Gelin Zagrebli Tea, damat Ferizovikli Mirsad…
Tea açık tenli sarışın, siyah saçlı Mirsad epeyce esmer…
Tea’nın “muntazam” bir işi var, Mirsad arada sırada çıkan fırsatlar çerçevesinde davul çalıyor…
Tea Orta Avrupa sayılan, AB’ye üye Hırvatistan’da doğmuş, Mirsad ise Balkanların göbeğinde, diplomatik durumu ihtilaflı Kosova’da…
Bunun gibi farklılıklar bir zamanlar geniş bir coğrafyadaki halkların beraberce yaşadığı eski Yugoslavya bağlamında belki problem olmazdı, fakat çiftin yakınları en başta olmak üzere Tea ile Mirsad’ın izdivacına sıcak bakmayanlar muhafazakârlığın ve ırkçılığın aynası haline geliyorlar.
Ne de olsa Tea intibak etmeyi asla düşünmediği geleneksel ataerkil düzene göre fazlasıyla “yetersiz” bir gelin sayılabiliyor, Roman olması bir yana düzenli çalışmayan Mirsad da AB vatandaşlığı peşindeki fırsatçı damat muamelesi görebiliyor.
Prizren’de bu sene 22. kez düzenlenen DokuFest’te dünya prömiyeri gerçekleşen Snajka: Diary of expectations (Snajka: Dnevnik očekivanja) adlı belgesel tanıştıktan altı ay sonra coşkuyla evlenen Tea ile Mirsad’ın evliliğini 10 yıllık bir süreçte masaya yatırıp teferruatlı bir analiz sunuyor. Ne de olsa filmin iki başrolünden biri ve yönetmeni Tea Vidović Dalipi sosyolog, ayrıca göçmenlik ve kültürel kimlik mevzularında araştırmacı olduğu için meseleye fazlasıyla bilimsel yaklaşıp argümanlarını tek tek sıralamayı başarıyor.
Kocasının muhafazakâr sayılabilecek memleketinde imamın elini sıkmaya teşebbüs etmesi garipsenirken kendisi yoluna bildiği gibi devam ediyor, eşiyle yatak muhabbetlerini uzun uzadıya bizimle paylaşmakta mahzur görmüyor, giyinip soyunurken çıplaklığını saklama ihtiyacı duymuyor.
Kültür çatışması mı?
Filmin başında, Mirsad’ın ailesi AB vizesi alamadığı için Zagreb’deki gürültülü düğüne katılamamaktan muzdarip. Tea’nın annesi ise “esmer” damadına sarılıp öpemeyecek kadar mesafeli!
Esas cümbüş Tea ile Mirsad Kosova’yı ziyaret edince başlıyor: El öpmeyi bilmeyen, geleneksel kıyafetleri neden giymesi gerektiğini sorgulayan, gül suyu içmek istemeyen, doğru dürüst yemek pişiremeyen Tea kesinlikle farklı bir gelindir.
Zaten atarerkil geleneklere göre çiftin erkeğin değil de kadının memleketinde yaşıyor olması fazlasıyla acayip bir durum arz etmektedir. Oysa örf ve âdetlere göre kadından daima anlayışlı olması, hoşgörülü davranması, uyum göstermesi beklenmektedir.
Mirsad ise memleketini çoktan terk etmiş, gelenekleri de hiç bir zaman ciddiye almamış serbest ruhlu bir müzisyendir. Ebeveynlerin evliklerine karışmalarının abesle iştigalden başka bir şey olmadığı hususunda ikisi de hemfikirdir; kaynana ve kayınpederlerin beklentilerini evlatlarının izdivacına yansıtmaları çok saçmadır.
Ne var ki Zagreb’e geri döndüklerinde tek maaşla yuvalarını geçindiremedikleri için Tea’nın aile evine taşınmaları evliliklerinin çetin bir imtihanı daha anlamına gelir.
Her ne kadar işlerin sarpa saracağı izlenimine sık sık kapılsak da, başrol oyuncuları biraz da kameranın varlığıyla tetiklenen mizah ve ironin güdümünde yollarında emin adımlarla ilerliyor ve Tea’nın sağlık problemlerine rağmen sevimli kahramanlarımız eninde sonunda çocuk sahibi bile oluyor.
Azınlık sendromu
Ritm açısından gayet isabetli montajı, eğlenceli anekdotları, birbirinden değerli argümanlarıyla belgesel şurup gibi akarken kız evlat Frida’nın ortaya çıkmasıyla ortalık iyice şenleniyor. Küçük Frida’nın esmerliği Mirsad’ın deyimiyle aileye ikinci bir “siyah”ın katılması manasına geliyor.
Neyse ki bu arada Tea’nın tüm aile fertleri de Mirsad’ı bağırlarına basmış oluyor; Kosova’daki aileyi tekrar ziyarete gittiklerinde şaşaalı bir akraba düğününde şık şıkıdım giyinmiş Tea ve Mirsad’ın anons edilip sahnede dans etmeleriyle Roman toplumundaki yerleri de sağlamlaştırılmış sayılıyor.
Önyargı ve klişelerden itinayla uzak büyütülmekte olan küçük Frida’nın ise istikbalde devrimci olması işten bile değil!
Filmin başlarında sokakta yürürken tanımadığı bazı heriflerin Mirsad’a “Çingene… çingene… çingene!” diye bağırması kahramanımızın tabii ki sinirini bozmuş ve bu sevimsiz anekdotu Tea’yla paylaşması aralarında gerginliğe bile sebep olmuştu. Tea bir sosyolog edasıyla öfkelenmemesi gerektiğini “kocacığına” söylemiş, Mirsad böylelerine öfkelenmemeyi, zor olmasına rağmen yıllar önce öğrendiğini ifade etmişti.
Ne var ki filmin sonlarında Frida’yı memleketi Zagreb’in sokaklarında gezdirirken, kızının esmerliğinden yola çıkarak tanımadığı bir kadının “Sen sarışınsın, o esmer… nereden çaldın sen bu çocuğu?” deme hakkını kendinde görmesi Tea’yı derinden sarsıp öfkelendiriyor ve o zamana kadar aşırı tepkisel bulduğu Mirsad’a nihayet hak veriyor.
Akademik donanımına rağmen Tea’nın baştaki tavrı, Türkiye’de de kendini çoğunluktan sayanların, azınlıkların ruh halinden asla anlama ihtimalleri olmamasına rağmen onların namına konuşma hakkını oldum olası kendilerinde görmelerini anımsatmıyor mu? (MT/AS)