraftakilere, eliyle "uzaklaşın!", der gibi el salladı. Onla da yaşlı kadının dediğini yaptılar. Şaşkınlık içinde ağır ağır geri adım attılar, ama bütünüyle gitmediler.
Küfür eden genç adamın sesi, şimdi bir nebze kısılmıştı. Hala utanç duygusu taşıyor olmalıydı. Eli kolu da havada oynamıyordu az önceki gibi. Yaşlı kadın su şişesinin kapağını çıkardı. Şişeyi genç adama uzattı:
- Buyrun! İç bu suyu, evlat. Bu sıcak havada susuz kalınmaz, dedi umarsız bir tavırla.
Adam yaşlı kadından yana bakmadı. Eliyle ağzınının etrafına yapışan salyaları, köpükleri silmeye koyuldu. Birden kadından yana döndü. Onun elindeki şişeyi alıp kafaya dikti. Suyu yutarken lık lık sesler duyuluyordu. Bir kerede boşalan şişeyi fırlattı. Şişe yuvarlanıp ilerdeki ağacın kökünde durdu. Kadın gözleriyle takip etti pet şişeyi. Geçenler tuhaf bir endişeyle baktılar onlardan yana.
İçini çekti yaşlı kadın.
Susmayı tercih etmişti.
Pişman mı olmuştu acaba?
Genç adam, oturduğu yerde doğruldu. Sırtını bankın sırtına dayadı. Derin bir ah çekti. Başını salladı sağa sola. Yaşla dolu gözleriyle yaşlı kadına döndü sonra. "Sağol teyzem! dedi. Onunla göz göze gelmeden devam etti:
- Teyzem... Keşkem sen başımızda olaydın. Böyle su vereydin bana. Ekmek vereydin. Vallahi teyzem, senin gibiler olsa... böyle benim gibi... fakir fukara kalmazdı bu memlekette...
Biliyor musun, teyzem; benim de, anamın da bütün bedduaları bu o. çocuğuna teyzem. Üffff! Çok affedersin, teyzem! Ağzımı böyle o o... çocuğu bozdu. Affedersin teyzem. Ben böyle değildim. Beni böyle o yaptı, teyzem, o. He... O etti ne ettiyse! (Bir duruşma salonunda kendisine ilk kez konuşma hakkı verilmiş gibi devam etti.)
Görüyor musun halimi? Ben böyle bi adam değildim, teyzem? Düşecek adam değildim... Etti içine insanlığımın. Gururumun içine atti. Tam üç senedir, teyzem... Tam üç senedir bir iş gelmez oldu elimden. Offf! Boş ver be teyzem! Yoruldum. Yorgunum... Ben... hayat yorgunuyum. İşe yaramaz adamın biriyim ben. Ben... iki üniversite bitirmiş adama benziyor muyum, teyzem, he? Biliyor musun, teyzem, ne köyüme gidebilecek yüze sahibim, ne de... Bu yaşa geldim... bi yuvam da yok be teyzem. Bi yuva, bi iş... Çok mu şey talep ediyorum? Ahhh! Gelen geçen bana gülüyor, be teyzem. Görüyorsun işte...
Yaşlı kadın sözünü kesmeden dinledi genç adamı. İçini çekti bir kaç kere. Adam sözünü bitirince, biraz daha sokuldu yanına:
- Ne dediğini anlıyorum, evladım. Ama... Kendini böyle harab etmen ne işe yarar, ne geçer eline?
Sustu yaşlı kadın. Düşündü. Tekrar genç adama döndü:
- Bu civardan değilsin zannedersem...
Yaşlı kadın, yaslı bir insan gibi başını ellerini arasına alan genç adamdan cevap bekledi. Israr da etmedi. Sustu.
Ama az sonra genç adam doğruldu:
- Buralı değilim, teyzem. Buralı olmamı kabul etmediler ki hiç, dedi ve sustu yine.
Genç adamın gözleri uzağa, bir boşluğa bakıyordu şimdi. Gelen geçen umrunda değildi. Yaşlı kadın sesli bir iç çekti yeniden:
- Bak evladım. Terziden geliyorum. Köpeğim, kedim evde... Gitmem lazım. Şu ilerde oturuyorum. Küçük bir bahçem var. Bak ne diycem: yardıma ihtiyacım var. Eee dilersen tabii... Bana uzun zamandır biraz yardım lazım. (Sustu ve genç adamın yüz mimiklerini inceledi.) Evim büyüktür. Yerim de var. Arzu edersen... Sana kalacak bir oda veririm. Karşılığında, bana destek olursun. Bak evladım! Benim evlatlarım da çok uzaklarda. Gurbetin ne demek olduğunu iyi bilirim. Evet... Hayat hikayemi de duymalısın, seninkinden daha dramatik (kıs kıs güldü!).
Bana inanmanı, güvenmeni isterim! Hı, ne dersin? Çalışmaya isteğin var mı? Bana evlat olmak ister misin, dedi ve elini genç adama uzattı gülümseyerek.
Genç adam şaşkınlığını gizleyemedi. Kadına döndü. Gözlerindeki karartı ansızın yok oldu. Sanki yüzündeki çizgiler de kayboldu. Yüzünün rengi değişti. Heyecandan parmaklarını sıkıyordu. Kadının nur yüzünden alamadı gözlerini. Kıpır kıpırdı bedeni:
- Teyzem, sen benle dalga geçmiyorsun, değil mi, diyebildi.
Genç adam itinayla bir cümle kurmuştu.
Sanki, sanki yeni ayılır gibiydi.
Yeni bir ufuk izler gibiydi.
Dipdiri olmuştu dağarcığı.
Hatta bir an kendini, üniversitesinin o yemyeşil, o pitoresk bahçesinde gezinir hissetti.
Yaşlı kadın gülümsedi. Elini tuttu genç adamın:
- Evladım, dalga niye geçeyim? Benim öyle bir halim var mı? Sen gariban, ben gariban, bunda ne var? Varsın insanlar şaşsın, dünya tersine dönsün! Eee, ne yapalım? Ölelim mi şuracıkta? Bak yavrum! İşte buradayız ve yaşıyoruz. Madem yaşıyoruz, birbirimize destek olacağız elbet. istersen tabii. İstersen, bu yaşımda bana büyük bir hediye olursun Allah’tan.
Genç adam, ayağa kalktı. Elleriyle yırtık rengi soluk gömleğinin düğmelerini bulup iliklemeye çalıştı. Kir ve leke içindeki pantolonlarını silkeledi. Ayaklarına gitti gözleri. Yüz ifadesi değişti. Yine banka çöktü. Başı önde, eliyle ayaklarını göstererek:
- Teyzem! Ben bu halde… Bilmem ki, yük olmak istemem... Benim iki üniversite bitirmiş olduğuma inanmıyorsun, değil mi? Yine eğdi başını yere. "Ahh!" dedi.
Yaşlı kadın, genç adamın gözlerinin yeniden buğulandığını görmüştü. Az önceki ışıltı yeniden kaybolmuştu. Biraz daha sokuldu genç adama. İki eliyle tuttu genç adamın esmer elini:
- Bak yavrum; benim evlatlarım da, yıllar önce, aynı nedenden kaçtılar buralardan, anlıyor musun? Neyse... Sen her şeyi bana bırak! Bana güvenmeni isterim. Göreceksin, pişman olmayacaksın! Hadi evladım, gel şimdi benimle, dedi.
Ve kalktı banktan. Genç adam da kalktı. Güven duygusuyla yaklaştı kadına. Gözlerini kadının nur yüzünden ayırmadan onun kolunu koluna geçirdi. Elindeki torbasını da aldı. Yaşlı kadın genç adamın yarı boyu kadardı. O tombul, genç adam da kürdan gibi sıskaydı.
Hiç konuşmadan yavaş yavaş yürümeye başladılar meydanda. Güvercinler oynaşıyor, insanlar gülüşüyor, çocuklar birbirini kovalıyor, bağırıyor, az ilerdeki seyyar satıcıların sesleri birbirine karışıyordu.
Onları pür dikkat ve şaşkınlıkla izleyen ağzı açık erkek topluluğundan çıt çıkmıyordu. Sanki dudakları da birleşmişti.
Sanki gülmelerine neden kalmamıştı.
Sanki düşünmelerine vesile olmuştu bu gördükleri.
Ve sanki, konuşacakları konunun teması da bambaşka olacaktı bundan böyle.
(HK/HA)