Mardin'in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde 44 (+3) kişinin yaşamını yitirdiği saldırı mayıs ayının ilk haftasına damgasını vurdu. Medya soruna geniş yer ayırdı. Fakat konunun ele alınış tarzı, öldürme eylemi sınırları içine sıkışmış toplumsal nefreti organize etmekle birlikte zihinlerde tam bir karmaşa yarattı. İlk anda nefret düzeyinde ortaya çıkan netlik, yeni bilgiler ve yapılan yorumlar karşısında yerini kafa karışıklığına bıraktı. Evet, yine toplum nefret konusunda hemfikir, ama artık olay insanların kafasında tek düzeyli bir sorun olmaktan çıktı. Bu nedenle saldırıyla görünür hale gelen sorunların nefret üzerinden değerlendirilmesi hiç kimseyi tatmin etmeyecektir.
Buna karşın olayın toplumun hafızasında sağlıklı biçimde kayıtlanacağına dair umutlu olmak da son derece zor. Çünkü genel toplumsal hafızanın oluşumuna dair ciddi sorunlar bulunmaktadır. Olayların içeriğine yönelik yürütülebilecek tartışmalar bir yana, her şeyden önce bilginin üretimi ve hafızaya taşınması demokratik olmayan yollarla gerçekleşmektedir. Devlet aygıtı veya hükümet düzeyine indirgemeden ifade edecek olursak, toplumsal hafızayı oluşturmuş ve oluşturmaya devam eden asli mekanizma iktidardır. Dolayısıyla, tekil gibi görünen bir olay bile çok daha bütünsel (ve katmanlı) bir zeminde ele alınıp değerlendirilmedikçe sorunlu toplumsal hafızanın sorunlu parçası haline gelecektir. Aslında bu olay sorun haline geldi bile: Çünkü, saldırıya yol açtığı düşünülen gerekçeler tek tek sayılmakla birlikte, bunlar, bütünsellik içeren açıklayıcı bir çerçevenin kurulması üzerinden toplumsal hafızaya dahil edilememiştir. Bu nedenle her parça genel ideolojik yapıyı besleyen bir işleve sahiptir.
Modernleşmeci ideoloji üzerinden açıklamaya çalışmak
Toplumsal hafızanın oluşumunda modernleşme süreci merkezi bir yer tutmaktadır. Modernleşmeden yana olanlar ile muhalifleri şeklinde toplumsal karşılığını bulan iktidar, bireyleri (ve kurumları) karşıtlık üzerinden konumlandırmakla birlikte gerçekte bir bütünün parçası haline getirmektedir. Kişileri ve kurumları salt kendi tarihlerine indirgeyen ideolojik yaklaşımlar ortaya -açıkça dile getirilmese bile- özü değişmediği varsayılan yapılar çıkartmaktadır. Bu durağanlık yüklemesi kişiler ve kurumlar arasındaki ilişkilerin de bir tür durağanlık üzerinden algılanmasına yol açarken, modernleşme sürecinde oluşmaya başlayan toplumsal hafıza yeniden üretilmeye devam etmektedir.
Kendi algısını (ve algılama süreçlerini) nesneleştirmekten uzak toplumun büyük bir çoğunluğu ise, içselleştirdiği kodlar üzerinden olayları değerlendirmekte ve tutum takınmaktadır. Olayın güncelliğini yitirmeye başlaması ile de, çıkış zemini tarafından belirlenen algıya dayanarak yapılan değerlendirmeler, tüm farklı görünümlerine rağmen algının özüne uygun biçimde tortulaşarak bireysel hafızanın egemen ideolojiye uygun biçimde yeniden üretim sürecini beslemektedir. Mardin'de yaşanan katliam üzerine yapılan değerlendirmelerin önemli bir bölümünde töre, gelenekler, inanç öne çıkan açıklama dayanaklarıydı. Bir kısım insan bu etkenlerin asli belirleyiciler arasında yer aldığını dile getirirken bir kısmı da saldırının törelere, geleneklere, dini inançlara uygun olmadığını göstermeye çalıştı.
Açıklamada bulunanların, değerlendirme yapanların her birini tek tek takip etmek ve düşünsel çerçevelerini bütünsel olarak görmek mümkün olmadığından, bireysellikle sınırlandırmadan, ortaya çıkan bir kısım genel sorunun altını çizmek gerekir. Oluşan bu güncel zemin iktidar alanında ve toplumsal hafıza üzerinde sonuçlar doğur(acaktır)maktadır.
Saldırının töre, gelenekler, inançlar üzerinden açıklanabileceğini düşünen insanlar, tam da modernleşmeci ideolojinin ekonomik ve kültürel geri kalmışlık üzerinden değerlendirme yapmayı olanaklı kılan zemini üzerinde kalarak konuyu kavramaktadır. Dolayısıyla içselleştirilen genel ideolojiye uygunluk gösteren açıklama ve kavrayışlar nedeniyle bu saldırı, olayın eskimeye başlamasıyla birlikte, diğer boyutlardan arınarak modern yaşama aykırı dünyanın vahşeti olarak hafızalardaki yerini alacaktır. Geleneklerin, törenin, dinsel inancın haksız biçimde eleştirildiği iddiaları da, iktidarın modernleşme üzerinden konumlandırdığı öznelerden öteki ile özdeşleştirilerek anlamlandırılacaktır.
Sözkonusu bu etkenlerin saldırının olumsuzluğundan arındırılarak ele alınması, tam da iktidarın kapsadığı öteki ile ilişkilendirileceğinden, iktidar ilişkileri üzerindeki sonuçlarından bağımsız düşünülemez. Konunun bir sonraki aşamasına geçmeden saldırı ele alınırken değinilen bir başka etken, koruculuk üzerinde kısaca da olsa durmak gerekir.
Koruculuk sistemi
Yaşanan katliamın ardından saldırının faillerinin de mağdurlarının da korucu (ve ailesi) olduğunun ortaya çıkması toplumun ezberlerini bozdu. Koruculuk sistemi üzerine ilk defa bu yaygınlıkta eleştirel bir dille konuşuldu. Daha da önemlisi, Kürt sorunu bu saldırı vesilesiyle, resmi ideolojiye içsel "öteki" (bölücülük, bölücüler) dolayımıyla konuşulmasının yıllar içinde çizdiği sınırların dışına -kısmen de olsa- çıkılarak ele alındı (Gerçi resmi açıklayıcı çerçeveyi kullananlar için yine sorunun yaratıcısı öteki'dir. Eğer "onlar" olmasaydı koruculuk sistemi de olmayacaktı, türünden açıklamalarla mevziler bir geri noktada tahkim edilmeye çalışılmaktadır).
Koruculuk sistemi kırsal yaşamda, bölgedeki asli devlet kurumları dışında, modern olanı temsil etme iddiasındaki iktidarla en ciddi ilişkiyi sürdüren yapılanmadır. Korucuların iç ilişkileri, bireysel yaşamları, zihinsel dünyaları modernden daha çok geleneksele yakın olmakla birlikte, koruculuk, işlevsellik üzerinden eklemlendiği yapının karakteri gereği, modern devlet aygıtının uzantısıdır (Bu işleyiş korucuların sistemin kontrol alanında konumlanmasını sağlamaktadır). Yani eksik modernlik tespiti üzerinde anlamlandırılabilecek bir sistemdir koruculuk. Toplumun büyük bir kesimi tek tek korucular üzerine konuşurken, onları modern yaşamın dışında görecektir.
Fakat buna karşın, toplumsal yapıyı yukarıdan aşağıya doğru devlet merkezli bir hiyerarşi içinde kavrayan bakışı içselleştiren insanlar korucuları olmasa bile koruculuğu, sistemin -aynı zamanda modern dünyanın- parçası olarak algılamaktadır. Zihni dünyanın bu şekilde kurulması koruculuğun modern ve geleneksel arasında sıkışmış bir yapı gibi algılanmasına yol açmaktadır. Koruculuk sistemi üzerine yürütülen tartışmaların sağlıklı bir sonuca ulaşabilmesi için zihinlerdeki bu ikircikli konumun aşılması gerekmektedir.
Çünkü tek başına koruculuk sisteminin sürdürülmesi veya sonlandırılması yönünde alınacak karar bazı sonuçlar doğuracak olmasına karşın, düşünsel alandaki tahribatı gideremeye yetmeyecektir. Koruculuğun iktidar tarafından "ötekileştirilerek" sonlandırılması toplumsal kültürün demokratikleştirilebilmesi için yeterli katkıyı sağlamayacaktır. Geleneksel dünya tarafından dejenere edildiği için koruculuğun kaldırılması gerektiğini söylemek, mevcut kültürün yeniden üretimini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Koruculuğun -değişime uğratılsa bile- sürdürülmesi ise, mevcut durumun devamı anlamına geleceğinden üzerine çok fazla laf etmeye gerek yok.
Ötekileştiren algıyı aşmak
Mardin'deki saldırıdan yola çıkarak yapılan açıklamaların bir sonuca bağlanabilmesi, ancak parçalı açıklamaların yerine bütünsel bir çerçevenin kurulması ile sağlanabilir. Bu bütünselliğin oluşturulabilmesi için sistemin kendini yeniden üretirken kullandığı "öteki" üzerinden oluşan ve toplumsallaşan dıştalayıcı algının aşılması ve tarihsel sürekliliklerin, ilişkilerin hergün yeniden kurulması gerekmektedir.
Oluş süreci devam eden sistem zihinsel dünyanın aksine somut düzeyde ilişkileri -"ötekileştirilenler" dahil- sürekli yeniden tanımlamaktadır. Pratikteki devinime rağmen zihinsel dünyadaki durağanlık, egemen güçler tarafından, iktidar etmenin teminatlarından biri olarak kavranılmaktadır.
Bu tespit yapıldıktan sonra daha rahat söyleyebiliriz ki, Mardin'deki saldırının gerekçesi olarak sunulan yaşama biçimi, kültürel yapı ve gündelik yaşamda egemenliğini sürdüren ideoloji, genellemeci bir ifadeyle modern öncesi yaşam, etken bir içerikle değilse de bütünsel sistemin bir parçası olarak hüküm sürmektedir.
Gelecekte sistemin doğrudan ya da dolaylı müdahaleleri ile çözülecek, dönüşüme uğratılacak bu dünya, sistemle bağlantılarını -bilinçli bir algılama olmasa da- farklı kanallardan sürdürmektedir. Öncelikle ulus devletin fiziki sınırları içinde kalan bu dünya, hem düşünsel düzeyde hem de pratik olarak sistemi kendine tabi kılması mümkün olmadığından, sistemin olanağı olarak varlığını sürdürmektedir. Yani bu dünyanın parçası olan insanlar, sistem için gelecekteki olası varoluşları bakımından potansiyel hayatlar sürmektedirler.
Dolayısıyla, sistemin gelecekteki olanakları arasında yer alan bir dünyanın yarattığı sorunlar sisteme ait bütünsellikten kopartılarak değerlendirilemez. Aksi takdirde sistemin, fizik mekân, toplumsal alan, düşünsel zemin, vd. üzerindeki egemenlik iddiası (hem olumlayanlar hem de eleştirenler için) en hafif ifadeyle, zedelenir.
Üstelik benzer olayların tekrarlanma olasılığından ötürü, bireysel düzeyde cezalandırmalar şu ya da bu düzeyde adalet duygusu yaratacak olmakla birlikte, olumsuzluk olarak görülen sonuçların yaratıcısı zemine müdahale edilemediği müddetçe, hukuksal ve vicdani düzeyde yaşanacak tatmine rağmen, iktidara ait alandaki sorunlu durum varlığını sürdürür. Kısaca ifade etmek gerekirse, birçok sorun gibi Mardin'deki saldırı da değerlendirilirken iktidar alanından bağımsız yapılacak açıklamalar eksik kalacaktır.
Yukarıda çizilen çerçeveyle, -tablonun sadece bir bölümünü kapsadığı muhakkaksa da- gerçekleştirilen katliamın anlamlandırılması ve bütünselliğin kurulması bakımından ihmal edilemeyecek bir boyuta dikkat çekmek istedim.
Türkiye'de -genel bir ifadeyle- modernleşme süreci ile başlayan oluş hali sürdüğünden ve kapitalizmin genişleme ve derinleşme süreci devam ettiğinden, üzerinden hareketle düşünmeyi, söz üretmeyi sağlayacak iktidarın kendisinden başka durağan (burada kastedilen görece bir durağanlıktır) bir zeminin bulunmaması nedeniyle, başta iktidar ilişkileri olmak üzere bütün alanlardaki ilişkilerin her gün yeniden ele alınarak değerlendirilmesi zorunludur.
Bu nedenle Mardin'deki katliam üzerine değerlendirme yapılırken, oluş hali devam eden zemin ve sürekli değişen ilişkiler dikkate alınarak söz üretilmek zorundadır. Böylesi bir çabanın halkın bütünü tarafından gösterilmesi mümkün değilse de, en azından aydınlar, entelektüeller bu bütünselliği gözeten bir etkinlik içinde bulunmak zorundadırlar. (SŞ/TK)