Sanırım sekiz, dokuz yıl kadar önceydi. Diyarbakır Bağlar Belediyesinin konferans salonunda Kürt kültür kurumları ve şahsiyetleri, siyasetçileri ile tam günlük bir toplantı yapılmıştı. Çağrılıydım ve öğlenden önceki konuşmacılardan biri de ben olmuştum. Orada söylediklerim anımsadığım kadarıyla şöyleydi.
Demiştim ki; Kürt siyasal mücadelesinin bunca boyut kazandığı bir dönemde sadece Kürdi değil Kürdistani düşünmek ve davranmak durumundayız. Yurt dışında ve içinde sıkça yaptığım söyleşilerde karşılaştığım sorulardan biridir. Diyorlar ki; Kürtler gibi Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Ezidiler de tekçi ve inkârcı cumhuriyet rejiminden çok çekti. Bunun en canlı tanıkları da Kürtlerdir. Peki, yarın Kürtler mücadeleleri sonucu haklarına kavuşurlarsa, Kürtler, Türk İslam sentezcilerinin yaptıklarının benzerini Kürt coğrafyasındaki diğer halklara yapmayacaklarının garantisini nasıl ve ne şekilde verecekler? İşte o gün bana sorulan sorunun benim aydın sorumluluğumla “bireysel güvencesini” verdiğim yanıtımın sorusunun yanıtı belki de kaba hatlarıyla bugün ve yarındaki politikalarda gizli. Aslında belki de 29-30 Haziran 2013 Brüksel’de 300 dolayında delegenin katılımıyla gerçekleşecek olan “Halkların üçüncü konferansı” Avrupa’da yaşayan Türkiye ve Kürdistanlı haklar nasıl bir Türkiye İstiyor” sorusuna bu bağlamda yanıt arayacaklar. Sanırım tam da şimdi; Kürtlerin yürüttüğü hak mücadelesi sadece Kürtler için değil, Kürdistan coğrafyasında yaşayan bütün halklar içindir demeli ve sesimizi gürce çıkarmalıyız.
Geçtiğimiz günlerde DİHA (Dicle Haber Ajansı) mahreçli bir haber okudum basında. Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı ve Bagok Dağı eteklerindeki Marin (Eskihisar) köyündeki Mor Avgin Manastırına ait olduğu tapu kayıtları ve eski Süryani sakinlerinin ifadeleriyle belirlenmiş arazilerin hak talepkarlığı meselesiydi haberin konusu. 1951 yılında Mardin Asliye Hukuk Hâkimliğinin kararıyla Mardin Süryani Kadim Deyrulzahfaran Manastır ve Kiliseleri Vakfına ait ve tapuda “üç dağ silsilesi ile çevrili ve güney cephesi dere” olarak belirlenmiş manastır arazileriydi haberde hikâye edilen. Köyün eski Süryani sakinlerinin ifadesine göre; Süryani köy sakinleri 1970 yılında topraklarını terk edip yurt dışına, İsveç’e giderler, 30 yıl sonra da köylerine geri dönerler. 2008 yılında Manastırlarını üç yıllık uğraşı sonunda restore edip bir de rahip atanmasını sağlayarak yeniden ibadete açarlar. Ama Mor Avgin Manastırı çevresindeki arazilerini artık köyün ve çevre köylerin Kürt sakinleri kullanmaktadır. Arazilerini talep ederler, aldıkları yanıt; “Araziler bizimdir. Sadece Kilise sizindi, onu da aldınız!”.
Aynı zamanda İsveç’teki Mor Avgin Süryani Derneğinin yönetici ve üyeleri de olan köyleri Marin’e geri dönen Süryani sakinler, manastıra ait olduğunu ifade ettikleri topraklarını kullananların bir bölümünün Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ilçe yöneticileri ve taraftarları olduğundan hareketle sorunu çözmek için Barış ve Demokrasi Partisine başkanlık düzeyinde başvururlar. Sorunu çözmek için parti tarafından iki kez hakem heyeti oluşturulur. Ama herhangi bir işlem yapılmaz / yapılamaz ve sonuçta olay yargıya taşınır. Artık yargıya taşındı diye üzerinde kelam etmeme diye bir lüksümüz olmamalı diye düşünüyorum. Bu biz Kürtler açısından somut, vicdani ve örnek bir olaydır. Meseleyi salt bir arazi sahiplenmeciliği ve mülkiyeti kategorisine düşürmeden, aynı zamanda da partililik meselesine indirgemeden yargının vereceği kararı da elbette beklemeden insani, vicdani anlamda hakkaniyetle gereği yapılmalı. Araziler, hak sahipleri her kim ise teslim edilmeli bir de özür dilenmelidir diye düşünüyorum. Kürt siyaseti bu olgunluğa ve hakkaniyete ziyadesiyle hâkimdir ve yapabilecek güçtedir bunu biliyorum.
Bütün bunlar yaşanırken yine bir geri dönüş hikâyesi olan ve kendisi hakkında yazdığım “Ula Fılle Hoş Geldin” kitabımın akabinde cesur ve örnek, aynı zamanda simgesel değeri hayli yüksek bir kararla Dîyarbekirli Udi Yervant Bostancı 21 Haziran 2013 günü uzun zamandır yaşadığı Amerika Birleşik Devletlerinden Diyarbakır’a geri döndü.
Ermenilerin, Süryanilerin, Keldanilerin, Ezidilerin gidişini ironik bir dille yazdığım “Gittiler İşte” kitabımda paylaştığımda; “Geldiler İşte” de olacak mı, diye sormuştu okurlar. Evet, geldiler, geliyorlar İşte! Peki, bizler bu gelişe, gelişlere hazır mıyız? Ne kadar hazırız! Sanırım asıl mesele bu sorunun yanıtında.
2004 yılında uzun uğraşılar sonucunda Diyarbakır Kültür Sanat Festivali için Diyarbakır’a gelip, program yapması üzerine Udi Yervant’ı elimde bir buket çiçekle Diyarbakır Havaalanında karşıladığımda “Gelsinler, geri dönsünler” çağrısının hayli zor bir çağrı olabileceğini biliyordum. Çünkü aynı gün Udi Yervant’ın eski evine gidip baktığımızda yerinde bir tek taşının bile kalmadığını, boş bir arsa görerek tanık olmuştuk.
Dokuz yıl sonra, 21 Haziran 2013 günü yine Diyarbakır Havaalanında Udi Yervant’ı bir grup arkadaşla karşıladık. Yervant, bu kez kesin dönüş yapmıştı memleketine. Elimde çiçekçiden değil, bir bahçeden koparılmış gülle karşıladım Yervant’ı. Bilinçli olarak gülün bedenindeki dikenleri ayıklamamıştım. Öldürüldüğünüzde, kafilelerle sürgüne yollandığınızda, gittiğinizde kanamış, yaralanmıştık. Şimdi dönüyorsun ve sana sunduğum gülün dikenleri yine ellerimize batıyor ve hâla kanatıyor bedenlerimizi. Umarım bu coğrafyaya kalıcı barış gelir. Ve bu dikenli gülün dikenlerini bedeninden birlikte sıyırırız dedim.
Çok zor bir karar verdi Udi Yervant biliyorum. Amerika’nın onca artısını bırakıp ucu açık bir belirsizliğe sırf toprak sevgisi hatırına; “Memleketten insanı söküp atabilirsiniz. Ama insanın içinden memleket sevgisini söküp atmaya hiçbir güç yetmez” diyerek toprağına geri dönen bir Ermeni’nin hikâyesidir mesele.
Diasporanın dilini bilirim. Acıdır, acıtır ve yaralayıcı, hırpalayıcıdır. Bütün diasporalar böyledir ve haklıdır da! Uzaklıktır, özlemdir ve geride bırakılan da acıdır kıyımdır, zulümdür ve ölümdür. Bu sebeple diasporaların sert diline hep sükûnetle yaklaşmışımdır. Şimdi kaba haliyle önümüzde duran diasporanın en yalın diliyle ve en hafif söylemiyle şudur: “Gidiyorsun. Umarız ki birkaç ay sonra udunla birlikte pişman olmuş vaziyette ardına bir daha bakmadan kaçarcasına geri dönmezsin!”
Şimdi eylem vaktidir. “Gittiler İşte” kitabımın Ermenice çevirisini Yêrêvan’da bir Adıyaman Ermeni’si yapıyor; adı Sarkis Hatspanian. İki defa gittim Hayastan’a, Yêrêvan’a, rehberliğimi yaptı ve içten samimi dostluğunu gördüm Sarkis Axparagimin. Dilinin çok sert olduğunu söyledim. “Haksız mıyım Şexmus Abê!” dedi. Boynumu büktüm bir şey diyemedim. Bakın o sert dilli adam Yervant’ın geri dönüşü için ne yazmış: “Su çatlağını buldu! Bugün 21 Haziran 2013, tarihsel bir gündür dostlar. Bugün ‘bizden biri’nin uzun yıllar önce zorunlu olarak terk etmek zorunda kaldığı kendi ata topraklarına temelli olarak geri döndüğü gündür. Değerli kardeşimiz Udi Yervant’ın Tigranakert (Diyarbakır, Amed)’e dönüşünün yüreklerimizi ne kadar derinden ve büyük bir sevgiyle kıpırdattığını ‘Bir ben bilirim bir de ağzı var dili yok Dîyarbekir Kalesi’ dizelerinin tüm gizemi ve olabildiğince gür bir coşkuyla karşılıyor, anayurtlarına dönen Yervant’larımızın milyonlarca olmasını diliyorum. Halkımızın değerli evlatlarından saygıdeğer sanatçımız Udi Yervant Bostancıyan’a bundan sonraki tüm yaşamında sağlık, başarı ve güneşli günler diliyorum. Pari Yegar Tigranakert Yervant Can, Yes ku hokun madağ!”
Daha dün gibiydi Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesinin açılış resepsiyonda duygusal hüzünlü anların dile gelen söylemleri; “Gelin, dönün, başımızın, gözümüzün üzerinde her zaman yeriniz var” diyorduk samimiyetle. Şimdi sanırım o samimiyet testinden geçmenin vaktidir. Örnek tekildir belki!
Bagok Dağının eteğindeki Mor Avginliler, ya da kadim Amed’in sakini puşici Yaqo’nun oğlu Yervant’ın dönüşü; “Geldi(ler) İşte” demenin icraatını bekliyor.
Yoksa! Yoksa demeye de dilim varmıyor ya! Hadi diyeyim, Turgut Uyar’ın dizlerine sığınmaya gider belki de;
“güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar
dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
kürdistan’da ve muş - tatvan yolunda bir yer kanar
el ele gittiğimiz bir yolda sen git gide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar” (ŞD/HK)
* Şeyhmus Diken, 28 Haziran 2013, Dîyarbekir